•Siyaseten olan şudur; Hamas´ın gayri insani ve siyaseten sorumsuz saldırısı İsrail´de Filistinlileri toptan ortadan kaldırma kafasında olanların önünü açtı. Baş edemeyeceği düşmana üç füze atmayı marifet sayan anlayış bir felaketle sonuçlandı. Dahası, katliam stratejisi bölgedeki hemen hemen tüm ABD-İsrail karşıtı hattı çökerttiği için Netanyahu kıymete bindi. Bölgede ABD´nin başını ağrıtan İran merkezli hattın çökmesi ile 45 yıllık statüko ABD-İsrail lehine değişmiş oldu. Nuray Mert – www.medyascope.tv
PAZARTESİ günü Türkiye Yahudileri Hahambaşısı İsak Haleva cenablarının ölüm haberini aldık. İsak Haleva, bu milletin saygın ve sevilen bir din görevlisi ve âlimiydi. Parlak zekâsı, centilmenliği, bilgeliği ve mizahi bir üslupla yaptığı keskin eleştirileriyle hem cemaatinde lider olarak hem de toplumun geniş kesimlerinde sevgi ve saygı kazanmış bir kişilikti. Bu sıcak ilişki, halkımızın farklı grup ve katmanlarına da yayıldı.
Muhterem David Asseo’nun 2002’deki ani vefatının ardından hahambaşılık makamına seçildi. Bu makam, önemli bir sorumluluk taşır. Yakın tarihimizde Hahambaşılık görevinde, Haim Moşe Becerano gibi, mütareke döneminde İstanbul’da ve Balkan Savaşları sırasında işgal altındaki Edirne’de hahambaşılık yapmış, Yahudi dünyasında eserleriyle tanınan, imparatorluğa ve cumhuriyete bağlı bir din adamının izinden yürüdü.
İYİ BİR EĞİTİMCİYDİ
İsak Haleva, yalnızca Musevi okullarında değil, Marmara ve Sakarya üniversitelerinde de lisansüstü düzeyde İbranca dersleri vermiş bir eğitimciydi. Geniş bir filoloji bilgisine sahipti ve yazıları açık, anlaşılır bir ifadeye dayanıyordu. 500. Yıl Vakfı’nın kuruluşundan sonra Türk toplumunda Yahudi cemaatini tanıtma ve kaynaştırma konularında üslubu ve kişiliğiyle önemli bir katkı sundu.
En az cemaat üyeleri kadar vatandaşlarımızın her kesiminden ilgi, sevgi ve saygı gördüğü aşikârdır. Ülkemiz için yararlı bir lider ve unutulmaz bir şahsiyet olarak anılacak ve özlenilecektir.
Güleryüzlü, sakin, mütevazi bir kişilikti Haleva. Uzaktan da olsa onun kişilik özelliklerini hissettim. Zor zamanlarda görev yaptı. Terör saldırıları, İstanbul’da Yahudi nüfusunun azalması, vakıfların, sinagogların, okulların yönetim zorlukları. Şehrin kadim topluluklarından biri olan Yahudiler’in kamusal alandan silinmesi.
Belki de 2003’teki Galata’daki patlamadan tesadüfen kurtulmuş olmamız bende bu yakınlık hissini yaratmış olabilir. Her cumartesi sabahı, tam da patlamanın olduğu saatte Büyük Hendek Caddesi’ndeki Neve Şalom’un karşısındaki pastaneden semtte çalışma yapan dernekteki gönüllülere bir şeyler almaya gidiyordum. Bir arkadaşımın telefonu beni birkaç saniye geciktirdi.
Dediğim gibi özel bir dostluğumuz, tanışıklığımız olmadı. Kendisiyle birkaç kere karşılaştık, küçük bir yakınlığımız oldu. Her seferinde onu güler yüzüyle karşılaştım.
Çevresinde de hep aynı güler yüzlü, mütevazı, çalışkan insanları gördüm.
Haberi duyunca ister istemez bu karşılaştığımız anları anımsadım.
Bunlardan biri Bankalar Caddesinde yer alan Kamondo merdivenlerine plaket çakma töreni.
Kamondo merdivenleri hiç şüphem yok, şehrin en güzel merdivenleridir. Bu mücevher değerindeki şehirsel anıtın 80’li yılların sonuna doğru yüzeyleri kötü vaziyette taraklanmış, kenarlarındaki çiçeklikler de toprak akmasın diye betonlanmıştı. Bu ünlü merdivenlerinin üzerinde yalnızca “sponsor” olarak bu berbat işi yapan inşaat şirketinin adı yer alıyordu. Bu da bana dert olmuştu.
Plaketi Galata’daki bir pantografa hazırlattım. Elimde kocaman bir çekiç ve beton çivileri ile önceden gittim, Haleva’yı beklemeye başladım. İçimden ya gelmezse? Ya ciddiye almazsa diye geçiriyordum. Öyle ya, cemaatten olmayan bir kişiyim. Böyle işler hiçbir sorumluluğu, yetkisi olmayan benim gibilere mi kalır? Hayret, tam zamanında geldi. Belediye başkanı da geldi. Plaket küçüktü, ama zannedersem simgesel değeri yüksekti.
Benzer bir başka olay: İlk modern belediyenin kurucularından olan Abraham Salomon döKamondo ve ailesinin Hasköy tepesindeki anıt mezarının onarımı.
Viyadük yapıldığında öğrenciydim. Hasköy’ün tepedesinki neo-gotik yapı ilgimi çekmişti. Babam da Kamondolar’ın hikayesini bana anlatmıştı.
Neredeyse bir otuz yıl sonra bir gün Beyoğlu Belediyesi’ndeki bir toplantıya gittiğimde Hasköy’deki Kamondo ailesinin anıt mezarının yerine yapılacak Beyoğlu Belediyesi’nin hizmet binasının projelerini gördüm.
Belediye Başkanı’nın Abraham Kamondo’nun ilk modern belediyenin kurucularından olduğundan haberi yoktu. Elbette ki tramvay, vapur gibi şehirsel altyapı hizmetlerinin geliştirilmesindeki rolünden de, İtalyan birliğinin kurulmasına verdiği destekten dolayı aldığı kont ünvanından, 2. Abdülhamit’in yakın arkadaşı olduğundan falan da. Bunları anlatınca zamanın belediye başkanı Kadir Topbaş bana sordu: “Çöp kamyonlarını da oraya yerleştirdik, bu binayı da yapmayalım mı?” Ben de “evet belediyenin kurucusunun mezarının üzerine bunu yapmayın, çok ayıp olur” dedim.
Ama bir zamanlar 25 bin Yahudi’nin yaşadığı Hasköy’deki mezarlık alanı çoktan çöp toplama alanına dönüştürülmüştü. Belediyenin “yaparsanız, çok ayıp olur” denmesine rağmen duracağı yoktu. Mezarlık alanını inşaat yapılacak bir boşluk gibi görülüyordu.
Bu bana dert oldu. Bir çare aramaya başladık.
Galata'da Ahde Vefa Etkinlikleri düzenledik. Hahambaşılık ve belediye etkinlikleri sahiplendi. Başlığı Cengiz Aktar koydu. Nora Şeni programı geliştirdi. Naim Güleryüz dirayetiyle çalışmaları koordine etti. Stefan Yerasimos'u, Zafer Toprak’ı verdikleri destek için anmak gerekli. Bir hafta süren etkinliklerde yürüyüş rotaları oluşturuldu, Osmanlı Bankası Müzesi'nde konferanslar düzenlendi, Karaköy sinagogunda sergi açıldı, yemekler tanıtıldı. Bilgi Üniversitesi broşürleri bastırdı. Bunların hepsi gönüllü çalışmalarla gerçekleşti.
Kurban kesim merkezi yapılmak istenen anıt mezar ve mezarlık alanı gönüllü çalışmalar ve onun da desteği ile kurtarıldı. Hahambaşılık projeyi sahiplendi. Son ana kadar yapılan engellemelere rağmen çalışmalar başarıyla gönüllüler tarafından yürütüldü ve Abraham Kamondo’nun kendisinin, çocuğunun ve eşinin kırılan ve kaybolan mezar taşı parçaları bulundu, restore edildi. Hahambaşı olarak sessizce, hiçbir şey söylemeden meseleyi sahiplendi. Doğru kişileri görevlendirdi, sakince, hiçbir tartışmaya girmeden işlerin yolunda gitmesini sağladı. O sırada Yeni Akit isimli gazetenin ön sayfasındaki yapılan çalışmaları ötekileştiren “Kamondolar hayırsever değil, vampirdi” başlığını hatırlıyorum.
Dedim ya zor zamanlardı. Galata’daki patlamada az kalsın hepimiz havaya uçuyorduk. O kendi başına ayrı bir hikayedir. Hasköy'de gene Mayor Sinagogu ve çevresinde yapılan çalışmalar. Neve Salom saldırısından sonra mağdurlara yardım çalışmaları…
Helava bunların hepsinde kucaklayıcı bir rol üstlendi. Çevresindeki insanlarla en zor durumlarda dahi ihtimamlı ilişkiler nasıl hayata geçirilir, nasıl dostluklar geliştirilir ve yaşatılır...
Bu açıdan da örnek oldu. Zannedersem zor zamanlarda aynı duyguları, aynı dertleri paylaştık.
Hatırası önünde dostlukla, saygıyla, sevgiyle eğiliyoruz. Yolu açık olsun.
https://www.yeniarayis.com/yazi/halevanin-yolu-daima-acik-olsun-10035
Bugün vefat eden değerli Isak Haleva'nın ailesine, dostlarına ve dokunduğu herkese taziyelerimi sunarım.
Hermana belgeselinin çekimlerinde bir aile albümünde bulmuştum bu fotoğrafı 1965'te Ankara Sinagogunda çekilmiş 🕯️
@SALOMgazetesi @tyahuditoplumu @muze500
https://x.com/ankyranos/status/1879165522006438058
https://www.turkisrael.org.il/single-post/bo%C5%9F-k%C4%B1rm%C4%B1z%C4%B1-koltuk
https://www.bbc.com/turkce/articles/c99ynr1702ko
https://www.bbc.com/turkce/articles/c99yn281102o
Ölümcül saldırılardan hüküm giyen tüm Filistinli mahkumlar Gazze'ye ya da yurtdışına sürgün edilecek - bazıları üç yıllığına, bazıları ise kalıcı olarak - İsrail'e ya da Batı Şeria'ya dönmeleri yasaklanacak. Aralarında erkek askerlerin de bulunduğu Gazze'deki diğer İsrailli rehineler ise ilk aşama sırasında müzakere edilecek ikinci bir aşamada serbest bırakılacak.
https://halktv.com.tr/makale/her-an-bozulabilir-ateskes-bu-sabah-yururluge-giriyor-906726
Hamas’ın İsrail’e yaptığı 7 Ekim saldırısı sonrası, bu cenahtan öncelikle, insani boyuta ilişkin ses gelmedi. Hakkını yemeyeyim, görebildiğim kadarıyla tek ses veren Kenan Çamurcu oldu. Sivil, yaşlı, kadın, çoluk çocuk İsraillileri katleden, bir kısmını rehine olarak alan Hamas’a övgülere gölge düşmedi. Onun yerine, İsrail’in yapıp ettikleri sayılıp döküldü ki, bunlar zaten herkesin malumu. Bildiğim kadarıyla, kendini Müslüman olarak tanımlayan, kendini ahlaken diğerleri ile kıyaslamaz. Bu Müslüman kendini savunmaz demek değildir, ama Müslüman her şeyden önce inancı gereği masum katletmez.
İşin bu tarafını şimdilik uzatmayalım. Ama, malum, Hamas, Gazze’de Filistinlileri fiilen yönetme ötesinde, İslami bir temsil iddiasında olan bir örgüt. Bu örgüt, yönetimi altında yaşayanların ödeyebileceği bedeli hiç hesaplamadan, akıl almaz bir saldırı düzenledi. Sonrasında olanları biliyoruz, Netanyahu yönetimi bu olayı ganimet bildi, Hamas’ı ortadan kaldırmak adına büyük bir katliama girişti. İsrail’de, Netanyahu’nun rehinelerin canını hiçe saymak pahasına, izlediği siyasete isyan eden binlerce insan sokaklara döküldü. Buna karşılık, Netanyahu ve onun aklındakilerin önünü açan bu saldırıya karar veren Hamas yetkililerinden hesap soran olmadı. Gerçi, Gazze’de yaşayanlar arasında sormak isteyen varsa da soramazdı, zira Hamas’ın gücü İsrail’e yetmedi ama, yönetimi altında yaşayanları sindirmeye yetiyordu. Dışarıdan, ölen, perişan olan Gazzeliler adına kahramanlık türküsü söyleyen İslamcılar’a göre Hamas, sanki kutsal bir makam gibi, “ya yesul” (sorumluluk sahibi değil) kabul edildi.
Hamas’ın hangi koşullar altında ortaya çıktığını sayıp dökmenin alemi yok. Önemli olan, Filistinliler arasından içinde bulundukları hakkaniyetsizlik çemberini yaran bir siyasi anlayış çıkması idi, onun yerine öfkesi galip gelen bir anlayışla yönetilmeye mahkum kaldılar. İşin bu kısmını bir yana bırakalım dedim ama, yine de hatırlayalım, bizim inancımıza göre öfkeye yenik düşmek büyük bir gaflettir. Amellerimize mazaret bulmaya başlarsak, mükellefiyetlerimizi inkar etmiş oluruz.
…
Siyaseten olan şudur; Hamas’ın gayri insani ve siyaseten sorumsuz saldırısı İsrail’de Filistinlileri toptan ortadan kaldırma kafasında olanların önünü açtı. Baş edemeyeceği düşmana üç füze atmayı marifet sayan anlayış bir felaketle sonuçlandı. Dahası, katliam stratejisi bölgedeki hemen hemen tüm ABD-İsrail karşıtı hattı çökerttiği için Netanyahu kıymete bindi. Bölgede ABD’nin başını ağrıtan İran merkezli hattın çökmesi ile 45 yıllık statüko ABD-İsrail lehine değişmiş oldu.
https://medyascope.tv/2025/01/18/israil-hamas-ateskesinin-kazanani-kim-nuray-mert-yazdi/
Ben, Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan bozulmayı, iki ülkenin bazı konularda çok benzer süreçlerden geçmelerine bağlıyorum.
Her iki ülkede dinci-aşırı muhafazakâr popülist iktidarların güçlenmesi, buna paralel “demokratik kültürün” geriye gidişi, ilişkilerin altını oydu.
Türkiye’de siyasal İslamcıların iktidarı İsrail’de Binyamin Netenyahu dönemine denk geldi.
AK Parti, Filistin davasında ne kadar büyük bir adanmışlık içindeyse ("Filistin bizim ulusal meselemizdir" demeye varan) Netenyahu da o ölçüde kendini Filistinlileri yok saymaya adamış durumda.
An itibariyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da İsrail Başbakanı Netenyahu da ülkelerinde en uzun süre görevde kalan lider sıfatını taşıyorlar.
Her iki ülkedeki dinci iktidar, koltuğu kaybetmemek için zamanla koyu dinci, aşırı sağ ve aşırı muhafazakârlarla koalisyon yapmak zorunda kaldı. Her iki iktidar da kutuplaştırıcı siyasetler izleyerek makul, sağduyulu, seküler kesimleri cendereye aldılar. Terör-güvenlikle ilgili konularda izlenen politikaları eleştiren muhalifler, “vatan haini” yaftalaması yememek için seslerini kısmak zorunda kaldı.
Bu süreçlere paralel olarak bir dönem, Ortadoğu’daki iki demokrasi olarak nitelenen Türkiye ve İsrail’de demokratik kültür geriledi. Elbette ki Türkiye’deki gerileme daha derin ve kalıcı oldu.
İsrail’de yüzbinler hala sokaklara çıkıp "Netenyahu gitsin" diye bağırabiliyor. Ancak Netenyahu kendisine yönelik davalardan sıyırabilmek için yargının bağımsızlığını zedelemeye yönelik adımlar atmaktan da geri durmadı.
Her iki lider de korku kartını kullanıyor, “Çevremiz yangın yeri; bu şartlarda benim iktidarıma ihtiyacınız var. Bu muhalefetle bu tehlikelerle başa çıkamazsınız” mesajları veriyor.
Netenyahu’nun savaşı Gazze’yle sınırlamayıp, Lübnan’a hatta İran’a yayma çabalarının ardında, koltuğu kaybetmeme derdi de var. Erdoğan da “İsrail’in topraklarımızda gözü var” dediğinde çoğunluk bunu dikkati ekonomik sıkıntılardan uzaklaştırma olarak görmüştü.
Netenyanu, hakkındaki yolsuzluk suçlamaları nedeniyle geçen ay mahkemeye çıktığında “Yedi cepheli bir savaş yönetiyorum” diyerek, davanın İsrail’in mücadelesine zarar verdiğini söyledi.
Peki ama yedi cephe kaldı mı hâlâ? İsrail, Hamas ve Hizbullah’a, uzun süre belini doğrultamayacağı darbeler vurdu. İran’da molla rejimi tarihinde hiç yaşamadığı şekilde küçük düşürüldü. Tahran’ın Lübnan’a milis ve silah göndermek için kullandığı Suriye’de Esad rejimi düştü. İsrail Yemen’i bile vurmaktan geri durmadı. Yani İran’ın o çok gurur duyduğu direniş eksenini bir nevi yerle yeksan etti. Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleri kulak memesi kıvamına çoktan gelmiş durumdalar. Öyle ki Avrupa havayolları savaş sırasında İsrail’e uçuşları keserken, Emirliklere bağlı hava yolları tınmamış bile.
Yani İsrail o cephelerin önemli bir bölümünde zaten hasımlarını darmaduman etmedi mi?
Yoksa İsrail’in yeni bir tehdit unsuruna mı ihtiyacı var? Türkiye’ye dönük yorumların ardında bu ihtiyaç olmasın?
İsrail’de geçenlerde yayımlanan bir makalede, Esad’ın düşmesinin İran’ı zayıflatması açısından İsrail’in yararına olduğu vurgulandıktan sonra yazarlar şöyle devam etmiş:
“İsrail için uzun vadeli risk, Ankara tarafından desteklenen radikal sunni grupların güçlenmesi, İsrail’le sınıra yaklaşımları ve Suriye’deki sistemin bitmeyen iç güç mücadeleleriyle kötüye gitmesidir.”
Mantıksız değil diyelim. Ama akabinde Yaov Lappin ve Tal Beeri, Türkiye’nin Suriye’deki hedeflerini sıralarken, birinci sıraya şu hedefi koymuşlar:
“Erdoğan’ın Osmanlı İmparatorluğu'nu canlandırma vizyonunun parçası olarak Sünni İslamcı vasal devlet kurmak ve bunun parçası olarak Suriye’nin güneyinde İsrail’e karşı Sünni cihatçı bir terör altyapısı kurmak.”
Gerçi, “Suriye’de rejimi değiştirmek için dünyanın terör örgütü olarak gördüğü gruplara askeri de dahil her tür destek veren AKP, neden böyle bir şeye tevessül etmesin” diyen çok sayıda İsrailli çıkacaktır elbet.
Mesele şu ki, bir Türk-İsrail çatışması olasılığına sadece gazeteciler yada akademisyenler değinmiyor. İsrail hükümeti tarafından kurulan Nagel adlı komite de 6 Ocak’ta yayınladığı raporda çatışma riskine yer vermiş. “Türkiye’nin Osmanlı dönemi etkinliğini yeniden tesis etmeyi amaçlayan hırsları, çatışmaya varacak gerilimlere neden olabilir” demiş.
“Bu Osmanlı takıntısını nerden çıkarıyorsunuz,” diye sorsak, “Daha geçen gün cumhurbaşkanınız Türkiye Türkiye’den büyüktür demedi mi” diye sormazlar mı? Buna “hayır öyle demek istemedi,” türünden yanıtlar elbet verilebilir. Ama ardından Mardin’de “Reis bizi Kudüs’e götür” diyenlere Erdoğan’ın “sabreden zafere ulaşır” lafını da hatırlatmazlar mı?
Emekli büyükelçi Ünal Çeviköz’e göre İsrail Nagev raporu ile Türkiye’ye “Suriye’de radikal Şii bir yönetimin yerine radikal Sünni bir yönetimin geçmesine yol açarsan karşında beni bulursun” mesajı veriyor.
İsrail askeri üstünlüğünü yeniden tesis etti ancak bunun diplomatik ve iç politikada ağır bedelleri olabilir. Hamas liderliğindeki saldırıları varoluşsal bir tehdit olarak gören ülke liderleri Hamas'ı yenmeye ve ana destekçisi İran'ı zayıflatmaya kararlı. İsrail sadece Gazze'de Hamas'ı zayıflatmayı başarmakla kalmadı, aynı zamanda Lübnanlı Şii grup Hizbullah'ı da çökertti ve İran'ın Orta Doğu'daki müttefik ağına ağır bir darbe indirdi.
Küresel kamuoyunun gözünde ise İsrail'in başarıları daha muğlak. Gazze'ye yönelik saldırıları Hamas'ı ciddi şekilde zayıflatmış olsa da hükümetin vaat ettiği gibi Hamas'ı yok etmedi.
İsrail'in ekonomisi savaştan zarar gördü ve ülkenin kutuplaşmış siyaseti (savaş başladığında kısa bir süreliğine göz ardı edilmişti) kırılgan durumuna geri döndü. Ülkenin uluslararası konumu paramparça olmuş durumda ve bu durum Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi gibi diplomatik hedeflerini tehdit ediyor.
Bu dinamikler, ilk döneminde Arap devletleri ile İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirmeye çalışan ve bu çabaları yeniden canlandırmaya çalışabilecek olan seçilmiş Başkan Donald Trump'ın göreve başlamasıyla bir kez daha değişebilir.
https://gazeteoksijen.com/new-york-times/nyt-analizi-7-ekim-orta-doguyu-nasil-degistirdi-233094
https://www.youtube.com/watch?v=SBxEKptZjWs
İran ise ABD’nin yeni yönetimine nükleer kapasitesi konusunda “uzlaşma” sinyali vererek ve İsrail saldırılarına karşı “itidalli” davranarak Trump gelmeden daha geniş bir çatışmanın çıkmasını önlemeye çalışıyordu.
İran’ın yeni reformist cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Lübnan’da bir ateşkes sağlanırsa İsrail saldırılarına misillemelerini “hafifletebileceğini” öne sürüyor; İsrail ile olası daha büyük bir çatışmada İran’ın “ABD ile de başa çıkması gerektiğini” belirtiyor ve “ABD ile ilişkimizi doğrudan kendimizin yönetmesi daha iyi olur” diyerek İran’ın ABD ile doğrudan diplomasiye açık olabileceğini ima ediyordu.
Bunlarla birlikte Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) tarafından hazırlanan ve içeriği sonradan medyaya yansıyan gizli iki rapora göre “silah üretmek için gerekli seviyeye kadar zenginleştirilmiş uranyum stokunu artırdığı” ortaya çıksa da İran, Kasım 2024’te UAEK ülkelerinin kendisine karşı bir karar tasarısı için baskılarından vazgeçmeleri koşuluyla elindeki yüzde 60 saflıkta zenginleştirilmiş uranyumu, silah seviyesi için gerekli olan yüzde 90 oranına genişletmemeyi teklif ediyordu.
Bu, İran’ın İsrail ve ABD’ye karşı varoluşunun garantisi olarak gördüğü nükleer programı konusunda “gerekli koşullar sağlanırsa daha uzlaşmacı bir tavır alabileceğini” gösteriyordu. Nitekim Trump da konuşmalarında “rejim değişikliği aramaktan ziyade nükleer silahsız bir İran’a odaklandığını” belirtmişti.
Durum böyleyken, doğrudan İran’a bağlı Hizbullah lideri Nasrallah’ın öldürülmesine rağmen ABD’de seçim baskısından kurtulan Biden’ın İsrail’i Lübnan’da zorla ateşkese “ikna etmesi” ile İsrail ile İran arasındaki geniş çaplı direk çatışma ihtimali Trump yemin edene kadar soğumaya bırakıldı.
İsrail son doğrudan saldırılarında, Rus yapımı S-300 füze sistemlerinin tahrip edilmesi de dahil olmak üzere kritik İran hava savunma sistemlerini başarılı bir şekilde hedef almış olsa da saldırılarını sürdürmedi. İran ve müttefikleri ise zayıflamış olsalar da füze savunma kalkanını aşarak İsrail’i vurma kapasitelerini kullanmadılar.
https://aposto.com/s/ortadoguda-en-sicak-hafta-trump-oncesi-son-gunler
Baas rejiminin yıkılmasıyla İsrail Suriye’nin Golan Tepeleri’nde yıllardır sürdürdüğü işgalini genişletti. Geçen hafta İsrail basınına yansıyan haberlere göre İsrail hükümetinin Nagel Komitesi, ülkenin Türkiye ile “potansiyel bir savaşa” hazırlanması gerektiğini söyledi.
Uzmanlar ise Türkiye ile İsrail arasında bir savaşın olası olmadığı görüşünde. Orta Doğu uzmanı ve akademisyen Erhan Keleşoğlu, “Türkiye bir NATO ülkesi. ABD ile Orta Doğu ve Kürt konularında itilaflı olsa da Batı ittifakı üyesi. İsrail de ABD’nin bölgedeki karakolu olarak Batı ittifakı içinde. Sıcak çatışmaya girmekten imtina edeceklerdir” dedi. Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Seda Altuğ da Türkiye ile Suriye arasında devam eden ideolojik gerginliğin tırmanabileceğini, Türkiye’nin İsrail’in Filistin’de soykırım davalarına konu olan saldırılarına tepkilerinde vites yükseltebileceğini belirtti. Ancak Altuğ da tırmanmanın bunlarla sınırlı kalacağını, bir sıcak çatışmanın olası olmadığını söyledi. Ankara’dan gelen bilgiler de Türkiye’nin sıcak bir çatışma istemeyeceğine işaret ediyor.
Türkiye ile İsrail arasında Suriye’de tırmanan gerilimin birçok nedeni var. Altuğ da Keleşoğlu da İsrail’in sınırdaş olduğu Suriye’nin zayıf olmasını ve kendisine tehdit oluşturmamasını tercih edeceğini ifade etti. Keleşoğlu, “İki tarafın farklı öncelikleri var. İsrail Suriye’de parçalı bir yapı istiyor. Ayrı bir Kürt entitesi istediklerini farklı ağızlardan açıkladılar. Türkiye’nin önceliği ise Suriye’nin toprak bütünlüğü, yeniden inşadan pay almak, mültecilerin dönüşü ve federasyon ihtimalini önlemek” dedi.
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sarr, ülkesi Golan Tepeleri’ndeki işgalini genişletirken Suriye’deki Kürtleri de “doğal müttefik” diye nitelemeye başladı. The Times of Israel’in haberine göre Golan’daki her 5 Dürzi azınlığı mensubundan biri artık İsrail pasaportu sahibi. Türkiye ilk başta İsrail’in Esad’ın kalan askeri tesislerine yaptığını belirttiği hava saldırılarına karşı sessiz kalsa da, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan geçen günlerde yaptığı açıklamalarda bombalamanın durması için İsrail’e mesaj gönderdiklerini belirtti. Altuğ, Golan Tepeleri meselesinin İsrail ve Suriye arasında ilerleyen dönemde müzakerelerde ele alınacağını ve çatışmasız biçimde çözüleceğini öngördü.
https://gazeteoksijen.com/dunya/buyuk-suriye-satranci-232892
Peki, kimdir Sara Netanyahu?
Vikipedi ansiklopedisinin “Sara Netanyahu” maddesinin İngilizce çevirisinden hareketle yanıtlayalım:
"96 yaşında vefat eden Polonya doğumlu babası Shmuel Simuel Ben Artzi Yahudi eğitimci, yazar, şair ve İncil bilgini diye biliniyor.
Kızı Sara; Kiryat Tiv’on’daki Greenberg Lisesi’ne gitti. Başarılı bir öğrenciydi. Daha sonra İsrailli gençlere yönelik haftalık bir dergi olan Maariv LaNoar için muhabir olarak çalıştı. İsrail Savunma Kuvvetleri'nde, Askerî İstihbarat Müdürlüğü (AMAN) Davranış Bilimleri Bölümü’nde psikoteknik değerlendirici olarak görevlendirildi.
Sara Netanyahu, 1984’te Tel Aviv Üniversitesinde psikoloji alanında lisans derecesini ve 1996’da Kudüs İbrani Üniversitesinde yüksek lisans derecesini tamamladı.
Dr. Erika Landau başkanlığındaki Gençlik Yaratıcılığını ve Mükemmelliğini Teşvik Enstitüsü’nde ve Çalışma Bakanlığı’na bağlı bir rehabilitasyon merkezinde yetenekli çocukların psikoteknik değerlendiricisi olarak çalıştı. Ayrıca El Al havayolları uçuş görevlisiydi.
Sara, 1980’de Doron Neuberger ile evlendi. Çift 1987 yılında boşandı. 1991’de Binyamin Netanyahu ile evlendi.
Başbakan eşi olarak Sara, istismara uğramış çocuklar için bir yardım örgütü olan Yad b’Yad’a ve serebral palsili çocuklar için Tza’ad Kadima’ya başkanlık etti. 2001’de Kudüs Belediyesi’nin psikolojik servisinde eğitim psikoloğu olarak çalışmaya başladı."
Sara Netanyahu, genellikle olumsuz bir tonda konuşması ve bireyler arasındaki kötü ilişkilere odaklanmasından ötürü medyada çok fazla ilgi gördü. Kendisini karaladıkları gerekçesiyle Schocken yayıncılarına karşı 2022 yılında açılan üç farklı iftira davasını kazandı.
Channel 10 TV kanalının 2008 tarihli bir haberine göre Sara, 2006 Lübnan Savaşı sırasında kocasıyla birlikte kamu diplomasisi kampanyası için Londra’ya gittiğinde, şehirdeki bir bağışçı tarafından ödenen lüks eşyalara büyük miktarda para harcadı. Sara Netanyahu bunun üzerine kanala karşı bir iftira davası açtı. Ancak Knesset Ahlak Komisyonu, sözü edilen gezinin parlamento tarafından onaylamadığını açıklayınca, dava kendiliğinden düştü.
Ocak 2010’da aile hizmetçisi ücretlerinin verilmediği, adil olmayan çalışma koşulları ve sözlü tacize maruz kaldığı için bir iş mahkemesinde Sara Netanyahu aleyhine dava açtı. Benzer bir dava da ailenin bir başka bakıcısı ve eski koruması tarafından açıldı. Mart 2014’teki bu davanın konusu “çalışan iki elemanına kötü davranmak” idi. Hizmetçinin Sara Hanım’ın ayağını öpmeye mecbur edildiği yolundaki basın haberi ise şiddetle inkar edilip yalanlandı.
Başbakan konutunun müdürü de kötü muamele ve sözlü şiddete maruz kaldığı gerekçesiyle Netanyahu ailesi aleyhinde dava açmıştı. Mahkeme kendisine 43 bin 735 şekel değerinde manevi tazminat ödenmesine hükmetti.
İsrail medyası mobbing ve kötü muamele edildiğine dair yaklaşık 10 farklı hadiseyi haber yapıp, baskılara dayanamayan hizmetlilerin/hizmetçilerin istifa ettiklerini ileri sürüyordu.
Şubat 2016’da Kudüs İş Mahkemesi, Sara Netanyahu’nun düşmanca bir çalışma ortamı yarattığını iddia eden davacı Meni Naftali lehine karar verdi ve kendisine 170 bin NIS (İsrail para birimi) tazminat ödenmesini hükme bağladı.
2015 yılında, Başbakanlık Ofisi zaten bir aşçı istihdam ederken kendisinin yemek siparişi verdiği ve hükümete yaklaşık 100 bin dolar masraf fatura ettiği yönündeki raporlar ortaya çıktı.
Polis, 2016 yılında Sara aleyhinde dava açmayı önerdi. 8 Eylül 2017’de Başsavcı Avichai Mandelblit, Netanyahu’nun yetkisiz bir şekilde devlet kesesinden yemek siparişi vermekle suçlanacağını duyurdu.
16 Haziran 2019’da Sara devlet fonlarını kötüye kullanmaktan suçlu bulundu; devlete 55 bin NIS (15 bin 275 dolar) ödemesi emredildi.
Aralık 2024’te ise kocasına karşı açılan yolsuzluk davasında tanıkları taciz etmekle suçlandı.
https://aposto.com/s/perde-arkasindeki-el-sara-netanyahunun-isleri
Witkoff, büyük ölçüde Mayıs ayında Biden’in önerdiği şartları içeren ateşkes anlaşmasının Netanyahu tarafından onaylanması sağlamak için Katar’daki ofisinden Tel-Aviv’i aramış ve ertesi sabah Netanyahu ile görüşmek için İsrail’e geleceğini söylemişti. Netanyahu’nun çalışanları ise Cuma akşamı itibariyle başlayan Şabat’ın Cumartesi akşamına kadar süreceği için Netanyahu’nun görüşme yapamayacağını, ofise gelmesinin mümkün olmadığını Witkoff’a iletti. Birçok seküler New Yorklu Yahudi gibi Şabat gerekliliklerine harfiyen uymayan ve çalışmama, gündelik hayatı askıya alma, dinlenme ve ibadet etme gibi katı kuralları takip etmeyen Witkoff ise öfkelenip argo bir dil kullanarak “bana ne Şabat’tan, geliyorum” mesajını vermiş, seyahatin yapılacağını söylemişti.
Netanyahu ise bu sert çıkışın üstüne Şabat olmasına rağmen Cumartesi ofisine gelmiş ve Witkoff ile görüşmüştü. Witkoff bu görüşmede de Haaretz ve İsrail basının kulis haberlerine göre, diplomatik ne kadar teamül ve kibarlık klişesi varsa hepsini askıya almış ve Trump’ın mesajını çok net bir şekilde Netanyahu’ya iletmişti: “Ben göreve başlayana kadar bu anlaşma imzalanmalı.”
Trump, 20 Ocak’ta yemin ederek görevine başlayacak. Daha öncesinde Hamas’a seslenerek rehineleri bu tarihten önce serbest bırakmaya ikna olmazsa Ortadoğu’da cehennemin yaşanacağını söyleyerek tehdit savuran Trump, kapalı kapılar ardındaki diğer tehditlerini de İsrail yönetimine savurdu. İsrailli aşırı sağcı hükümet, kendilerine ateşkesin olmadığı açık bir çek verileceğini umarken Trump, Mayıs ayında Netanyahu’nun reddettiği Biden anlaşmasını İsrail’e dayattı. Trump’ın en büyük amacı, göreve başladığı 1981’de başkanlık yemini ettikten hemen sonra İran’ın büyükelçilik baskınındaki Amerikalı rehineleri serbest bıraktığında estirdiği rüzgarın bir benzerini arkasına almak. En önemlisi, İran’a, Çin’e ve Rusya ile müzakerelere odaklanmak için Gazze’deki savaşı sonlandırmak.
Bu nedenle Netanyahu hükümetine çok net bir şekilde ateşkesi dayattı, uzun vadede İsrail’in tamamen Gazze’den çekilmesini öngören bu anlaşmanın faşist Netanyahu rejiminin kırmızı çizgilerine aykırı olmasına rağmen de çıkardığı küçük pürüzlerin ötesinde İsrail bunu kabul etmek zorunda kaldı.
Zira hiçbir İsrailli hükümet yetkilisi, yeni göreve başlayacak olan Trump ile arayı bozmak veya halihazırda sıkı bir İsrail destekçisi olan seçilmiş başkanın öfkesini çekmek istemiyordu. Nitekim bu denli İsrail’i destekleyen birinin dahi ateşkese zorlaması Netanyahu hükümetinin elini kolunu bağlamıştı. Axios’tan Barak David’in haberine göre, geçtiğimiz Cumartesi Witkoff Netanyahu ile görüşürken Biden’in temsilcisi Brett McGurk da görüşmelere katılmış ve İsrail hükümetini ikna etmişti.
Witkoff ardından Katar’a geri döndü ve biri Biden’in biri Trump’ın sıkı adamı olan ikili Katar Emiri’nin huzuruna birlikte çıktıktan sonra 96 saatlik müzakere maratonununa başladı. Katar’a ait bir hükümet binasının iki katı arasında mekik dokudu. Bu binanın ilk katında Hamas, ikinci katında İsrail temsilcileri bulunuyor, Katarlı, Mısırlı arabulucular da iki kat arasında anlaşma şartları için mekik dokuyordu. Amerikalı heyet de gece 3’lere kadar süren bu uykusuz müzakerelerde Trumpçılarla birlikte çalıştı ve nihayetinde uzlaşmaya varıldı.
Netanyahu ise ilk teşekkür telefonunu Biden’a değil, Trump’a açtı. Netanyahu’nun amacı göreve başlayacak olan Trump’ın desteğini diri tutmak, huyuna gitmekti. Fakat ilk başta Trump’ı araması doğru bir tercihti. Zira bu ateşkesin mimarı gerçekten de Trump’tı. Trump eğer seçim dönemindeki söylemlerini devam ettirseydi ve İsrail’e “ben göreve geldiğimde ateşkes gerek yok” deseydi Netanyahu bu ateşkesi de imzalamayacak, Mayıs’ta olduğu gibi saçma sebeplerle reddedecek, uzun vadede Gazze’nin ilhakına giden yolun taşlarını döşemeye devam edecekti.
https://serbestiyet.com/featured/trump-nobel-baris-odulunu-alacak-mi-194077/
İsrail ve müttefiklerinin Yemen’deki eylemleri, askerî hedeflerden öte, Yemen’in stratejik ve ekonomik değerini sömürmeyi amaçlayan derin bir projeye işaret ediyor. Bu müdahalelerin ilk ve en açık hedefi, Husilerin direniş kapasitesini zayıflatmak. İran destekli Husiler, savunma ve saldırı teknolojilerinde büyük bir ilerleme kaydederek balistik füzeler, insansız hava araçları ve hipersonik silahlarla İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü tehdit edebilecek seviyeye ulaştı. İsrail’in Yemen’e yönelik hava saldırıları, bu kapasiteyi yok etmeye çalışırken, aynı zamanda Husilere direnişin bedelini ödetmeyi hedefliyor.
Bir diğer neden, Kızıldeniz’in stratejik önemine dayanıyor. Kızıldeniz, Asya ile Avrupa arasında küresel ticaretin kritik bir geçiş noktası. Husilerin ticaret gemilerine yönelik saldırıları, sigorta maliyetlerini artırıyor ve uluslararası ticareti sekteye uğratıyor. İsrail ve müttefikleri, bu saldırıları durdurmayı ve esasen kendilerine çalışan küresel ticaretin kesintisiz devamını sağlamayı amaçlıyor. İsrail’in müdahaleleri, bu saldırıları durdurma bahanesiyle bölge üzerindeki kontrolünü artırmayı ve Kızıldeniz’i bir tür askeri denetim alanına dönüştürmeyi amaçlıyor.
Son olarak, Husilerin aldığı Filistin’i destekleme pozisyonu da İsrail’in Yemen’deki müdahalelerinin nedenlerinden biri. Husiler, Gazze Şeridi’ndeki çatışmalarla ilgili olarak Filistinlilere desteklerini açıkça ifade etti ve böylece İsrail’e karşı sembolik bir direniş cephesi oluşturdu. İsrail, bu destek kanallarını kesmeyi ve Husilerin Filistin üzerinden geliştirdiği siyasi ve ideolojik dayanışmayı zayıflatmayı hedefliyor. Hatta Husilerin siyasi büro üyelerinden Ali el-Kahhum, grubun İsrail’e hedef almaya devam edecek askeri kapasiteye ve siyasi iradeye sahip olduğunu söyledi. Üstelik “Yemen’in stratejik caydırıcılık denkleminde bir değişiklik yok ve bu denklemi Gazze ve Lübnan’a verilen destek devam edecek şekilde sürdüreceğiz. Bu denklem değişmeyecek ve değiştirilemeyecek.” sözleriyle X platformunda bir paylaşımda bulundu.
https://perspektif.eu/2025/01/15/israil-ve-muttefikleri-yemende-neyi-amacliyor/
Tarihsel suçluluk, şüphesiz Almanya-İsrail ilişkilerinde rol oynuyor. Holokost’un yanı sıra Nazizm’in yenilgisi, Alman devletini ve halkını, insanlığa karşı işlediği tarihi suçları telafi etmek için İsrail’e sınırsız destek sunmaya yöneltti. 2008’de, Almanya’nın eski şansölyesi Dr. Angela Merkel, İsrail Devleti’nin varlığı ve güvenliğinin Almanya devletinin varlık nedenlerinden biri olduğunu söylemişti. Son zamanlarda bu söylem, mevcut hükümetin şansölyesi Scholz’un İsrail’e koşulsuz destek sözü vermesi ve ‘Olabileceğimiz tek bir yer var: İsrail’in yanı’ sözleriyle kendini gösterdi. Almanya’nın desteği, 0,88 milyar euro değerinde silah ihracat lisansıyla İsrail’in ikinci büyük silah tedarikçisi olmasıyla somutlaşıyor. 2023’te Alman silah ihracatı 10 kat arttı ve lisansların çoğu 7 Ekim’den sonra verildi. Ekim 2024’te Almanya şansölyesi daha fazla silah sözü verdi ve bu, Almanların doğrudan İsrail yerleşimci-sömürgeciliğine yardım ve yataklık ettiğini gözler önüne serdi.
Alman devleti bir yandan da Filistinlilerle dayanışma içinde olanları kriminalize ediyor. (…) Berlin’de Filistin bayrağı salladığı için yedi yaşında bir çocuk tutuklandı. Bu durum göstericilere yönelik polis şiddetiyle devam ediyor ve uluslararası insan hakları gruplarının soruşturma çağrısında bulunmasına yol açıyor. (…) Baskı, Filistin dayanışmasının antisemitizmi desteklediği ve sonuç olarak ‘şiddet içerikli’, ‘korkutucu’ olduğu ve/veya İsrail’in yok edilmesini önerdiği iddiasıyla gerekçelendiriliyor.” (…)
Yazar, söz konusu durumun, iki endişe verici meseleye işaret ettiğini belirtiyor: “Birincisi, İsrail’in kurulması Avrupa antisemitizmine bir çözüm ve Yahudiler için güvenli bir liman olarak görülüyordu. Bugünse İsrail hükümetine yönelik eleştiriler Yahudi halkının yok edilmesiyle eşdeğer tutuluyor. Almanya ve itaatkâr destekçileri, Yahudi halkını İsrail devletinden ayırt edemiyor. Bu da, ikinci olarak, akut Yahudi karşıtı şiddet ve bağnazlıktan ziyade etno-milliyetçi devletçiliğe daha fazla dikkat eden çarpık bir antisemitizm görüşüne yol açıyor. (…)
Alman hükümeti sınır dışı etmeyi meşrulaştırmak için artık Filistin dayanışmasının antisemitik markasını kullanıyor. Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser, sosyal medyadaki faaliyetlere dayanarak Alman pasaportu olmayan herkes için sınır dışı etme politikalarını güçlendirmek istiyor; Filistin yanlısı içerikle ilgili bir ‘beğeni’ veya ‘yorum’ sınır dışı edilmeye neden olabilir. Dahası, Alman hükümeti Alman vatandaşı olmak isteyen herkesin İsrail’in var olma hakkına sahip olduğunu ilan etmesini istiyor. (…)
https://fikirturu.com/jeo-politika/almanyanin-israile-desteginin-nedeni/
İsrail hükümetinin görevlendirdiği Nagel Komitesi, Türkiye ile olası bir sıcak çatışma için hazırlık yapılması gerektiğini bildiren bir rapor yayımladı. Komite, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki etkisini yeniden kazanma çabalarının İsrail ile gerginliğe yol açabileceğini vurguladı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, raporu kabine toplantısında değerlendirdi. Netanyahu, Ortadoğu’da köklü değişimler yaşandığını vurguladı. Başbakan, İran’ın uzun süredir en büyük tehdit olduğunu ancak artık sahneye yeni güçlerin girdiğini belirtti. Netanyahu, İsrail’in beklenmedik durumlara hazır olması gerektiğini söyledi.
İki ülke arasındaki ilişkiler son dönemde giderek geriliyor. İsrail, Türkiye’nin Suriye’deki artan etkisinden endişe duyuyor. Türkiye’nin bölgedeki İslamcı gruplarla yakın ilişkileri, İsrail’i tedirgin ediyor. İsrail’in Kürt gruplarla kurduğu ilişkiler de Türkiye’nin tepkisini çekiyor.
Öte yandan İsrail’in Gazze soykırımı ve bölgede tetiklediği değişime Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail karşıtı açıklamalarla karşılık veriyor. Bu karşılıklı tutum ilişkileri daha da gerginleştiriyor. Tel Aviv Üniversitesi’nden Türkiye uzmanı Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak, iki ülke arasında gelecekte askeri bir çatışma riskinin gerçek olduğunu belirtiyor.
https://medyascope.tv/2025/01/14/yeni-suriye-turkiye-israil-diyalogu-kurulur-mu-video/
Neresinden bakılırsa bakılsın, Suriye sorunsalı Türkiye ile İsrail'i sadece bölgenin iki kazanan aktörü yapmakla kalmamış, aynı zamanda üstü kapalı bir biçimde birbirleriyle Suriye üzerinden komşu yapmıştır. Şimdi bu iki aktörün, gerek Suriye gerek Gazze gerek Filistin meselesi, gerekse Ortadoğu bölgesinin topyekun istikrarı konusunda aralarındaki anlaşmazlıkları aşarak yapıcı bir katkı sağlamalarının zamanıdır. Bu katkının sağlanması için müsait bir ortamın oluşmasına en önemli dayanağı Hamas ile İsrail arasında varılan ateşkes mutabakatı oluşturmaktadır. Bu gelişmeyi İsrail açısından olumlu bir adım olarak nitelemek mümkünse, o zaman Türkiye'nin de İsrail'e karşı uyguladığı ticari ambargoyu kaldırmak gibi bir adım atarak barış için katkı yapması bölgede yeni bir yumuşama, yeni bir anlayış ve yeni bir güven arttırımı sağlayacaktır.
https://kisadalga.net/yazar/gazzede-ateskesten-mutarekeye-giden-yolda-miyiz-118364
Trump, daha görevine başlamadan başkanlığının etkili olduğunu öne sürmekte ve ateşkesin sağlanmasında rolünün olduğunu iddia etmektedir. 20 Ocak yaklaşırken Trump’ın sadece Gazze’ye değil Orta Doğu’nun geneline yönelik açıklamalarına bakıldığında sert bir politika izleyeceği değerlendirmesini yapmak mümkündür. Ateşkes sağlanmazsa, Hamas rehineleri serbest bırakmazsa Orta Doğu’da “cehennemin yaşanacağını” ifade etmiştir. Trump özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu’nun söz konusu müzakereler esnasında gösterdiği direnci kırması açısından önem teşkil etmektedir. Trump’ın Netanyahu’yu eleştirdiği ve İsrail başbakanının Trump’ın başkanlık yemin törenine katılmayacağı dile getirilmektedir. Hamas üzerinde de baskı kurduğunu söylemek mümkündür.
İsrail-Suudi Arabistan yakınlaşması da Trump’ın gündeminde olacaktır. Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Bin Selman, Filistin devletinin kurulmasını söz konusu andlaşma için koşul olarak öne sürülebilir. Fakat Netanyahu’nun Filistin devletinin kurulmasına karşı çıktığı bilinmektedir. Trump’ın yakın isimlerinin açıklamalarına bakıldığında yeni başkan için Orta Doğu’ya yönelik önceliklerden birinin İsrail ve Suudi Arabistan arasında ilişkileri normalleştime andlaşması olacağı anlaşılmaktadır.
https://www.yeniarayis.com/yazi/trumpi-beklerken-filistin-10057
İsrail, bu son Hamas savaşını kaybetti.
-Mesele sadece Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail’i suçlu ilan etmesi değil…
-Mesele sadece BM İnsan Hakları Konseyi’nin İsrail’in insanlığa karşı suç işlediğini beyan etmesi değil…
-Mesele sadece Cornell Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Jens David Ohlin gibi 800’den fazla uluslararası insan hakları uzmanının İsrail’i soykırımcı ilan etmesi değil…
-Mesele sadece Bağımsız Birleşmiş Milletler uzmanlarının ayrım gözetmeksizin askeri saldırıda bulunan İsrail’i savaş suçlusu ilan etmesi değil…
-Mesele sadece Paula Gaviria Betancur veyaFrancesca Albanese gibi insan hakları özel raportörlerinin İsrail’i suçlayan raporları değil…
-Mesele sadece Türkiye, Hindistan, Arjantin, Filipinler, Kolombiya, Avusturya, Danimarka, Belçika, Kamerun, Şili, Çin, Meksika, Çad, Fas, Brezilya, Japonya gibi dünyanın yarısının İsrail’i kınaması değil…
-Mesele sadece Harvard, Pensilvanya, MIT, Yale, Berkeley, Columbia, Brown, Stanford gibi Amerika’da,McGill gibi Kanada’da, Leipzig gibi Almanya’da, Sciences Po gibi Fransa’da, Gent gibi Belçika’da, Amsterdam gibi Hollanda’da, Barcelona gibi İspanya’da yüzü aşkın üniversitede öğrencilerin-öğretim üyelerinin İsrail’i protesto etmeleri değil…
Bu kanlı süreçte tek şey oldu sonuçta:
Siyonist lobiciler yenildi! Bunların her farklı görüşü, çalışmayı, kitabı “antisemitik” diye suçlamaları artık inandırıcılığını yitirdi...
Soykırım sömürüsü son buldu. Karşıt gözüktüğüne benzediği ortaya çıktı. Netanyahu’nun neredeyse Hitler’den farklı olmadığı görüldü!
Evet siyonizmi pazarlama lobisi, 77 yıldır ilmek ilmek ördüğü psikolojik savaşını kaybetti. İnsanlar ilk kez İsrail’e karşı büyük katılımlı protestolar yaptı.
Umarım:
İsrail ve Filistin kalıcı barış yapar, kardeşlik hukukunu temel alan yepyeni siyasi yapı inşa eder…
Umarım:
Yahudi soykırımında bedel ödeyenler, siyonist lobilerin siyasi pazarlama aracı olmaktan kurtarılıp, hak ettikleri yücelikte anılır...
https://www.nefes.com.tr/yazarlar/soner-yalcin/siyonizmi-pazarlamak-8904
İsrail’in pek fazla dostu olmayan Asya kıtasında Singapur ile birlikte son yıllarda Hindistan ve Talmud sevdalısı Güney Kore ön plandadır.
Gününüzde yaklaşık 150 bin civarında Dürzi İsrail vatandaşı olarak yaşıyor. Askere gitmeleri zorunluluk olmamasına rağmen askere gitmeyi tercih ediyorlar. Polis gücü içinde de yer alıyorlar. Örneğin, Harem-i Şerif çevresinde günlük güvenliği sağlayan polislerin önemli bir kısmı Durzi.
Ülkenin kuzeyinde saha koşullarını iyi bilmeleri sayesinde fonksiyonel bir işlevle görev yapıyorlar. Sistemle barışık Dürziler siyasi arenada temsil edilebiliyorlar. Dönem dönem kırılmalar yaşansa da kültürel dokularını koruma eğilimleri (Sünni, Şii, Hristiyan anlayışların içinde asimile olmama- çatışma yaşamama içgüdüsü) ile kendilerine tanınan haklar doğrultusunda İsrail vatandaşı olarak kalmayı sürdürüyorlar.
İsrail’de daha ayrık bir kümede yer alan Dürzilerin pozisyonlarını belirleyen gelişme, 1967 sonrası İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi oldu. Bu tarihin ardından Golan civarında işgal edilen bölgede yaşayan ve Suriye kimliğinden vazgeçmeyen yaklaşık 25 bin civarında Dürzi bulunuyor. Bu kitlenin İsrail vatandaşlığına başvuru hakkı olsa da ezici çoğunluk bunu tercih etmiyor. Özgün bir kimlikle yaşamlarına devam ediyorlar.
İsrail içinde de bazı kırılma anları da zaman zaman su yüzüne çıkıyor. Özellikle ülkede 2018’de yürürlüğe sokulan ve tartışmalara yol açan “Ulus-devlet Yasası’na” Dürziler de ciddi tepki göstermiş, kendilerini ikinci sınıf vatandaş yapan bu tarz bir yasa karşısındaki protesto gösterilerinde başat gruplar arasında yer almışlardı.Tepkiler somut gerekçelere dayansa da 7 Ekim sonrası gelinen aşamada İsrail hükümetinin bu itirazlara kulak verebileceğini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.
https://fikirturu.com/jeo-politika/durziler-kaosun-ortasindaki-azinlik/
İsrail'in siyasi istikrarı, şu sıralar hem son bir buçuk yıldır yaşanan sancılı sürecin bir yansıması olarak hem de koalisyon hükümetlerinin kaçınılmaz bir cilvesi olarak kırılgan bir zeminde yol olmaya çalışıyor.
Artık, Netanyahu'nun iktidarını kaybedip kaybetmeyeceği, koalisyonun ne kadar dayanıklı olduğuna, muhalefetin ne kadar güçlü olduğuna ve genel kamuoyu desteğine bağlı.
Fakat, son anketlerde Netanyahu'nun popülaritesine ilişkin ciddi düşüşler gözlemleniyor.
@ADL dan gelen rahatsız edici yeni veriler, antisemitizmin küresel olarak hızla artmaya devam ettiğini ve ankete katılan 58 bin yetişkinin neredeyse yarısının derin antisemit tutumlar sergilediğini gösteriyor. Bu, küresel nüfusa ekstrapole edildiğinde yaklaşık 2,2 milyar kişi olacaktır.
Nefret dolu olayların artması ve Holokost'un doğrudan tanıklarının sayısının azalmasıyla, özellikle tehlikeli bir zamandayız. Hayatta kalanların çocuğu olarak, bu kadar çok gencin Holokost'un tarihsel olarak doğru olduğuna dair şüphelerini dile getirmesini görmek beni özellikle dehşete düşürüyor. Bu tehlikeli, çok tehlikeli bir eğilim. Hükümet, iş dünyası ve hayırseverlikteki tüm liderlerimizin bu zorlukla doğrudan yüzleşmeleri ve platformlarını kullanarak konuşmaları gerekiyor.
https://x.com/AlbertBourla/status/1879320636620685593
İsrail'de aşırı sağ ile ilgili en büyük yanılgı, onu Ben Gvir gibi karikatürize tiplerle sınırlı, geçici bir anomali olarak görmek, hatta Ben Gvir'in gücünü bile küçümsemek oldu. Savunma Bakanı Katz, Filistinlilere karşı şiddet eyleminde bulunan yerleşimcileri övgüyle salıveriyor
https://x.com/FeritBelder/status/1880255415054893548
Joshua ve Emily Kotler, Altadena'daki evlerini bir orman yangınında kaybettiler ancak kızları Liberty (4) ve Eve'i (2) alarak kurtuldular.
Küllerin arasında, geriye kalan tek eşyayı buldular: Holokost'tan kurtulan birinden kalma, Yeşu'nun büyükannesinin menora'sı.
"Akıl almaz derecede güçlüydü," dedi Joshua, daha önce almadığı için pişman olduktan sonra. Parlayan bir dayanıklılık sembolü.
https://x.com/FarroYossi/status/1878496004984521008
🔴 Üst düzey İsrailli yetkililer:
▪️Türkiye düşmanımız değil, rakibimiz.
▪Sürtüşmeler olabilir, ama hiç kimse Türkiye ile askeri çatışma istemiyor.
▪️Türkiye ile güvenlik kanalları üzerinden temaslarımız var.
▪Türkiye ile konuşuyoruz ve ne olursa olsun İsrail sınırına yakın şekilde konuşlanmış askeri birlikler görmek istemeyiz.
- Ynet News
https://x.com/ConflictTR/status/1880204878041030748
İsrael’in yeni nesil müzik dünyasındaki parlak başarılarından, Fauda dizisi oyunculuğuna uzanan yolun ötesinde, hayli kutsal bir anlam daha bekliyormuş hayatında İdan Amedi’yi...
7 Ekim Hamas katliamının ardından, 12 Ekim 2023’te, 300.000'den fazla yedek askerin çağrıldığı sırada- Gazze'deki Hamas liderliğindeki teröristlerin İsrael sınırını basıp yaklaşık 1200 kişiyi öldürmesinden ve 240 sivili kaçırmasından 5 gün sonra, Amedi X sosyal medya platformunda bir video yayınlıyor, "Bu Fauda'dan bir sahne değil, gerçek hayat" diyor asker üniformasının içinde ...
https://youtube.com/shorts/nignxo06JQM?si=guyRbdVP6118IBbs
https://www.turkisrael.org.il/single-post/supermen