Holokost kurtulanı Millie Baran, New York´ta bir caz gösterisinde hikâyesini paylaşıyor.
99 yaşındaki Millie Baran, amacı ötekileştirilmiş sesleri duyurmak olan bir müzikal projede besteci, piyanist ve müzik dersi öğretmeni Albert Marquès ile iş birliği yapıyor.
Holokost kurtulanı Millie Baran 99 yıllık hayatında çok şey yaşadı. Polonya'daki Oszmiana Gettosuna hapsedildikten sonra, henüz bir çocukken çok sayıda çalışma ve toplama kampına gönderildi. Savaş bittikten sonra evlenip New York'a taşınmadan önce dört yılını Almanya'daki bir mülteci kampında geçirdi. New York'a taşındıktan sonra burada anneliği, büyükanneliği ve hatta büyük büyük anneliği tattı.
Baran şimdi ise yapmayı hiç hayal etmediği bir şeyi yapıyor; Manhattan'da bir caz gösterisinde kurtuluşunun hikâyesini paylaşıyor.
New York'ta yaşayan, şarkı söylemeyi çok seven fakat hiçbir profesyonel müzik deneyimi olmayan Baran bu projede, New York'taki bir devlet okulunda müzik öğretmenliği yapan Barcelona asıllı besteci ve piyanist Albert Marquès ile iş birliği yapıyor. Marquès'nin projesi 'Sesleri Yükselt (Amplify Voices)', ölüm cezasına çarptırılan kişiler, İspanya'da kralı eleştirdiği için hapse giren bir ifade özgürlüğü savunucusu gibi yeterince temsil edilemeyen seslerin hikâyelerini anlatmak için müziği kullanıyor.
Marquès, projenin Holokost kurtulanlarının seslerini duyurmak amacını taşıyan ve Yidiş dilinde ‘Buradayız’ demek olan ‘Mir Zaynen Do’ bölümü için piyano, gitar, alto saksafon, bas ve davul çalan altı Aşkenaz Yahudi’si müzisyenden oluşan bir ekiple çalışıyor, Baran da sözlü olarak kendi tanıklığını anlatıyor. Grup canlı gösterinin tanıtımı olarak YouTube'da şimdiye kadar üç müzik videosu yayınladı. Bunlardan ikisi çoğunlukla Baran'ın hüzünlü, neredeyse uyumsuz denilebilecek bir müzik eşliğinde sözlü anlatımını içerirken, üçüncüsünde Baran iki yetişkin kızı ile birlikte şair Hirsch Glick tarafından 1943 yılında Vilna Gettosunda yazılmış olan birçok Yidişçe şarkıdan biri olan ‘Mir Zaynen Do’yu söylüyor.
Baran bir söyleşisinde, "Kitaplarda, gazetelerde okumak yerine bunu duymanız tamamıyla farklı bir şeydir. O kişinin ne fırtınalar geçirdiğini duyduğunuzda gazetede okumaktan tamamıyla farklı olarak anlarsınız. Bu yüzden gelecek nesiller için bunu istiyorum; belki birisi duyar, belki birisi görür" ifadelerini kullandı.
Litvanya'nın Vilnus kenti yakınlarında çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı bir kasaba olan Oszmiana'da (şimdiki Belarus) doğan Baran, 1941 yılında kasabadaki neredeyse tüm yetişkin erkeklerle birlikte babası ve amcaları Naziler tarafından öldürüldüğünde henüz onlu yaşlarındaymış. Ablası ise Oszmiana Gettosuna kapatıldıklarında öldürülmüş. En sonunda, birkaç toplama kampına gönderilmesinin ardından annesi ile birlikte, 1945 baharında, Sovyet güçleri tarafından Danzig (şimdiki Gdańsk) yakınlarındaki Stutthoff toplama kampından kurtarılmışlar. Baran, eşi Mikhl ile 1946 yılında Łódź'da tanışmış. Mikhl de Oszmianalıymış ve Lublin dışındaki Majdanek toplama kampını kurtaran Sovyet savaşçılarından biriymiş.
Marquès bir besteci olarak, Baran'ın hikâyesini dinledikten sonra ve Holokost'u yakında ilk elden anlatabilecek bir kurtulan kalmayacağını düşündüğü için bunu bir müzikal projeye dönüştürme kararı almış.
Marquès, açıklamasında "Holokost konusunda, örneğin, beynin devre dışı kaldığı bir an var, çok fazla geliyor, 'kelimelerle anlatılamıyor'. Öyle bir an geliyor ki sözler 'yetersiz' değil çok fazla kalıyor. Çağdaş müzik ise, bunun tersine, seyircinin o kişiyle empati kurmasına yardımcı oluyor, ancak bunu politik ya da ideolojik olarak değil, duygu yoluyla sağlıyor" ifadelerini kullanıyor.
Marquès, büyürken İspanyol Engizisyonundan itibaren Holokost'a ve günümüzdeki antisemitizme kadar İspanyolların Katalonya Yahudilerine yaptıkları hakkında hiçbir şey öğrenmediğini hatta Sefarad Yahudilerinin varlığından bile haberdar olmadığını söylüyor.
Marquès, "Okulda veya başka bir yerde, tipik antisemit söylemleri duyarken, bana hiç kimse bunların hiçbirini öğretmedi" diyor. Ancak bu yeni projede ve daha önce kaydettiği, İspanya'daki Yahudi müzik mirasına bir övgü olarak adlandırdığı ‘Sefarad’ adlı projede Marquès, hakkında hiçbir şey bilmediği bir halkın anlatılmamış hikâyelerini anlatıyor.