Bu dünyada neden bu kadar çok sorun var?

Selin Sebla OK Perspektif
12 Şubat 2025 Çarşamba

“Hakkı Rahmetine Kavuşan Büyük Yönetmen David Lynch Ruhuna El Fatiha” çağrısıyla Teşvikiye Camii önünde lokma döktürmek gibi bir anmadan sonra Lynch’in değeriyle ve kaybıyla yaşadığımız üzüntüyle ilgili ne yazıp çizsek hep biraz eksik kalacak. En çok üzülenlerden biri benimdir herhalde şeklinde abartılı bir hissiyatla sosyal medyadaki tüm yaratıcı anmalara bile söylenip dururken karşıma çıkan bu haberle yaşadığım kısa süreli şok etkisinin ardından “Lynch’i anmak dediğin böyle olur işte” dediğimi de bir ders minvalinde hiç unutmayacağım. Kibirli üzüntü modellerimize sarılıp bir şeyin gerçek değerini anmadan gösterdiğimiz tüm tepkileri düşünmek için iyi bir fırsat. David Lynch ancak böyle güzel anılabilirdi çünkü o da tam bireysel değerlerin ve dışavurumların absürt sayılmadığı bir dünyanın iyimser tasarımcısıydı. Neden mi iyimserdi? Sürekli değişen dünyada sabit bir gerçeklik bulmaya çalışmanın beyhude arayış tuzağına hiç düşmediği için, hiçbir duyguya ve davranışa özel bir değer ve mesaj atfetmediği için, rüyaları önemsediği için, ötekini tanıdığı için ve varoluşa dair tam bir yoksunluk, tam bir başarısızlık, tam bir dehşet trajedisi yaratmadığı için, gülünç olmayı sıra dışı olarak görmediği için, insanlık hallerine yabancılaşmadığı, tersine yabancı bulunanın farkını anlamaya çalıştığı için bir iyimserdi. Çünkü onun dünyasında herkes var olmayı hak etmekteydi.

Gerçek dünya fikri de neydi?

Felsefi düşüncenin ilk zamanlarına hâkim fikirlerden biriyken, düşün insanlarını farklı kutuplara ayıran iddialı bir tartışmaydı ‘gerçeklik’. Yaşadığımız çağda ise gerçekliği algılamaya çalışma yönünde yaşanan değişimlerde, bu kutuplaşmanın tansiyonu geçmişe oranla esnetilmiş olsa da ‘gerçek dünya’ fikri eski önemini muhafaza ediyor ve sanatlar yoluyla yapılan manipülasyonlarla dahi olsa amaç, gerçekliğe ulaşmanın bir parodisi gibi görülüyor. Oysa Nietzsche bu konuda çok uzun yıllar önce şöyle söylememiş mi? “Gerçek dünyayı yok ettik; geriye ne kaldı? Görünür dünya, herhalde?... Ama hayır! Gerçek dünyayla birlikte görünür dünyayı da yok ettik.” Nietzsche ‘görünümler’ ve ‘gerçek’ diye iki ayrı dünya olmadığına ‘görünümler’ olarak nitelenen ve gerçekliği sorgulanan her şeyin ‘gerçek’ adını verdiğimiz dünyada anlam taşıyıcı olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Tüm görünümler, öteki dünyada, görünümlerin refere ettiği evrende değil yaşadığımız, günlük rutinlerimizi devam ettirdiğimiz dünyada anlam kazanır.

Ayrıca Jean-Paul Sartre’ı da takip ederek diyebiliriz ki “Her birimizin kendi varoluşumuzun anlamını tanımlamamız gerekir.” Zira her bireyin gerçeklik arayışı eşsizdir ve toplum içinde aynı bireysel mücadeleyi veren Lynch gibi tüm bu özel “düşünce adamları” tarafından gerçekleştirilebilir olduğunda bir değer olarak somutlaşır, bir varlığa dönüşür. Slavoj Žižek için bu, Lynch’i Lacan üzerinden okumak anlamına gelir.

Ünlü Lacancı Gerçek

Jacques Lacan, biyolojik bir varlık olan insan yavrusunun kültürel bir özneye nasıl dönüştüğünü açıklarken ‘Ayna Evresi’ olarak adlandırdığı teorisinde özellikle ‘ego’ üzerinden yol alır. Ego, başlangıçta yani ilk 8-16 aylık evre içerisinde imgesel yapıya aittir. Çocuk ilk olarak ayna ile tanıştırılarak henüz parçalanmamış olan egosunun yıkım sürecine dâhil edilir. Daha sonra simgesel yapı ile imgesel olan bastırılmaya başlanır. Simgesel olan, genellikle tanık olduğu kültürel yapının simgelerinden oluşur Lacan’ın, teorisi ise bu noktada dikkat çeker. ‘Bilinç Dışı’ olarak adlandırdığı yapı, Lacan’a göre simgesel düzenle birlikte gelişir. ‘Gerçeklik’ ise yaklaştıkça simgesel verilerle birlikte değişen bir arzu noktası olarak tanımlanır ki ‘bilinç dışı’nda bu eksikliği tamamlamak için hep uğraş verilecektir. Ayna evresini, sınırlı, gelip geçici, gelişim sürecinin tamamlanmasıyla son bulacak bir evre olarak düşünmek yerine, insanın yaşam boyu egosuyla verdiği savaşta ‘özne-ben’in mücadelesinin yani kendini inşa etme sürecinin bir aşaması olarak düşünmek mümkündür. Lacan’ın bize gösterdiği şey aslında, imgeye karşı yabancılaşmanın egoyla nasıl örtüştüğüdür. Ayna, bir imge olarak ‘özne-ben’e, ‘gerçek ben’e ulaşıldığına dair bir yanılsamayı tasvir eder. Dolayısıyla insanın kuşku duyduğu şeyin aslında neden daima kendisi olduğu daha iyi anlaşılabilir. Bizlerin ayna ile ilgili deneyimini daha çok bir yansımanın kılığında, kendisiyle karşılaşan bir bilince benzetebiliriz. Bu bilinç daima gerçek yansıyı yakalamak, ötekinin sayısız suretine bir maskenin ardına bakar gibi sıyırarak bakmak için çaba sarf etmektedir. Öteki en basit anlamıyla bizim dışımızda olan demektir. Göstergebilim yazarı Utku Özmakas’a göre, “Aslında biz hem ötekinin dışındayız hem de öteki bizim içimizdedir.” Yani öteki ile birbirinin yansıyanı durumundayızdır. Ötekiyle bu bütünlenme hali bir fantezi gibi görünebilir ancak Lacan’a göre fantezi, ‘gerçeklik duygumuzun’ nihai desteğidir. Lynch’in aşırı karşıtlıklar kullanarak, kötülüğün dolayımlı olduğunu, iyi ve kötünün spekülatif bir özdeşliği olduğunu, kötülüğün gülünç klişelerden oluştuğunu gösterme biçimi de bunu destekler. Arzumuz her zaman Öteki’nin arzusu olduğundan, yani hem Öteki’nden alınan hem de ona yönlendirilen olduğundan, rahatsız edici olan şey, bu Öteki’nin bizden ne talep ettiğinden ne olmamızın beklendiğinden asla emin olamamamızdır.

Tüm bu nedenlerden ötürü Lynch sinemasının basitçe ‘psikolojikleştirilmesi’ çok doğru bir okuma olmayacaktır. Bu denli varoluşsal bir problematiği insan doğasındaki psikolojik sapmalar olarak görme tehlikesine yol açabilir. Bu onun sineması hakkında kusurlu bir saptama olur. Tüm anlamsızlıklar, karmaşalar, şizofrenik ve rüya benzeri sekanslar tüm filmlerini aynı zamanda dahi olan bir delinin gözündenmişçesine cazip hale getirirken Lynch’in evreninde neyin ciddiye alınması gerektiği gibi daha genel bir noktaya getirir.

Hayal gücü

Alfred Hitchcock “Gerçekten daha önemli bir şey vardır, hayal gücü” der. Lynch’in hayal gücünü besleyen evren rüyaların evrenidir. Lynch rüyalara güvenir çünkü rüyalar çelişki nedir bilmez, kuralsızdır, tutarsızdır ve bir insanın her türlü felaketten sağ çıkabileceği bir evrendir. Aristoteles “hayal gücü bize bir hayalin sunulduğunu görme işlemidir” ve “ruh asla zihinsel bir imge olmadan düşünmez” der. Zihinsel imgelerin efendisi olarak sonuna dek anacak olduğum Lynch’in Blue Velvet filminden sıklıkla alıntılanan ve Jeffrey’nin paramparça ve derinden rahatsız olduğu konuşmada, “Bu dünyada neden bu kadar çok sorun var?” sorusunu sordurması gerçekliklerin hayal gücü tarafından sürdürülebilir olduğu konusunda belki de en belirgin olanıdır. José Ortega y Gasset’in de ifade ettiği gibi Dünyanın gerçekliği her zaman bizim hayallerimizle çatışacaktır; ama biz kendimizi şimdiden özgürleştirebilmek için hayal kurmalıyız”. Bunu en iyi yapabilen insanlardan birine uğurlar olsun…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün