Her son yeni bir başlangıcın dostudur: Depremin ikinci yılında Antakya Yahudileri

Yıkım ve yaratım iç içedir. Depremin üzerinden iki yıl geçerken hafızayı canlı tutmak, anlatmak, devam etmek ve geleceğe bakmak adına bu konuda çalışmaları olan Liza Cemel ile söyleştik.

Söyleşi
12 Şubat 2025 Çarşamba

Adem Muzaffer Erol

Antakya, yüzyıllardır farklı inanç ve kültürlerin iç içe geçtiği, kadim bir kent. Bu medeniyetler beşiği içinde Antakya Yahudileri, kökleri binlerce yıl öncesine uzanan ancak nüfusu son yıllarda hızla azalmış olan ve 6 Şubat depremi sonrasında şimdilik, kente geri dönmek üzere, ayrılan bir topluluk olarak, kentin tarihine ve kimliğine silinmez izler bırakmış bir cemaat. Yahudiler her ne kadar kentten şimdilik ayrılmış olsa da hafızaları, gelenekleri ve hikâyeleriyle varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.

Liza Cemel, Antakyalı bir Yahudi olarak bu hafızayı kayıt altına alma, kaybolmaya yüz tutmuş hikâyeleri gelecek nesillere aktarma misyonunu üstlenen bir isim. Almanya Heidelberg Üniversitesi Yahudi Çalışmaları master programını tamamlayan Cemel, kişisel anlatılar üzerinden topluluğunun hafızasını koruma altına alıyor. ‘At the Point of Joy and Sorrow: Essays about Jewish Life in Turkey’ başlıklı ilk kitap denemesinde ise Cemel, bir Antakyalı olarak hem Türkiye'de Yahudi olmak üzerine kendi deneyimlerine hem de deprem sonrası hislerine ve geleceğe dair düşüncelerini paylaşıyor. Depremden önce başlatılmış bu kitap projesi deprem gerçeğiyle sarsılınca, yayıncı ve kendisi gelirleri afet yardımına bağışlamaya karar verdiler. Cemel'in çalışmaları, bir cemaatin tarih sahnesinden silinişini değil, kültürel kimliğin mekânsal ve zamansal düzlemde nasıl taşındığını, diaspora bağlamında nasıl yeniden inşa edildiğini ve kolektif hafızanın bu süreçte nasıl dönüştüğünü ortaya koyan önemli belgeler niteliğinde.

Bu röportajda, Liza Cemel ile Antakya Yahudilerinin kültürel belleği, göç deneyimleri ve deprem sonrası yaşanan değişimler üzerine konuştuk. Cemel’in ‘Validja’ yani bavul metaforu üzerinden anlattığı bu yolculuk, sadece Antakya Yahudilerinin değil, tarih boyunca göç etmek zorunda kalan tüm Yahudi cemaatlerinin hikâyelerine de ışık tutuyor.

Bu çalışmaların yanı sıra, yine Almanya’daki üniversitesinde yıkım, yaratılış, travma, Antakya Yahudi varlığı (ve yokluğu), farklı kültürlerin etkileşimi konularına yoğunlaşan ve deprem sonrası çektiği fotoğraflardan oluşan bir fotoğraf sergisi düzenledi. Bunu gelecekte farklı ülkelere taşımayı umuyor.

Liza ilk olarak kendini tanıtabilir misin?

Kişisel göç hikâyem ve ona yüklediğim anlam ve serüven beni şekillendiren önemli bir parça diyebilirim. Göç hikayem hâlâ devam ediyor. Antakya’da doğup İstanbul’a taşınmam gibi 17 yaşımda tek başıma İtalya’ya taşınmak da hayata bakış açımı değiştirdi. Şu anda da başlıca ofisleri, Kudüs ve New York’da bulunan uluslararası bir Yahudi insani yardım kuruluşunda çalışıyorum. Deprem dönemi ve sonrası da dâhil olmak üzere, küresel ve yenilikçi kalkınma alanında dünyanın dört bir yanındaki savunmasız toplulukların projelerine destek oluyoruz. Ben ekibe katılmadan önce depreme böylesine acil destek sağlamış bir kurumda şu an çalışıyor olmanın tabi ki benim için anlamı özel. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerle sağlık, sürdürülebilirlik, tarım teknolojisi, doğal afetler gibi alanlarda projeler geliştiriyoruz.

Washington Üniversitesi Sefarad Çalışmaları Programı ile The Sephardic Jewish Brotherhood Foundation tarafından düzenlenen Muestras Konsejas adlı deneme yarışmasında "Las Validjas" başlıklı denemenle öğrenci kategorisinde birincilik kazandın. Bu denemede "Ağızdan ağıza aktarılan geçmişe dair hikâyeleri anlatacak kimse kalmadı. Bunu yapmaya çalışıyorum ve kendimi buna adıyorum" diye bir cümlen var. Bu bağlamda akademik çalışmalarını anlatabilir misin?

Bu bağlamdaki önemi yalnızca akademiye yüklemiyorum, fakat o da işlerimin büyük bir parçası ve vesilesi oldu. Sanırım ilk resmi iş lisans tezimle başladı, uluslararası ilişkiler eğitimimden yola çıkarak Türkiye’deki siyasi değişimlerin Yahudi azınlık grubu üzerindeki etkilerini araştırmayı hedeflemiştim. Sonra da biraz gerisi geldi aslında:) İlgimi çeken bir konu olduğunu fark etmem ve aslında araştırılacak çok şey olduğunu görmem de bu konuda ilerlememi sağladı. Bu alana yoğunlaşan sonraki girişimim Paideia Enstütüsü’nde bir yıllık Yahudi Çalışmalarını tamamladım. Sayılı eğitmenlerden genel bir bakış açısı kazandım ve programın master kısmına Heidelberg’de devam etmeye karar verdim. Bu süre zarfında hem çalışmalarım arttı, hem de Antakya’yla olan aile ve kişisel bağıma, akademik bakış açısı da eklemeye heveslendim. Antakya Yahudilerine, sözlü tarih ve kültürel hafızası pratiklerine yoğunlaşan bu çalışmamım tam ortasında deprem felaketi olunca çalışmanın yönü ve gerçekliğimiz biraz(!) değişti diyebilirim…

Üniversite bağlamı dışında, farklı gazete ve bültenlere katkı sağlamaya çalıştım. Yazılarımın çoğunluğu Türkçe ve İngilizce dilinde olsa da tek tük Almanca da vardı.

"Validja" (bavul) kavramı, denemende önemli bir metafor olarak öne çıkıyor. Senin bavulunda neler var?  

Evet, bu metaforun kullanımı beni ilk okuduğumda etkilemişti. Master tez dönemimde okuduğum kaynaklardan birisinde geçen, Rıfat Bali benzetmesinden esinlendim ve kendi denememe ve hikâyeme uyarladım diyebilirim. Benim validjamda ne var diye sorarsak, zor bir soru… Olmazsa olmaz merak; azim; keşfetme ve öğrenme tutkusu; değerlerim ve tabii ki diller ve anı fotoğrafları…

Tezini Antakya Yahudilerinin hafızası üzerine yazdın ve ‘At the Point of Joy and Sorrow’ başlıklı kitabında yer alan yedi denemenin üçü Antakya ve Antakya'daki yaşamınızla ilgili, Antakya Yahudileri kimlerdir? Antakyalı Yahudi olmak ne demek?

Bunu bir cevaba sığdırmam zor. Bu yazıları yazarken bir cevap vermekten çok bizim de çok katmanlı ve kültürlü yapımızı araştırmayı hedefliyorum. Küçük yaşta Antakya’dan göç etmeyip, depreme kadar orada olan bir aile için Antakyalı Yahudi olmak elbette ki başka bir anlama gelecektir. Ya da ailesi oradan olup, çok farklı bir ortamda büyümüş kişiler belki de farklı bir gurbet duygusu besleyeceklerdir. Hepsinin önemi ayrı ve hepsi değerli görüş açıları sunuyor. Benim için önemli bir azınlığın azınlığı olmak diyebilirim. Bunun farkındalığı ile Antakya’yı ve Yahudi kültürünün kesişimini kapsayan kısım devreye giriyor. 2000 yılı aşkın süredir o bölgede olmanın getirdiği gelenek, kültürel zenginlik ve şehrin farklı topluluklar için de kadim olması beraberinde bir farkındalık ve sorumluluk getiriyor. Tarihi öğrenip ona tutunmak, bağımızı güçlendirmek, bu konularda çalışmalar yapmanın, özellikle güncel durumumuzda, çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biraz daha duygusal bir bakış açısıyla, kökler; huzur; aile…

Kültürlerin kesiştiği bir nokta olarak Antakya, Yahudi kimliğine neler katmış?

Kesinlikle bu etkileşim iki yönlü, Yahudi kültürünün Antakya’ya katkıları yanı sıra, Antakya’nın Yahudi kimliğine katkısı çok. Kesinlikle yemek ve dil kültürü diyebiliriz. Yörenin yemeklerini yazıda anlatmaya çalışsam haksızlık olur fakat umarım bir gün yeniden gezip görürüz:) Benim ağız tadım için nar ekşisi olmazsa olmazdır. Yemeğin yanı sıra son zamanlarda bahsetmeye çalıştığım bir konu da dil. Dünya çapında görece az araştırılan Judeo-Arapça aslında ve çok ilginç unsurlar barındırıyor. Gerek master dönemi dili geliştirmek olsun, gerek de dilin araştırılması olsun, buna daha çok eğilmeyi amaçlıyorum. Cemaat düzenine gelince Hatay Türkiye’ye katıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Cemaat Vakıflarında Yahudi Vakıflarından biri olarak devam etti diye biliyorum. Ondan önce ise daha farklı bir sosyo coğrafi durumu vardı. Özellikle Halep ve Beyrut ile güçlü bağları vardı. Bunun arasında dini eğitim amacıyla Halep’e gitmeler de dâhil. Dini ritüellerde de temelimiz aynı olsa da her bölgenin farklılaştığı kısımlar elbette ki var, Antakya da bundan farklı değil. Örneğin, Havra’da mum yerine yağ lambaları kullanılması özellikle aklımda kalan ve ilgimi çeken noktalardan.

Tezinde ‘kültürel hafıza’ kavramına yoğun bir vurgu var. Antakya Yahudilerinin hafızasını en çok şekillendiren unsurlar/olaylar nelerdir?

Bu da geniş bir konu fakat, farklı katmanları kabaca şöyle özetleyebiliriz diye düşünüyorum. Antik Yahudi varlığı; Helenistik ve Roma dönemlerinden itibaren burada Yahudilerin yaşaması. Antakya Havrası, topluluğun dini ve kültürel hafızasında merkezi bir yer tuttu. Osmanlı döneminde ticaretle uğraşan küçük bir topluluk olarak varlık sürdürdüler ve Halep ile kültürel, ekonomik bağlar ilerledi. Cumhuriyet döneminde Varlık Vergisi gerçeği, güvensizlik ve göçün artması. Ve tabii ki, 6 Şubat depremleri, Antakya’daki son Yahudi bireyleri ve Yahudi varlığının ciddi ölçüde etkilenmesine yol açtı.

İsmini koyarken ailenin ilham aldığı Eliza, Antakyalı Jak ile evlendikten sonra bavuluna neler koyarak Antakya'ya geldi?

Las Validjas yazımda biraz bahsetmiştim ve yeniden şimdi ona sorsam belki farklı şeyler ekleyecektir ama benim gözlemime göre en belirgini Ladino oldu:) Kardeşiyle hâlâ da konuştukları ortak dilleri odur.

Antakya göçe yabancı olmayan bir kent, sadece Yahudiler değil Antakya'da yaşayan diğer etnik ve dinsel gruplar da göç etmişler. Deprem öncesi dönemi düşünecek olursak, Antakya'dan Yahudi göçünün sebepleri neler?

Hem yaptığım röportajlar hem de kişisel gözlemlerim, araştırmaya başlamadan düşüncelerimi destekler ve sorgular nitelikte oldu. Daha çok eğitim, hayat koşulları derken, bazen de din ve Yahudi yaşamının öne çıktığını görüyoruz. Bir kısım ekonomik nedenlerden giderken, bir kısım aynı nedenlerden kalıyor…

Antakya'dan göç eden Yahudiler nerelere gitmiş?

Farklı zaman ve tarihsel etkilere göre değişen bir şey olsa da çoğunluğa baktığımızda, İstanbul, İsrail, Brezilya, Arjantin Amerika olduğunu söyleyebiliriz.

Antakya'dan göç eden Yahudiler gittikleri yerlere, Validja'larında Antakya'ya dair neler taşımış? 

Tatlarından, dillerinden, aile hikâyelerinden vazgeçmemişlerdir.

Kitabının ilk bölümü deprem haberini nasıl aldığın ve sonrasında neler hissettiğinle ilgili. O güne dönecek olursak, deprem haberini nasıl aldın, neler hissettin, senin için zor olmayacaksa o güne dair hislerini paylaşabilir misin?

Kitabımda ve o yazıda bahsettiğim gibi oldu. Almanya’daydım ve Tu Bişvat kutlaması dönüşüydü, uyanıktım. Saat farkından da dolayı o an anında haber karşıma çıkmıştı. Çok da olayın gerçekliğini anlayamadan farklı yayın kanalları ve gruplardan gelişmeler gelmiş oldu. Sonra da uyuyabildiğimi sanmıyorum, ertesi gün yemekhanede çalışıyordum ve çok endişeli olduğumu ve iş yerindeyken duyularımın eksik olduğunu hatırlıyorum. Hâlâ aranan Şaul Başkan ve eşi Tuna Hanım’ın bulunması umuduyla bir yandan telefonum hazır bekliyordu. Genel olarak uzakta olmanın verdiği suçluluk hissi, yardım edememe, acı çeken insanlar, dostlar, komşular akrabalar, tanıdıklar için üzüntü ve acı.

Manidar olan kısım da depremden bir yıl önce değerli Şaul Cenudioğlu ile yaptığımız röportaj çıkmıştı… Şimdi geriye dönüp bakıyorum da zamanlama çok doğruymuş.

Yüksek lisans tezin için gerçekleştirdiğin görüşmeleri depremin hemen sonrasında yaptın. Dolayısıyla Antakya Yahudilerinin deprem sonrasındaki hislerini sıcağı sıcağına kayıt altına almış oldun. Deprem Antakya Yahudilerini nasıl etkiledi?

Yine geriye dönüp baktığımda iyi ki yapmışım diyorum ama yaparken de çok zor ve hassas yönleri vardı. Her ne kadar oradan olsam da veya etkilenenler akrabalarım olsa da, evleri ve hayatları bu kadar zarar görmüş insanlara araştırma konusu altında sorular sormak, mental ve fiziksel sağlıklarını göz önünde bulundurarak bunu yapmaya çalışmak önemliydi. Bence ne desek az kalır, hiç beklenmeyen bir anda, tek gecede veya tek dakikada hayat boyu emek verilen her şeyin ve herkesin ellerimizden kayıp gitmesi gibi geliyor bana.

Denemende "Yahudi tarihi boyunca, ‘ev’ olarak adlandırdığımız yerlerden kalbimiz parçalanarak ayrılmaya zorlandık" diyerek aslında Yahudi tarihinin bir göç tarihi olduğunu ve validjaların her zaman hazırda tutulduğunu yazıyorsun. 6 Şubat Depremi de Antakya Yahudilerinin kolektif hafızasına eklendi ve zaten azalmış olan Yahudi nüfusu Antakya'dan göç etti. Deprem sonrası Antakya Yahudileri nerelere göç etti, şu anda neler yapıyorlar?

Ev, Yahudi tarihi göç tarihi, validjas kesinlikle önemli semboller. Depremin hemen sonrası Antakya’dan kurtarılmaları ve rehabilitasyon süreci gibi bilgilerin ışığında çoğu İsrail’e taşındı ve hayatlarını sürdürmeye devam ettiler diyebiliriz. Bu zor süreçte depremden kurtulan veya kurtulamayan kişilerin ve ailelerinin gizliliklerini korumanın da ayrıca önemli ve hassas bir husus olduğuna inanıyorum.

Yine denemende "Yıkım ve yaratım iç içedir. Her son, yeni bir başlangıcın dostudur." Bu bağlamda deprem sonrasında Antakya Yahudilerinin geleceğine dair, Antakyalı Yahudi olmaya neler söylemek istersin?

Bu depremden hemen sonra duyduğum ve benimsediğim bir öğreti oldu. İster züğürt tesellisi diyelim ister iyimserlik… Günün sonunda maalesef bu gerçekle yüzleşmeye çalışıyoruz. Büyük bir yıkımı bile bir şekilde insanlığa, çevremize, kendimize iyi gelecek şekilde nasıl anlayıp düşünebiliriz kısmı benim için önemli. Bu bağlamda böylesine büyük bir yıkım ve artık Antakya’da yaşamayan Antakya Yahudileri için ne anlama geliyor anlamaya çalışmak, bunu literatür ve kültürel hafızaya eklemek bu yıkımın getirdiği “yapıcı” aktivitelerden biri. Geleceğe dair, umarım bu tarihe ve anılara kaybettiklerimize layık bir şekilde tutunabilir ve birliktelik kavramlarını daha da benimseyebiliriz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün