Ateş, yangın, gelişmişlik

Naci BOSTANCI Perspektif
12 Şubat 2025 Çarşamba

İnsanın ateşi ehlileştirmesi tarihte en önemli adımlardan birisi. Yiyeceği pişiren, geceyi aydınlatan, vahşi hayvanlara karşı koruma sağlayan ateş muhtemeldir ki közüne, alevlerine dikilen gözleriyle insanoğlunun iç dünyasında da daha derin bir yere milyonlarca yıldır dokunuyor. Lambalarda fitilin ucunda, mumun ipliğinde, şöminenin içinde, sobanın kovasında, çakmak kavının dokunuşunda hayat bulan ateş, evet aynı ateş, denetimden çıktığında önüne çıkan her şeyi yakıyor, kül ediyor. Bizanslılar İstanbul’un savunmasında kullandılar ateşi. Geçmiş asırlarda gemilerin savaşlarında ateş yine önemli bir silahtı. Barutu patlatan her zaman ufacık bir kıvılcım oldu. Protesto için kendini yakan bir Budist rahibi hatırlıyorum. Oturduğu yerde hiç kıpırdamadan alevlere bırakmıştı vücudunu. Psikopatça bir öfke ile başkalarını yakmak isteyenler, yakanlar da oldu. Ortaçağ Avrupa’sında engizisyon mahkemesinin verdiği en ağır cezalardan birisi suçlunun yakılmasıydı. Çalı çırpı ile gerçekleştirilen bu infazın dehşet verici boyutları sebebiyle kurbanlar, mümkünse, rüşvet verip, infaz alanına giderlerken kendilerini bıçaklayacak insanlar bulmaya çalışırlardı. Huizinga Ortaçağın Günbatımı’nda, 14. yüzyılda bir demir kazığa zincirlenmiş mahkûmun merkezdeki ateşten şüphesiz nafile yere daireler çizerek kaçmaya çalışırken bir yandan da gözyaşları döküp seyircilerine ahlaki konuşmalarda bulunduğunu, dinleyenlerin de onunla birlikte gözyaşlarına boğulduğunu anlatır.

Ateşin dini, milliyeti, kültürü olmaz. Ateş, her yerde aynı ateştir. O insanlığa hizmet de eder, zarar da verir. Sanki sürekli kabına sığamayan bir hali vardır, her yerde ve her durumda. Ateşin dini, milliyeti, kültürü olmaz, ancak ateşle ilişki kuran insanlar bütün bu niteliklere sahiptir. Öyle anlaşılıyor ki gelişmiş bir toplum, alevinin dilini her yere ve her şeye uzatmak isteyen ateşi hem sağlam protokollerle denetimde tutuyor, hem de bunun ötesinde kamusal sorumluluk duygusunun yüksekliği, insani zaaflardan, hatalardan, boşluklardan doğabilecek sorunlara çok fazla geçit vermiyor.

Evet, sözün geleceği yer, ateşin de denetimden çıkarak trajik sonuçlar doğurduğu Kartalkaya. Günlerdir otelde çıkan ve 78 cana mal olan yangını konuşuyoruz. Çok fazla insani hikâye var ve ayrıntılar dile geldikçe trajedinin boyutu da derinleşiyor. Çaresizlik duygusuyla alevlere teslim olandan, yere bir karış mesafeden yatağa bırakamadığı bebeklerini bir umut diyerek yüksek katlardan atanlara, camlarda, gecenin karanlığı ve alevlerin kızıllığı arasında kaybolanlardan, koridorlarda kalanlara kadar her bir görüntü hepimizin hafızasında. Yangından kaçabilenler kendilerinin ve sevdiklerinin kurtuluşuna sevinemiyorlar çünkü aynı kader içindeki diğerleri hayatlarını kaybettiler. Böyle bir sevinç onlara utanç verici geliyor olmalı. Dışarıdan yardım etmeye çalışanlar kurtaramadıkları, gözlerinin önünde hayatlarını yitirenler dolayısıyla bir canı olsun hayatta tutmuş olmaktan mutluluk duyamıyorlar. Yangın, çığlıklar, gece, tabiatın acımasız çıplak dehşeti şahit olanları travmanın kör ve derin kuyularına attı. Televizyonlardan an be an olayları takip edenler, birinci elden tanıklıkları dinleyenler ikincil düzeyde travmalarla karşı karşıya.

Biz bu büyük acıyı hep birlikte niçin yaşadık? Cevap çok açık: Gerekli tedbirler alınmadığı, yangına karşı donanımlar yeterli olmadığı, yangının baştan itibaren içinde olan görevli personeller önceliği müşterilerin güvenliğine vermediği, tehlikenin derecesini algılayamadıkları, sorumluluklarını yerine getirmediği için.

Türkiye toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak müthiş bir dinamizm ile gelişmeye çalışan bir ülke. Toplumun tüm kesimlerinde bir adım daha öne çıkabilmek için olağanüstü bir gayret var. Ancak bu tür trajediler çok temel bir problemimizi gözler önüne seriyor: az gelişmişliğimiz. Eğer Kartalkaya otelinin sorumluları mevzuatın arkasından dolanmaya çalışmak yerine hakkıyla gereklerini yerine getirselerdi çok büyük ihtimal bunlar yaşanmayacaktı. Muhtemelen “Bizde yangın olmaz, olsa ne olur, hemen halledilir, bu kadar insan çalışıyor, kimsenin burnu kanamaz,” vs diye düşünmüş olabilirler. Ya da yangınla ilgili mevzuatı, gerçekleşme ihtimali çok zayıf bir tehlike için lüzumsuz yere yüksek maliyetler doğuran bir bürokrasi,” olarak da görmüş olabilirler. Her halükarda buna önem vermemişler. Kartalkaya’da olup bitenler kendi içinde hukukun konusu, adalet mercileri gerekeni yapacaklar mutlaka. Ancak bu sorun sadece orayla mı sınırlı, yoksa bu oteldeki yangın, perdenin arkasında saklı olanı ele veren bir yırtık mı? Sanki ikincisi. Nereden çıkarıyorsunuz derseniz, yangının ardından yangın tüplerinin satışı patlamış. Sadece onlar mı? Sprink denilen yangın söndürücülere ilgi de aynı şekilde yükselmiş. Sitelerde insanlar harıl harıl yangın merdivenleriyle ilgileniyorlar. Yukarıdan aşağıya bütün kademelerde yangın dâhil güvenlik denetimlerinde müthiş bir yoğunluk var. Kısaca dün önemli olmayanlar bugün birden hayati derecede ehemmiyet kazanmış. Bu manzara aslında toplumsal durumumuzun anlatımı. Belli ki güvenlik konusu yaşanan trajik örnekler üzerinden öne çıkıyor, hayatın olağan akışı içinde bir gereklilik olarak görülmüyor. Bu tavrın mümkün toplumsal sonucu şudur: hatıralarımız canlı olduğu sürece bunlara dikkat ederiz, unuttukça hayatımızın artık bir konusu olmaktan onları çıkartır, kendi olağan akışımıza döneriz.  

Toplumsal gelişmişlik dedik. Herhalde oturup bunu bekleyecek halimiz yok. Başta devlet olmak üzere, kurumlar, nihayet her toplu hayat mekânının sorumluları güvenlik protokollerini uygulama, eksiklikler varsa giderme konusunda inisiyatif almalı. İnsanlar kamusal sorumluluk duygusuyla bu konulara ölçülü bir şekilde müdahil olmalı. Sonuçtan herkes etkileniyorsa sorumlulukta ortaklık da kaçınılmaz.

Tabiat güçlerinin normu bellidir: Ateş yakar, su boğar, deprem yıkar. İnsana düşen aradaki çizgiyi muhafaza etmek. Ateşi ocakta, suyu bardakta, depremi, yaşadığı yerler için belli bir esneklikte tutma becerisini göstermek. Aradaki çizgi her zaman olur muhakkak, ama insan bunu yapamazsa fail bellidir: tabiat. O da çizgiyi nereden atar, hiç belli olmaz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün