Proje Kronotop'tan Antroposen çağın distopyası, Posthüman kavrayışın ütopyası

Erdoğan MİTRANİ Sanat
12 Şubat 2025 Çarşamba

  “Kral Ölüyor”

“Bir gün, bildiğimiz anlamda insanın sonu gelse, dünya sahnesi kimlere kalır?”

Absürt tiyatronun babası Eugène Ionesco, yaşamın en absürt oluşumu, hepimizin reddettiği, görmezden geldiği, hazırlıksız yakalandığı ama hep var olan o kaçınılmaz sonla, hınzırca dalga geçen ‘Le Roi Se Meurt / Kral Ölüyor’ oyununda, ölüm geldiğinde yaşama hiç doyamayışımızı, can çekişen kralın inkârdan isyana, aradan da kabullenmeye geçişini çok kısa bir zamana sığdırarak trajikomik dil ve biçimle yansıtır. Bir zamanların görkemli ancak hâlen yıkılışa geçmiş hayali bir imparatorluğun kralı 1. Bérenger, bir sabah uyandığında oyunun sonunda öleceği haberini alır. Kral bu durumu reddeder, sızlanır, öfkelenir, pazarlık yapar; ancak kaçınılmaz olanın önüne geçemez. Nihayetinde, gitme vakti geldiğinde, Kral’ın ikinci karısı Marie, hizmetçisi Juliette, muhafız ve doktor sahneden çekilirler. Son yolculuğunda ona sadece birinci karısı Marguerite eşlik eder…

Proje Kronotop ilk oyunu olarak Ionesco’nun 1962’de yazdığı ‘Kral Ölüyor’unu, insanın merkeziyetini sorgulayan Posthümanist bir dramaturgi ile bilim kurgu tiyatrosu dinamiklerini harmanlayan farklı ve yenilikçi bir bakışla yeniden sahneliyor. Oyunu yöneten, dekor ve kostüm tasarımını da üstlenen Ülkü Şahin’in doktora çalışması olarak yola çıkan yorumda Kral’ın ölümü yalnızca bireysel bir son olarak değil, insan-merkezli bir dünyanın sonu ve insan-sonrası bir varoluşun başlangıcı olarak ele alınıyor.

Yaşamın aynası olarak kabul ettiğimiz tiyatroya bitki, hayvan, insan ve artık hayatımıza girmiş olan robot türleriyle siborg ve yapay zekâyı da ilk kez dâhil eden bu ilginç çalışmada dramaturg Melike Saba Akım ve Ülkü Şahin, neredeyse bire bir korudukları metni benzersiz bir ‘oyuncu’ kadrosuna emanet ediyorlar. Oyunun tek gerçek insanı, sonunun geldiğini kabullenmeyen Kral’ın korkularını, şaşkınlıktan kızgınlığa ve nihayet kabullenmeye geçişini, çok inandırıcı ve müthiş komik bir tonlamayla yansıtan Erdal Devrim Aydın.

Bérenger’ye yolculuğunun sonuna dek eşlik eden, mantığın, gerçekçiliğin ve sağduyunun sembolü, belki de yapay zeka tarafından yeniden yaratılmış soğuk ilk eşi Kraliçe Marguerite’i, ekrandaki ses dalgalarının görüntüsü ve Derya Alabora’nın her tür duygudan arınmış dış sesi var ediyor. Ayrıksı kıyafeti, lambalı kulak mikrofonuyla, gözdesi olduğu Kral kadar çocuksu, ölüm karşısında isyankâr ikinci kraliçe Marie’ye İonesco’nun yazdığından daha az ağlak, daha olgun bir yorum getiren Cemre Buğra Ün’ün ekrandan gelen komutlara mekanik bir beden diliyle uyduğunu gören izleyici onun tüm sevecenliğiyle müthiş gelişmiş bir siborgu, insansı bir gelişmiş androidi canlandırdığını fark ediyor. Buna karşın hizmetçi, aşçı, hastabakıcı Juliette, hizmet sektöründe çalışanların insan oldukları kimi zaman unutulduğu ya da umursanmadığı için, fiilen ilkel robot Voly tarafından oynanıyor (Robot tasarımı ve yazılım Oğuzhan Şen, seslendiren: Ülkü Şahin, kumanda: Ali Küçük). Marguerite’in tek desteği, bilim adamı kişiliğiyle mantığın yanında olan, mantığı da doğal olarak duyguların önüne geçen hekim Patos’u, anlayamadığımız müziğinin dediklerini ekrandaki açıklamalardan takip ettiğimiz bir bitki üstleniyor (Bitki müzik arayüzü ve yazılım Melih Serhat Soyyiğit).

Orduyu ve krallığın gücünü simgeleyen muhafızı ise dünya tatlısı, zeki ve sevimli köpek Gölge canlandırıyor. Hareket düzeni Altay İcimsoy, video ve efekt tasarım Ali Küçük, ışık tasarımı Ersin Yaşar.

Yönetmen olarak Ülkü Şahin’in en dikkate değer başarısı bu karmaşık ve ayrıksı ekipten son derece akıcı, etkileyici ve inandırıcı bir teatral etki elde etmesinde. Bu başarıda, Akım’ın çok sağlam dramaturgi çalışması, İcimsoy’un hareket düzeni kadar,  tasarımların, yazılımların, robotun kumandasının büyük etkisi var. Erdal Devrim Aydın’ın ölümün anlamsızlığı karşısında Kral’ın isyanına getirdiği trajikomik ve alaycı boyutla,  Cemre Buğra Ün’ün Marie’ye sevgi dolu ve duygulu bir insancıllık getirirken, bir siborg olduğunu her an hissettiren usta işi yorumu çok başarılı. İonesco’nun Béranger’nin ölümüyle biten oyununa getirilen, insanın artık var olmadığı bir evreni yansıtan kısa ve diyalogsuz final da çok etkileyici.

Tiyatronun gelecek evriminin de bir parçası olan, sadece sezonun değil, son zamanların en ayrıksı ve ilginç çalışmalarından biri. Mutlaka izleyin derim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün