Şalom Gazetesine uzun yıllar hizmet veren, çeşitli kültür sanat yazıları, kitaplar ve makaleler kaleme alan gazeteci, yazar ve editör Lizi Behmoaras 15 Şubat´ta 75 yaşında vefat etti.
1950 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Lizi Behmoaras, Notre Dame de Sion Lisesi’nden mezun oldu ve kariyerine 1986 yılında Şalom’un kültür servisinde editör olarak başladı.
Behmoaras, edebiyat dünyasına çeviri yaparak girdi. Fransızcadan Türkçeye yaptığı önemli çevirilerle tanınan Behmoaras’un çevirileri arasında Simone de Beauvoir, Ivan Illich, Marie Cardinal ve Paul Valery gibi isimler yer aldı.
Şalom’un ardından Nokta Dergisi’nde, Yeni Yüzyıl ve Cumhuriyet gazetelerinde yazılar yazdı; yurt dışında Liberation, L’Arche ve Tribune Juive gibi Fransız gazetelerinde de yazıları yer aldı.
Behmoaras, Türkiye’de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde yaşamış kişilerin hayatını konu alan biyografik eserleriyle dikkat çekti. Behmoaras’ın ailesi, ona babaannesi Eliza’nın kısaltması olan Lizi adını vermişti. Ancak Behmoaras yazı hayatında “Liz” adını kullandı.
İlk kitabı ‘Türkiye'de Aydınların Gözüyle Yahudiler’ 1993 yılında yayımlandı. Bu kitapta Türkiye'deki Yahudiler hakkında Türkiye'de edebiyatçılar ve aydınlar ile yaptığı söyleşileri bir araya getirdi. 1997 yılında yayımlanan ‘Kimsin Jak Samanon?’ adlı kitabında büyükannesinin anılarını topladı. Bu kitapta yüzyılın başında Türkiye'deki Yahudi cemaatinin yaşam biçimini, sorunlarını, içinde bulunduğu ortamın bireyleriyle ilişkilerini ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında meydana gelen politik olaylara bakışını aktardı. Ardından Mazhar Osman'ın, Moiz Kohen'in, Suat Derviş'in biyografilerini yazdı. Suat Derviş biyografisi, Bulgarca ve Arapça 'ya çevrildi. İlk romanı Sevmenin Zamanı 2011 yılında yayımlandı.
Lizi Behmoaras’ın edebiyatımıza kazandırdığı eserler:
***
Lizi Behmoaras, Şalom Gazetesi’nin 75. yılı anısına, 26 Ekim 2022’de aşağıdaki yazıyı kaleme almıştı
Şalom’un yazdığım her eserde bir izi, bir katkısı bulunmakta
LİZİ BEHMOARAS
On yıl kadar sürecek olan Şalom serüvenim, Samanyolu Sokak’taki asansörsüz, kalorifersiz bir dairede 36 yıl önce başlamıştı. Dairenin lakabı ‘Fareli Köşk’tü... Zira bu minik kemirgene zaman zaman odalardaki gazete yığınlarının arasında ve daha da beteri, kahve ve çayların eski bir gaz ocağında hazırlandığı mutfakta rastlayanlar olmuştu. Bu konuda kesindiler. Soğuktu ayrıca Fareli Köşk. Toplantılarımızda kat kat giyindiğimizi, hatta kış günlerinde montlarımızı hiç çıkarmadığımızı anımsıyorum. Bizi bu kılıkta, elde kağıt, kalem, cetvel ve silgi, oldukça beceriksizce ‘mizanpaj’ yapmaya çalışırken ya da ateşli bir şekilde tartışırken uzaktan izleyen birileri, yasak yayın çıkartan aktivistler olduğumuzu bile düşünebilirdi.
Oysa orada toplanmış olan bizlerin yani farklı yaşlarda bir avuç Yahudi’nin amacı gayet masumdu. Avram Leyon’un 1947 yılında çıkartıp 1984’e dek yönettiği ve hâlihazırda sahipsiz kalmış Türk Yahudi Cemaatinin yegâne haftalık gazetesi Şalom’u ‘diriltmek’ için hevesle kolları sıvamıştık. Bu amaçla her cumartesi ikindisi, farklı yaşam biçimlerimizi, sevinç ve dertlerimizi kapıda bırakıp toplanıyorduk; başladığımızda çoğumuz bir gazetenin içeriği, yapılışı ve yönetimiyle ilgili pek bir şey bilmiyordu. Hatta bazılarımız Yahudilik hakkında da...
İlk zamanlar çalışmalarımızı adeta bir koleksiyoncu ruhuyla gerçekleştiriyorduk. Tarih, görsel sanat, müzik, edebiyat, felsefe gibi konularda Yahudiliğin ve Yahudilerin izini sürüyor, bir Yahudi bu alanların herhangi birinde sivrildiyse ve hayattaysa onunla bir röportaj, öbür dünyaya göçmüşse hayat hikâyesi, mutlaka altı sayfalık gazetemizde yer alıyordu. Bir başka merakımız dünyadaki tüm cemaatler hakkında bilgi aktarmaktı. Ancak o zamanlar kişilerle görüşüp mekânları gezmek zor olduğundan, çoğu zaman yabancı yayınlardan çevirilere başvuruyorduk.
Bu tutum ufuklarımızın daralmasına, içimize kapanmamıza yol açıyor muydu? Hayır, çünkü her birimizin, bu uğraşın yanı sıra dostlukları, ilgi alanları, okuduğu gazete, dergi ve edebi eserler, katıldığı etkinlikler sayesinde geniş toplumla iç içe sürdürdüğü bir yaşamı mevcuttu.
Ancak haftalık Şalom toplantıları, her olayın Yahudilikle ilgili olduğu, haliyle kökenlerime mutlulukla döndüğüm bir evrene ışınlanmam gibi bir şey idi. Sanırım hepimiz için de öyleydi.
Zaman içinde ‘kurucu atalara’ yeni isimler katılmış, ciddi bir görev dağılımı yapılmıştı; Fareli Köşk’ün son yıllarına yetişen Nana iç haberlerden sorumluydu, İvo Molinas dış haberlerden, küçük kızımız Dalia sanattan, ben kültürden... En yaşlımız Mösyö Bicerano, nam-ı diğer Bici ise İspanyolca sayfasını üstlenmişti. Doğal liderimiz Silvyo da başköşe yazarı ve yayın yönetmeniydi. Sayesinde fakstan da mucizevi, bilgisayar denen bir cihaza ve internete kavuştuk. Onunla birlikte de dizgici Niloşumuza!
Atiye Sokak’taki apartmanın son katına taşındığımızda bir sanat galerimiz, bir arşiv odamız, bir toplantı odamız, kişisel çalışma masalarımız olmuştu ve sevgili Gila’mızın sorumluluğu altında yayıncılıkta ilk adımlarımızı atıyorduk.
Artık kendi başına bir dünyaydı Şalom her birimizin kişisel dünyasına paralel, nice zenginlikler içeren ve özünü korumakla birlikte geniş topluma giderek açılan.
Bu satırları yazarken anılar sökün ediyor: Yahudi toplumuyla geniş topluma mesajlar içeren köşe yazıları, kongre, panel, seminer ve konferanslara katılımlar, nice siyasetçi, sanatçı, kültür insanı ile röportajlar, biz çalışanların arasındaki yakınlığı pekiştiren yurt içi ve yurt dışı geziler, bu esnada kurulan ve kimileri günümüze kadar devam edecek yeni dostluklar…
Tüm bu saydıklarım sayesindedir ki içinden geldiğim din ve kültürü daha iyi tanımamı sağlayan Şalom’un, ayrıca bugün yazdığım her eserde bir izi, dolaylı dolaysız bir katkısı, bir getirisi bulunmakta…
***
Sara Yanarocak’la yaptığı, 27 Ocak 2021’de Şalom Gazetesinde yayınlanan röportajından…
Dönem romanı yazdığımda, o dönem hakkındaki incelemeleri ve onu yaşamış olanların anılarını okuyor, sözel tanıklıklara da çok yer veriyorum. Bu galiba gazetecilik dönemimden kalan bir alışkanlık... Ayrıca, yazarken yazdıklarıyla baş başa kocaman bir yalnızlık dönemi yaşıyor insan, yaptığım söyleşiler bu yalnızlığı hafiflettiği gibi çok güzel dostluklar edinmeni de sağlıyor. Bir de dönem fotoğraflarına çok dikkatle bakıyorum. Bazen bir fotoğraf bir anlatıdan daha çok çok ipucu verebilir.
Okur, her türden okur, yazarın veli nimetidir, cevap bekleyen mektuplarını yazdığı kıymetlisidir. Yazar onu hoş tutmak, ilgisini çekmek, sırasında eğlendirmek, sırasında duygulandırmak, bazen de bilgilendirmek için büyük çaba harcar. “Kendim için yazıyorum çok okunmak umurumda değil” diyen yazara sakın inanma. Okur, yazarın hemen her şeyidir, en sevdiğidir.
Şalom okurlarıyla o gazetede on yıla aşkın çalışmamın sonucunda daha yoğun bir iletişim ve etkileşim oluştuğundan, onların kalbimdeki yeri ayrıdır.