'Çoğunlukla Bazen'

Erdoğan MİTRANİ Sanat
19 Şubat 2025 Çarşamba

“Kızımın ruh hâli testlerinde çoğunlukla ‘Bazen’i işaretliyorum.”

Avustralyalı yazar Kendall Feaver’in 2018’de sahnelenmiş ödüllü ilk oyunu ‘The Almighty Sometimes’ bir H6 ACT ve Ara Sahne yapımı olarak, ‘Çoğunlukla Bazen’ adıyla dekor tasarımını da yapan Barış Gönenen’in yönetiminde, sahneleniyor. Işık tasarımını Ra Yavuz, müzik tasarımını Utku Güçoğlu yapmış. Psikiyatri uzmanı – danışman Zerrin Oğlağu.

Bilim ne kadar gelişirse gelişsin, insan bilincinin mekanizması hâlâ tam çözümlenmiş değildir. Ruhbilimi ve nöroloji beynimizin nasıl işlediğini detaylı açıklasa da, kişilik, kimlik bilinci, yaratıcılık, kişisel eğilimler gibi bizi biz yapan kavramlar gizemlerini hâlâ bir miktar korumaktadır. Kendall Feaver oyununda psikiyatrinin önemli açmazını, ruhsal bir rahatsızlık durumunda, zar zor anladığımız bu işleyişi kontrol altına almayı, düzene sokmayı ve sakinleştirmeyi ruhsal sorunlar yaşamış küçük bir kız çocuğunun zorlu yaşamı ekseninde sorguluyor: İlaçlar, terapiler bizi biz olmaktan çıkarır mı? Beynimiz uyuştuğunda, acılardan uzaklaştığımızda yaratıcılığımızı nasıl koruruz? Ağır bir psikiyatrik bunalımda ve kendimize zarar verdiğimizde gerçekliğimizi mi yaşarız? Başka bir yol var mıdır? Bütün bu acıların sevgi ile dinmesi mümkün müdür?

Anna (Sena Kurdoğlu) yedi-sekiz yaşlarındayken ağır depresyon yaşamış ve çocukken yazdığı küçük hikâyeler kontrolden çıkıp onu karanlık bir yola sokmuştur. Sevgi dolu ve (belki de aşırı) destek verici annesi Renée (Selen Uçer) Anna’yı ilaç ve psikoterapi desteği veren usta çocuk psikiyatristi Vivienne’e (İdil Yener) emanet eder.

18 yaşına geldiğinde Anna uzun süredir ilaç alan, onlarsız kim olduğunu bilemeden yaşayan bir genç kızdır. Hayatına ilk aşkı, iyimser, neşeli, en azından ilk günlerde çok anlayışlı Oliver (Ulaşcan Kutlu) girdiğinde çocukken yazmış olduğu hikâyeleri de bulur. Bunlar geniş hayal gücü eseri, yaratıcı, gerçekten de başarılı öykülerdir. Hikayeler, uzun süredir durumu stabil giden Anna için, annesinin ve doktorunun verdiği ilaçlarla bir dehanın, muhteşem bir yazarın belki de susturulmuş olduğunun kanıtıdır. Temkinli Vivienne yetişkin yaşa uygun bir psikiyatrist önerirken Anna farklı bir çözüm düşünür: “Yaşım ilerledi. Artık daha güçlüyüm. Kendi kendime doğal dengemi sağlayamayacağımı nereden bilebilirim? Belki de denemeliyiz, sadece bir süre.”

İlaçları bırakmanın sonucunda, Anna’nın hem kendisine hem etrafına zarar vereceği yeni ve büyük krizden çıkış nasıl olacak; zaten zorda olan kırılgan ana-kız ilişkisi bundan nasıl çıkabilecektir…

Kendall Feaver, sorunun önemseme ya da şefkat eksikliğinden değil, kontrol edilmesi müthiş zor bir durumdan kaynaklandığı, her kişinin haklı olduğu, bu karmaşık ve zor ilişkiyi ustaca ve sevecenlikle yansıtıyor. Tüm yaşam enerjisini ve mantığı emip bitiren bir hastalıkla mücadelede psikotrop ilaçların ne önemini yadsıyor, ne de bırakılmalarını öneriyor. Ancak, yaratıcılığı engelleyip engellemedikleri hem son derece karmaşık hem de bilimsel olarak kesinleşmemiş bir durum olduğundan bu konuyu ortada bırakıyor. Sadece olayın vahim sonuçlarını, istisnasız herkes için ne derece güç ve acılı olduğunu gösteriyor.

Son yıllarda başarıyla yönetmenliğe de geçen kuşağının en iyi oyuncularından Barış Gönenen, ustaca yönettiği oyunda ekibinden etkileyici bir takım oyunculuğu elde ediyor. İlk kez sahneye çıkan Sena Kurdoğlu, şevkle azap arasında gidip gelen, ilaçları bıraktığında onu en çok sevenlere ve önemseyenlere zarar verebilen Anna’ya çok başarılı bir yorum getiriyor; hastalığıyla kimliği arasında kalışını, cesaretle sorunlu kişiliğiyle boğuşmaya çalışmasını ustaca aktarıyor. Selen Uçer, yıpranmış ama müthiş güçlü savaşçı bir Renée var ediyor. Kırılgan kızına özveriyle bağlılığı, her zaferin, her görünür gelişmenin ardından gelen kötüye gidişlerin getirdiği düş kırıklıkları sanki yüzüyle bedenine bir bir yansıyor. İdil Yener çok inandırıcı bir hekim olmuş, ilk kez izlediğimiz Ulaşcan Kutlu da çok doğal bir sevgili.

Başarıyla sahnelenmiş, ustalıkla oynanmış, seyirciyi, bilinç dediğimiz gizemin anlaşılması güç ve ikircikli yollarında kaybolarak gezdiren, dokunaklı ve heyecan verici bir yolculuk. Mutlaka izleyin derim. 21 Şubat Atlas 1948, 12 Mart DasDas ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.

Oyun Atölyesi’nde ‘Hayvan Çiftliği’ 

               

“Bütün hayvanlar eşittir… Ama bazıları diğerlerinden daha eşittir.”

İngiliz yazar George Orwell'in 1945’te yayınlanmış siyasi hiciv romanı ‘Animal Farm / Hayvan Çiftliği’, SSCB’deki Stalin dönemini mecazi dil ve kara mizah yoluyla eleştirerek, özgürlük amaçlı bir devrimin nasıl tek adamlığa evrilebileceğini anlatır. Bugüne dek yazılmış en sağlam sistem eleştirilerinden biri olan bu alegori, özgürlüğün saldırıya uğradığı her zamanda, durumda ve yerde güncelliğini koruyan bir başyapıttır.

Fazla çalıştırılan, kötü muamele gören hayvanlar bir gün ayaklanarak, adil ve herkesin eşit olduğu yeni bir düzen oluşturmak amacıyla, yaşadıkları çiftliği domuzların öncülüğünde ele geçirir. Aç ve yorgun olduklarından mı yeni bir düzene ihtiyaçları vardır? Yoksa yeni bir toplum düzenine gerçekten ihtiyaçları olduğu için mi? Yanıtı onlar da bilmediklerinden, bizler gibi çabuk isyan edip çabuk ikna olurlar. Kurulan düzen ilk başta çiftliğin gelişmesini sağlasa da, süreç zamanla tersine işler ve totaliter bir rejime dönüşür.

Yazıldığından bu yana sayısız sinema tiyatro ve televizyon yapımının esin kaynağı olan metin bu kez Zerrin Akdenizli tarafından yapılmış yeni uyarlamasıyla Oyun Atölyesi’nde. Bu oldukça kısa uyarlama, çiftlik sahibini ve diğer insanları oyun dışında bırakarak isyan sonrası yeni düzenin kurulma sürecinde başlıyor. Görkemli dekor tasarımını da yapan Barış Erdenk’in yönettiği oyunun ışık tasarımını Kemal Yiğitcan, kostüm tasarımını Asya Başkan üstleniyor. Sahnelemenin en önemli öğesi hareket tasarımı Sibel Erdenk’e, müzik Gürkan Çakıcı’ya ait.

Yönetimi ele geçiren Napolyon’u Muharrem Özcan, onun polis kuvveti köpeklerini Turan Bölükbaşı ve Yusuf Türkeli, diğer domuzları Eser Karabil’le Ulaş Akşit, atları ve kısrağı Umut Temizaş, Aylin Kontente ve Şirin Kılavuz Uşun, keçiyi Ezgi Coşkun, kuzgunu Beran Kotan, eşeği Ayhan Bekdemir canlandırıyor.

Erdenk sahnelemesinde en güçlü karakterlerin bile fazla öne çıkmadığı çok dengeli bir ekip oyunculuğu yeğlemiş ve kusursuz beden diliyle hayvanların başarıyla var edildiği yüksek tempolu çok etkileyici bir görselliği tercih etmiş. Zevkle izlense de kanımca politik mesajı biraz geri planda kalıyor. Yine de seyredilmesi şart bir seyirlik. 23, 28 Şubat, 1, 2 Mart ve sezon boyunca Oyun Atölyesinde.

Atlas Tiyatro Araştırmaları’nın yeni oyunu

 Dublörün Dilemması     

Murat Menteş’in aynı isimli romanından Sercan Özinan’ın uyarlayıp yönettiği ‘Dublörün Dilemması’ konservatuvarı terk ettikten sonra para kazanmak için çeşitli işlere girişen ancak bir türlü dikiş tutturamayan Nuh Tufan’ın, yakın arkadaşı İbrahim Kurban’ın buluşuyla kendisini hiç beklemediği olaylar silsilesinin içinde bulduğu absürt ve trajikomik bir oyun. Dramaturg Ece Çelikçapa Özinan. Dekor ve kostüm tasarımını Rabia Kip, ışık tasarımını Ayşe Sedef Ayter, ses tasarımını Kerem Duru, müziği Metin Bahtiyar yapmış.

Tempolu, keyifli, gülerek eğlenerek izlenen oyunun anlatılması değil izlenmesi gerek. Dekorundan kostümlerine absürdü başarıyla yansıtan oyunda Sercan Özinan, oyuncuları Abdurrahman Merallı, Deniz Işın, Çetin Kaya, Ediz Akşehir ve Tekin Ezgütekin’den uçuk kaçık müthiş etkileyici bir yorum elde ediyor.

Sefasını sürün derim. 23 Şubat Ses 1885, 28 Şubat Alan Kadıköy, 10 Mart Moda Sahnesi, 9 Nisan DasDas, sezon boyunca İstanbul ve Türkiye sahnelerinde.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün