Tarihin yazamadığı 'Struma'

Canan NACAR Perspektif
25 Şubat 2025 Salı

1942 yılının buz gibi bir şubat sabahında, ‘Struma’ Karadeniz’in kasvetli sularında İstanbul’a demirlemişti. Nazi zulmünden kaçan 769 Yahudi, Romanya’dan yola çıkmış, hayatta kalma umuduyla Filistin’e ulaşmaya çalışıyordu. Ama yolculukları, İstanbul açıklarında belirsizlikle dolu bir bekleyişe dönüşmüştü. İnsanlar, günlerdir daracık kamaralarda, soğuk demirin kokusuyla, açlık ve çaresizlikle savaşıyordu. Çocuklar, güverteden kıyıya bakıyor, annelerine soruyordu: “Anne, bizi burada kurtaracaklar mı?” Anneler susuyor, başlarını okşayarak umut dolu gözlerle kıyıya bakıyordu. Ama içlerinde korkudan başka bir şey yoktu.

O sabah bir mucize gerçekleşti. Türk yetkililer gemiye geldi ve beklenen haberi verdiler:

“Karaya çıkabilirsiniz. Hepiniz artık güvendesiniz.”

Gemide önce bir sessizlik oldu, sonra bu sessizlik yerini sevinç çığlıklarına bıraktı. İnsanlar birbirine sarıldı, ağladı, dualar etti. Çocuklar, geminin güvertesinde neşeyle zıplamaya başladı. Karaya ayak basacaklardı. Nihayet kurtulmuşlardı.

Kıyıya vardıklarında, Türk halkı onları bekliyordu. Kadınlar yanlarında sıcak tarhana çorbası, battaniye ve ekmekler getirmişti. Yaşlı bir teyze, kollarındaki çorba tenceresini gemiden inen bir anneye uzattı. “Al kızım,” dedi, “Çocuklarına içir, içleri ısınsın.” Anne, gözlerinden yaşlar süzülerek teşekkür etti. Çocuklar, soğuktan morarmış elleriyle kaselerini tutarken, ilk defa tarhana çorbasının sıcaklığını hissettiler. Çorbanın buharı, yalnızca karınlarını değil, yüreklerini de ısıtıyordu.

Türk halkı, gemiden inenleri evlerine aldı. Her aile, bir Yahudi ailesini misafir etmek için birbirleriyle yarıştı. Misafir odaları hazırlandı, yataklara temiz çarşaflar serildi. O gece çocuklar, korkuyla geçen günlerin ardından ilk kez sıcak bir yorganın altına girerek derin bir uykuya daldı. Ev sahipleri, misafirleriyle sofralarını paylaştı. Pilav, ekmek, zeytin… Ellerinde ne varsa ortaya koydular. Misafirlerini doyurdukça, gözlerinden dökülen yaşlar bir türlü durmuyordu.

Günlerce süren bu şefkat dolu misafirlikten sonra, Türk yetkililer Struma yolcuları için yepyeni bir gemi hazırladı. Bu gemi, güvenli ve güçlüydü. Artık kimse soğuktan titremeyecek, korkudan uykusuz kalmayacaktı. İstanbul halkı, limanda toplanmış, Struma yolcularını Filistin’e uğurlamak için bekliyordu.

Geminin kalkacağı gün, limanda gözyaşları sel olmuştu. Türk kadınları, Yahudi çocuklara oyuncaklar ve çoraplar vermişti. Geminin yolculuğu için gerekli erzaklar hazırlanmıştı. Struma yolcuları, birer birer gemiye binerken, onları uğurlamaya gelen herkesin kalbinde aynı dua vardı: “Huzurla gidin ve özgürce yaşayın.”

Geminin motorları çalışmaya başladığında, insanlar birbirlerine son kez sarıldı. Yahudi bir anne, evinde kendisini ağırlayan Türk ailesine dönüp şöyle dedi:

“Siz bize sadece ekmek değil, insanlık verdiniz. Dualarım hep sizinle olacak.”

Geminin arkasından bakanlar, Filistin’e doğru yola çıkan o yeni gemiyi izlerken, içlerinde buruk bir sevinç vardı. Struma’nın trajedisi, İstanbul halkının şefkatiyle bir umut hikayesine dönüşmüştü. İnsanlık, hoşgörünün ve dayanışmanın en güzel örneğini göstermişti.

Ama maalesef, tarih böyle yazılmadı.

Struma’nın yolcuları İstanbul’a hiç ayak basamadı. Onlar, açlıkla, hastalıkla ve umutsuzlukla dolu 71 günü İstanbul açıklarında, bir umut bekleyerek geçirdi. İnsanlık, onların kurtuluşu için elinden geleni yapmadı. Sonunda, Struma bozuk motoruyla Karadeniz’in soğuk sularına geri gönderildi. Ve 24 Şubat 1942 sabahı, 769 umut dolu insanla birlikte derinliklere gömüldü.

Hiçbir annenin çocuğunu sıcak bir yorganın altında yatırma fırsatı olmadı. Hiçbir yaşlı, tarhana çorbasının buharıyla ısınmadı. Hiçbir çocuk, İstanbul sokaklarında oyun oynayamadı.

Struma’nın hikayesi, vicdanını kaybeden bir dünyanın sessiz bir feryadı olarak tarih sayfalarına kazındı. Ve bugün hala Karadeniz’in derinliklerinden yankılanıyor.

Ve tarih bize şunu hatırlatıyor:

“Struma bir gemi değildi, bir halkın hayatta kalma umuduydu. Ama o umut, insanlığın sessizliği ve duyarsızlığıyla birlikte Karadeniz’in karanlık sularına gömüldü. İnsanlık, o gün sadece 769 canı değil, vicdanını da kaybetti.”

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün