“Günde yirmi dört defa tersyüz ediyorum kendimi, bir eldiven gibi. Ah, kendimi çok iyi tanıyorum. On beş dakika içinde, sekiz gün sonra, bir yıl sonra bile ne düşüneceğimi ve ne hayal edeceğimi biliyorum. Tanrım ben ne günah işledim ki, bana ha bire bir öğrenci gibi ezbere söyletiyorsun derslerimi.”
Konservatuvarın ilk yıllarında tanışıp birlikte üretmeyi amaçlayan Metehan Yılmaz, Saliha Bozkurt, Karya Aldemir, Aleyna Akdemir, Elif Beyza Sucu, Kerim İlhan ve Aytuğ Kaan tarafından 2024’te kurulan Labiratuvar topluluğunun, Erkan Uyanıksoy’un çevirisi, ses ve efekt tasarımı ve yönetimi altında sahnelediği ‘Leonce ile Lena’ oyununa getirdiği çağcıl ve parlak yorum, çok sayıda düzeyli oyunun sahnelendiği bu sezonun en ilginç ve keyif verici sürprizlerinden biri oldu.
1813’te doğan, 24 yaşındayken tifüsten ölen biyolog, anatomi uzmanı, devrimci, ateist Karl Georg Büchner, sadece üç oyun (Danton’un Ölümü, Leonce ile Lena, Woyzeck) yazmasına karşın, çağını fazlasıyla aşan dehasıyla, Modern Alman Tiyatrosunun kurucusu ve absürt tiyatronun öncüsü olarak görülür. Fransız Devrimi’nden etkilenerek 1834’te kaleme aldığı, halkı mutlak monarşiye karşı kışkırtan ‘Hessenli Köy Postacısı’ bildirisi dağıtılmadan yasaklanınca ülkeyi terk etmek zorunda kalan Büchner, başını tekrar belaya sokmamak için, oyunlarındaki eleştirilerin daha az göze batmasına çaba göstermiş, 1836’da yazdığı dışavurumcu ve absürt çizgiler içeren ‘Leonce ile Lena’nın aslında bildirinin tematiğiyle müthiş uyumlu hınzır toplumsal eleştirisini, egemen güçlerin zor fark edeceği incelikli bir çizgide aktarmıştır.
Popo ülkesinin kralı, yaşam amacını bulamadığı için varoluşunu sorgulayıp canı sıkılan oğlu Leonce’yi siyaset gereği, komşu Pipi ülkesinin prensesi Lena ile evlendirmeye karar verir. Bu zorunlu evliliğe karşı çıkan Leonce, tanışır tanışmaz arkadaş olduğu, yaşamdan sonsuz keyif alan akıl hocası Valerio ile ülkeyi terk eder. Rastlantı sonucu, aynı sebeple kendi sarayından dadısıyla kaçmış olan Lena ile İtalya’da karşılaşırlar. Birbirlerini hiç görmemiş iki genç, kim olduklarını bilmeksizin birbirlerine âşık olurlar. Düzenin istediği evlilik bir yazgı gibi gerçeğe dönüştüğünde, mutlak monarşinin gölgesinde herkes için bir mutlu son mümkün olabilecek midir? Kraliyet planının gerektirdiği katı kural ve emirler sebebiyle onlara biçilen rollerden kaçmak isteyen Leonce ile Lena’nın özgür iradelerine karşılık, monarşinin beklentilerine uygun olarak düzenin yeniden sağlanması yanında şu soruları getirmeyecek midir: Özgür iradenin gerçekliğinden bahsetmek mümkün müdür? Yoksa insan otomat gibi çalışan, belirlenmiş kodlarla hareket eden bir algoritmalar kümesinden mi ibaret?
Büchner’in ince mizahla örülü, neredeyse iki yüzyıl önce yazılmasına karşın tazeliğini ve güncelliğini koruyan hınzır politik hicvi, tüm kurucu ekibiyle sahnede olan Labiratuvar’ın
yorumunda müthiş enerjik, çok eğlenceli, epey de düşündürücü bir seyirliğe dönüşmüş. Boş bir sahneyi, Metehan Yılmaz’ın etkileyici ışık tasarımının desteği ve benzersiz bir birliktelikle oluşturdukları canlı tablo ve heykellerle görsel bir şölene dönüştüren yedili, Büchner’in metnini usta işi bir tempoyla aktarıyor. Muhteşem kraliyet üniforması ve Valerio’yu bir kadın oyuncuya oynatmaları gibi hınzır buluşları da cabası. Sezonun olmazsa olmazlarından. Mutlaka izlenmeli.
Bir Strandom Art House yapımı
‘Apsolit’
Apsolit: mutlak kulak, hiçbir referans almadan duyduğu tüm sesleri melodiye dönüştürme yeteneği.
İbrahim Barulay’ın yazıp oynadığı, Onur Yalçınkaya’nın yönettiği, dramaturgiyi Anıl Yıldız’ın üstlendiği, Strandom Art House yapımı ‘Apsolit’, sınır köylerden birinde yaşayan bir ailenin ele avuca sığmaz, hayat dolu oğlu İsmail’in Doğu’dan büyükşehrin sokaklarına uzanan hikâyesini ele alıyor.
Seyircilerle önce şarkılarıyla iletişim kuran yetişkin İsmail, çocukluk anılarını izleyicilerle paylaşmaya başlıyor, sokakta yaşadığını, yaşadığı bu sokağa kendi adının konmasını istiyor; “Apsolit İsmail sokak.”
“İsmail çocukluğundan beri duyduğu seslerin kendi içerisinde nasıl bir ahenkle dolaştığını henüz bilmiyordu. Ta ki, sınırda var olan ve durmak bilmeyen politik şiddetin içerisinde yaşanan gerilimle ailesinin büyük şehre göç etmesine kadar. Şehri, sokakları, yaşamı tutkuyla keşfeden İsmail’in tüm hayatı birden değişir. Sesleri daha farklı duymaya, binaları daha farklı görmeye başlar. Okuldaki müzik öğretmeni sayesinde Apsolit olduğunu öğrenen İsmail’in müziğe olağanüstü yeteneği ailesinde deprem etkisi yaratır, müziği engellemesi bir yana, babası onun okula gitmesine bile izin vermez.”
Ana teması çocukların özgürce yaşama ve düşünme hakkı olan ‘Apsolit’ İsmail’in çocuk ve yetişkin dünyasında iç içe gezinirken, göç, toplumsal eşitsizlik, kentsel dönüşüm, adalet ve dil konularına değiniyor. Ancak İbrahim Barulay’ın bütün bu siyasi toplumsal olguya çocuk gözünden bakan usta işi metni, slogancı ve didaktik bir eleştiriden uzak durmayı başarıyor.
Köyden gelmiş eğitimsiz aile tarafından hayalleri yıkılan yetenekli çocuk öyküsünü klişeden kurtaran ise, elinde gitarı, arada şarkı söyleyerek İsmail’i yaşayan/yaşatan Barulay’ın samimi ve inandırıcı interaktif oyunculuğu.
Bildik bir konuya derinlikli ve etkileyici bir bakışla yaklaşan çok etkileyici bir performans.
Kaçırmayın. 3 Mart Boa Sahne, 6, 27 Mart Bahçe Galata ve sezonda İstanbul sahnelerinde.
‘Loop’
“Hem nereye gideceğimizi bilmiyoruz hem de geç kalıp kalmadığımızı... Bağımlılıklar, dayatılan roller ve yetişmek zorunda hissettiğin bir hayat... Gerçekten ilerliyor musun, yoksa sadece döngünün içinde savruluyor musun?”
Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı ve dramaturgisini yaptığı, Nagihan Gürkan’ın yönettiği ‘Loop’, H6 Act ve Horizon ortak yapımı olarak prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivalinde yapmış. Dekor tasarımını Burak Etöz, kostüm tasarımını Meltem Çakmak, ışık tasarımını Utku Kara, hareket tasarımını Salih Usta üstlenmiş. Bora Çınar’ın sahnede Berfu Öngörenle (Umut) Uğur Karabulut’a (Ali) canlı eşlik ettiği müzik ve ses tasarımı Başar Ünder’e ait.
Fizikçi Umut, çocukluğundan beri ‘düzeltilmesi gereken biri’ gibi hissetmesine sebep olan, zorlu yaşam şartları, tıkanmış ekonomisi, basiretsiz siyasetiyle cehenneme dönen İstanbul’dan, Ali'yle birlikte Berlin'e taşındığında, bunun birçok şeyin bitişi, başlangıcı ya da en azından değişmesi olduğu beklentisindedir. Ama beklediği gibi olmaz, içkiyi bırakamaz, Ali’yle kurdukları dünya gitgide dağılır, baktığı yerde aynı şeyi görmediği, aynı şeyi duymadığı insanlarla bir arada olmanın yarattığı kopukluk hissi gitgide artar.
Umut’un oyun boyunca yolculuğu; etrafındaki dünyanın akışını durduracak, dahası yönünü değiştirecek bir hale dönüşür. Çocukluğundan beri eline tutuşturulan ilaçların, terapilerin, bir takım ‘an’a tutunma çabalarının nasıl bir tuzak olduğunu fark eder. Umut kendi gerçekliğini hatırlamaya çalışır, bu kaosun içinde kaybolmaz; aksine garipliğin farkındadır ve bunu durdurmanın zamanı gelmiştir. Hep iyileştirilmesi, hep düzeltilmesi gereken bir zihin olarak görüldüğünün farkındadır…
Metnin insanı şaşırtacak derecede gerçekmiş etkisi vermesinde, Ocak 2011’de alkolü bırakan, 2019’da Almanya’ya taşınan Ebru Nihan Celkan’ın özyaşamından öğeler taşımasının etkisi büyük. Bir de Celkan’ın yazdığı 18 oyunun başkişinin adının hep Umut olması. Bir söyleşide ifade ettiği gibi birbiriyle hiçbir benzerlikleri olmasa da bu karakterler hayatın içerisinde olan, mücadele eden, üstünü başını kirleten, kararlar veren, hatalar yapan, düşen ve tekrar kalkan kişiler. Aynen ‘Loop’un, “Her seferinde tökezleyeceğim ve yeniden kalkacağım” diyebilen Umut’u gibi…
‘Loop’un olay örgüsü Berfu Öngören’in tüm inişleri ve çıkışlarıyla ustalıkla yorumladığı Umut üzerinde gelişiyor. Uğur Karabulut, Umut’un babası, sevgilisi-eşi, yoga hocası, psikiyatristi gibi yaşamına giren bütün erkekleri ayrıştırarak başarıyla canlandırıyor. Oyunun zorlu havasını, müzikle, sinyallerle, ışıkla ve/veya bir takım aksesuarlarla kıran DJ Bora Çınar etkileyici çalışmasıyla arada bir oyunu dağıtsa da oyun, hayatın kendisi gibi yeniden devam ediyor.
Usta işi bir metnin çok başarılı sahnelenmesi. 27 Mart HOP ve sezonda İstanbul ile Türkiye sahnelerinde. Kaçırmayın