SEVGİ, SAYGI VE AŞKLA GEÇEN 54 YIL: Albukrek çiftinin duygu dolu hikayesi!

Lydia ve Musa Albukrek, alanlarında her daim kendilerinden saygı ve sevgiyle bahsedilen birbirinden kıymetli iki tıp doktoru… 54 sene önce İstanbul´da Musa Albukrek´in bir keman konserinde tanışmaları, uzunca yıllar devam eden bir evliliğe, imrenilecek derecede güzel bir yol arkadaşlığına dönüşüyor. Lydia Albukrek, eşini ressamlık, maket yapımı, keman virtüözlüğü, yazarlık, doktorluk gibi yeteneğinin bulunduğu her alanda destekliyor. Hatta eşini sekiz konuda beceri göstermesi dolayısıyla şakayla karışık ´ahtapot´ olarak nitelendiriyor. Lydia ve Musa Albukrek ile, tıptan sanata, iki doktorun birbirlerine neler kattığına, günümüzde çocuk bakımında doğru bilinen yanlışlara ve evlilikte birbirine destek, yoldaş olmanın önemine dek birçok konuyu konuştuk.

Zehra ÇENGİL Söyleşi
5 Mart 2025 Çarşamba

Birbirinden değerli iki tıp doktoruyla röportaj yapmak bizler için bir gurur, kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. Öncelikle ilk kez dinleyecekler için biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Musa Albukrek: 1937’de İstanbul’da doğdum, Musevi Lisesi’ni 55 senesinde bitirdim. Liseye paralel olarak konservatuvara devam ettim. 1953 senesinde öğrenciyken, halen söylenen okul marşını besteledim. Lise bitince üniversiteye müracaat ettim ve o dönem çok zor olan üniversite giriş sınavlarını başarıyla kazandım. İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıp doktoru unvanını aldıktan sonra beş senelik genel cerrahi uzmanlığını tamamladım. Neticede 61 yılında mezun, 66’da ise cerrahi uzmanı oldum. Mezuniyetimin ardından askere gittim; çok mutlu bir askerlik yaşadım çünkü bölüm şefiydim. Çalışmalarımdan dolayı üstlerimden başarı belgesi aldım.

Askerlik sonrası İstanbul’a gelince değişen ortamdan dolayı hayal kırıklığına uğradım. Her şey değişmişti. 67-80 arası çok kötüydü. İnsanlar mahallemizi hatta evimizi bile işgal etmişlerdi.

Çatışmalar, ölümler… Onun üzerine kardeşimle ayrı bir ev tuttuk. 80 sonrası

Amerikan Hastanesi’ne doktor olarak girdim, hem operatör olarak çalıştım hem de

Hemşire Okulu’nda ders verdim. Sonra Proktoloji’ye yöneldim ve ileri uzmanlığımı Paris ve Cenevre’de tamamladım. 2020’de hem COVID hem de sağlık problemleri yüzünden çalışmayı bıraktım.

Lydia Albukrek: Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanıyım. İtalya’da Parma Tıp Fakültesi’nde okuyordum, bir Noel tatili için İstanbul’a ailemi görmeye gelmiştim. Sonra İtalya’ya dönüp

Tıbbiye’de son senemi bitirdim. İstanbul’a geri geldiğimde Musa Bey ile evlendik. Hemen ihtisas için Ankara’ya gittim. Ankara’da pediatri sınavına girdim. O zaman ailemde İtalyanca ve Fransızca konuşulduğundan dolayı pek Türkçe konuşamıyordum. O yüzden ilk seneler biraz zorluk çektim ama sonra açıldım. İki kızımız oldu. Etfal Hastanesi’nde ihtisasımı bitirdim, Saint George Hastanesi’nde çalıştım. Muayenehane açtım, ardından Paris’e gittim, ergenlik alanında uzmanlaştım. Uzun seneler Pierre Loti Fransız Lisesi ve İtalyan Lisesi’nde doktorluk yaptım. Musa Bey gibi ben de bazı hobilerimi gerçekleştirdim, İtalyan Kültür Merkezi’nde tiyatro yaptım, her yıl bir piyes sahneye koyduk. Fakat Musa’nın yetenekleri Allah vergisi, ona “Ahtapot gibisin” diyorum çünkü bir sürü yeteneği var, sekiz konuda aynı anda çalışabiliyor. Onunla gurur duyuyorum.

Yıllardır örnek bir evlilik sürdüren, ayrılmaz çift olan Lydia Franco ve Musa Albukrek’in yolları nasıl kesişti peki?

Lydia A: Tıp tahsilimi Parma Üniversitesinde sürdürürken İstanbul’a anneannemin yanında kalmak için gelmiştim, annem İsviçre’ye gidecekti ablamın doğumu için. Bir arkadaşım, “Bu akşam bir konser var Şişli’de, iki kardeş evlerinde bir konser tertiplediler. Biri piyano biri keman çalıyor” diyerek beni davet etti. Konsere gittim ve o anda bir kıvılcım oluştu. İtalya’ya dönüş tarihimi planlamıştım ama Musa’yı tanıdıktan sonra 15 gün daha uzattım. Döndükten sonra her hafta yazışıyorduk, o zamanlar telefon yoktu. Temmuz başlarında mezun oldum ve İstanbul’a geldim, şu anda 54 senemizi bitirdik.

“BİZE İKİ DOKTOR EVLENMEYİN, BÜYÜK KAVGALAR EDERSİNİZ DEDİLER”

Aynı meslekten olmanın avantajları veya dezavantajları oldu mu sizler için?

Birbirinize tavsiyelerde bulunuyor musunuz?

Musa A: Dezavantaj katiyen olmadı, avantajı ise çok. Birbirimize danışır, teşhislerimizi kontrol ettirir, keşfettiğimiz yenilikleri anlatırdık. O bakımdan her daim çok mutluyum.

Lydia A: Evleneceğimiz zaman doktor bir akrabamız “İki doktor evlenmeyin kesinlikle, aranızda büyük kavgalar olur” dedi. Biz inanmadık, hiçbir dezavantaj da yaşamadık. Ayda sekiz nöbetim oluyordu, gece hastalara gidiyordum. Eğer Musa doktor olmasaydı benim için daha zor olurdu. Mütemadiyen çok anlayışlı davrandı.

Musa Bey’in ‘İnsan sevgisi ve hekimlik’ üzerine yazıları da var. Hekimlik pratiğinde insan sevgisinin rolünü nasıl tanımlıyorsunuz? Son zamanlarda hekimlerimiz sıklıkla yurt dışına beyin göçü gerçekleştiriyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Musa A: Tıbbın uygulamasında dört büyük öğe vardır. Bilgi, mantık, sezgi ve insanlık. Bugün maalesef yeni hekimlerin bazıları sezgi ve insanlık konusunda zayıf kalıyor. Özellikle insanlık hususunda büyük problemler var, artık bir hastanede “Evvela kredi kartını ver” diyorlar. Eski hekimlik sona erdi.

İkinci sorunuzda ise: Yurt dışına gitmenin genel bir sosyal ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Meslek hayatınız boyunca en unutamadığınız vaka hikayesini paylaşabilir misiniz?

Musa A: Hastanede nöbet sistemi mevcuttu, biz ancak kadroluyken yapardık. Ama yabancı kontenjanında bulunanlar bizim gibi beklemez, hemen göreve başlardı. Kıbrıslı bir arkadaşımız vardı Erol Küfi, kulakları çınlasın. Operatör olmak istiyordu ama hocamız dedi ki “Hastayı takip etmesini bilmek lazım (follow the patient).” Ameliyattan daha önemli olan hastayı adım adım takip etmektir. Bizimki Kıbrıslı olduğu için Türkçeyi çok iyi bilmiyordu. Hocamız başına saksı düşen bir hastayı eve yollamasını ama takip etmeyi ihmal etmemesini söylemiş. Bizimki beyaz gömleği çıkartıp, siyah bir gömlek giyiyor ve pardösüsünün yakasını kaldırıyor, siyah bir şapka takıyor. Cep defterine yazıyor: Saat 17.30- Hasta hastane kapısına yöneldi, 17.45 otobüsten indi, parasını saydı ve üstünü aldı. Bunları yazarken hasta başka bir otobüse doğru yürüyor, son anda minibüse atlayıp gözden kayboluyor. Asistanımız Hoca’ya telefon açıyor “Hocam maalesef hastayı kaybettik.” Hoca telaşla acilde olup olmadığını soruyor, “Hayır, rahatsız olmayın çünkü ben acilde değil Aksaray’dayım” diyor.

“HER SANAT DALI TIBBA HİZMETTİR”

Musa Bey, tıp kariyerinizin yanında ressamlık, yazarlık ve müzikle de ilgileniyorsunuz. Tıp ve sanat kariyerinizi birlikte yürütmek sizin için nasıl bir deneyim oldu? Bu iki alan birbirini besliyor mu?

Muhakkak besliyor, her sanat dalı tıbba hizmettir. Resim-anatomi, sezgi-müzik, edebiyat-şefkat gibi… Ben resim yeteneğim sayesinde cerrahi çizimler yaptım. Müzik mesela hastanın sırtını dinlemek bile bir şeyler kazandırıyor. Ben bazı maketlerimi cerrahi aletlerle yaptım. Aletler bizde atılmaz. Zaten biz cerrahlar el işçileriyiz. Tüm bunları nasıl bir arada yapabiliyorsunuz diye sorarsanız, leylekler güzel bir rüzgâr bulunca kanatlarını kırpmadan süzülürler ve o havanın esintisiyle yol alırlar. Allah vergisi kabiliyet o rüzgâra benzer. Kendimde bana en uygun yatkınlıkları keşfedip onları geliştirdim.

Lydia Hanım, siz de İtalyan Cemaati’ne bağlılığınız, ergenlik çağındaki gençlere yönelik verdiğiniz seminerler, 1999 depremi sırasında ilkyardım ekiplerinde çalışmanız dolayısıyla İtalya’dan Şövalyelik Unvanı aldınız. Bu sizleri gururlandırdı mı? 6 Şubat’ın yıldönümünü geride bıraktığımız bugünlerde bir şeyler söylemek ister misiniz?

Tabii ki insanın gururu okşanıyor, ben insani vazifemi yaptım sadece. Az bile yaptım. 6 Şubat korkunçtu. Günümüzde mümkün olduğunca evleri sağlam inşa etmemiz gerekiyor. Deprem tehlikesi olan bir ülkede yaşıyoruz, ona göre önlemler alınmalı. Genelde deprem geliyorum demiyor, geliyor ve birkaç saniyede her şey yerle bir oluyor. Doğa, insanı çaresiz bırakıyor.

“ÇOCUKLARLA TUTARLI OLMAK GEREKİYOR”

Günümüz ebeveynlerinin çocuk sağlığı ve psikolojisi konusunda en çok yaptığı hatalar neler? Sizler çocuklarınızı yetiştirirken nelere özellikle dikkat ettiniz? Teknoloji ve ekran bağımlılığı çocukları nasıl etkiliyor?

Lydia A: Genelde ebeveynler çocuklar için en iyisini yaptıklarını düşünüyor ama istemeden bazı hatalar yapabiliyorlar. Bugün en büyük yanlışlardan biri, karşısında çocuğa kendini sorgulatmayı öğretmemek, mesela çocuk düşünce sehpayı veya yeri dövüyoruz. Kabahati başkasına atmamak lazım. Yaptıkları hataların sorumluğunu üstlenmelidir. Çocukların eline kalem-kağıt yerine telefon vermeyi de onaylamıyorum. Sıkılmak bir çocuk için iyi, sıkılırsa kafası çalışır ve bir şeyler yaratır. Kendi çocuklarımızda ben özellikle şımarmamalarına dikkat ettim. Çocukların her istediğini almamak ve onları bu sisteme alıştırmamak lazım. Çocuklarla tutarlı olmak gerekiyor.

Musa A: Son on seneden beri özellikle çocuklar en iyi arkadaşlarım. Sık sık bir araya geliriz, bana bütün dertlerini anlatırlar. Bu beni çok mutlu ediyor.

Musa Bey, siz de resim çalışmalarınızda genellikle siyah-beyaz ve desen ağırlıklı eserler üretiyorsunuz. Bu tarzı seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Siyah beyaz taşınması kolay bir materyal. Ayrıca mimariyi çok severim, doktor olmasaydım mimar olurdum. Fakat müşkülpesent kişiliğim dolayısıyla başkasına iş yaptırmanın zorluğunu biliyorum. Cerrahide patron benim, işçi de benim. Mimari potansiyelimi resme döktüm.

“6-7 EYLÜL SONRASI EŞYALARA BAĞLANMAMAYI ÖĞRENDİM”

Lydia Hanım, tarihler 6-7 Eylül 1955, kısa bir müddet sonra aileniz sizden bir oyuncak seçmenizi istiyor ve yanınıza alabildiğiniz tek bir bebekle Türkiye’yi terk ediyorsunuz. Seneler sonra kendi oyuncaklarını kendi üreten Musa Albukrek ile yollarınız kesişiyor ve şimdi birlikte bir oyuncak müzeniz bile var. Bu size kaderle ilgili nasıl hissettiriyor?

Benim seçimim Musa… Bu kaderin bir şakasıdır herhalde. 6-7 Eylül’de

Türkiye’yi terk ettiğimizden benim haberim yoktu. Tüm olayları gözümle gördüm.

Babamın dükkanı yerle bir oldu. Çocuk aklımla gideceğimizi anlamadım, yazları gemiyle seyahate çıkıyorduk ve öyle bir şey zannettim. Annem en sevdiğim oyuncağımı yanıma almamı söyledi; İtalya’ya vardığımızda öğrendim ki orada kalacağız. Bir bebeğimle kalakaldım, hala da onu saklıyorum. Ondan sonra eşyalara bağlanmamayı öğrendim. Kırılsa bile ‘Tamam, gitsin’ diye düşünüyorum. Eşyaları biriktirmeyi Musa’ya saygımdan dolayı seviyorum. Şahsen çok fazla bağlanmamayı tercih ediyorum. Bizler geçici olarak buradayız, eşyalar kalıcı.

Son olarak insanın güvenebileceği, omzuna yaslanabileceği bir yol arkadaşı olması sizce kişinin hayatına neler katıyor?

Musa A: Eşim olmasa hayatta olamazdım. Büyük bir fedakârlık, disiplin ve özveriyle bana destek oluyor. O olmasa ben bugün yoktum.

Lydia A: Karşılıklı sevgi ve saygı, hayat arkadaşıma güvenebilmek bana her zaman huzur veriyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün