İstanbul'dan Béjart geçti 'Béjart Ballet for Life'

Erdoğan MİTRANİ Sanat
12 Mart 2025 Çarşamba

Fransız – İsviçreli dansçı koreograf Maurice-Jean Berger (1927-2007) ya da sahne adıyla Maurice Béjart, akademik dans ve neoklasik akımlardan yola çıkarak müziği, lirik operayı tiyatroyu ve modern dansı iç içe geçiren çağcıl koreografik anlatımı, sololarında ve benzersiz ‘ensemble’larda dansçılarının bireysel becerilerini öne çıkaran görsel işitsel tarzıyla modern dansın en önemli ve yenilikçi yaratıcılarından biridir.

Çocukluğundan beri dans eğitimi alan, 14 yaşında Marsilya Operasına kabul edilen Berger, ünlü felsefeci babası gibi felsefe lisansı sahibi olmasına karşın dansçı olamaya karar vermiş, Béjart sahne adıyla münhasıran dansçı sonra da koreograf olarak çalışmaya yönelmiştir. 1960’ta Brüksel’de Ballet du xxe siècle / Yirminci Yüzyıl Balesi’ni kuran Béjart, 27 yıl boyunca en ünlü koreografilerini yarattığı bu toplulukla dünya sahnelerine, dans ve tiyatro festivallerine sayısız turne gerçekleştirmiş, açtığı dans okulunda pek çok önemli dansçı ve koreograf yetiştirmiştir. 1987’de Brüksel’i terk etmeye karar vermiş, topluluğu lağvederek önceden çalıştığı ve/veya yetiştirdiği elemanlarla Lozan’da, 2007’de ölümüne dek yönetimini ve genel sanat yönetmenliğini sürdürdüğü ‘Béjart Ballet Lausanne’ı kurmuştu.

Béjart’ın ardından, baş dansçılarından Gil Roman topluluğun sanat yönetmenliğini üstlenmiş, onun sanatsal mirasını sürdürürken, ustasının gerçekten beğenisini kazanabilecek 17 yeni koreografi sahnelemişti. 2024’te Roman, görevi bu kez baş dansçılarından, Béjart’ın mirasına aynı tutkuyla sahip çıkan Julien Favreau’ya devretmişti.

Bu bağlamda Béjart Ballet Lausanne, kurucu yaratıcısının ideallerini ‘Tanztheater Wuppertal’ ile birlikte titizlikle devam ettirmeyi sürdüren ikinci topluluktur.

1988 ve 2007’de İKSV Festivalinin konuğu olarak kentimize gelen topluluğun bu gelişine ön ayak olan İKSV eski Direktörü Leman Yılmaz bulunuyor.

İlk kez 1996 başlarında Lozan’da, peşinden 1997’de Paris’te sahnelenen, o tarihten bu yana dünya çapında turnelerine devam eden ‘Ballet For Life’, ikisi de kısa bir arayla, 45 yaşında AIDS’ten ölen, Queen’in efsanevi besteci şarkıcısı Freddie Mercury ile, Béjart’ın 30 yıllık baş dansçısı, ilham perisi, açıkça sözü edilmemiş olsa da olasılıkla büyük aşkı Jorge Donn’un anılarına adanmış bir saygı duruşu. 

AIDS üzerine değil, genç ölmek üzerine bir bale yapmaya karar veren Béjart, koreografisi için Queen’in ve ondan bile daha gençken ölen Mozart’ın müziğini kullanmış. Katkıda bulunan bir diğer yaratıcı da, yalın ve minimalist dekoru bir görsel şölene dönüştüren kostümleriyle Gianni Versace ki, o da 10 yıl sonra bir suikasta kurban gitmiş.

Aradan geçen 30 yıl boyunca, ölümü sonrası selama eklenen Béjart’a saygı duruşu dışında   orijinal koreografinin hiç değişmeyişine karşın hâlâ taptaze kalan bu olağanüstü gösteriyi ifade etmeye kelimelerim yetersiz kalacak. Bu sebeple sözü Béjart’a bırakıyorum: 

“Bize savaşmayın sevişin dediniz; biz de seviştik. Peki sevgi şimdi niye bize savaş açıyor?

Son dünya savaşından beri durmaksızın devam eden savaşlara bir de ‘Aşk’ yüzünden ölmenin katılmış olmasına bir isyan çığlığı… Ama her şeye karşın gençlik ve umut üzerine, gençler kadar iyimser ve umutsuz bir çalışma…

Yapıtlarım her şeyden önce, müzikle, yaşamla, ölümle, aşkla, yaratıları ve yaşamları benim aracılığımla yenilenenlerle bir karşılaşma… Queen’in müziğiyle bir aşk ilişkisi… Yaratı, şiddet, mizah, sevgi hepsi orada… Artık olmadığım dansçının eski benliğinin, kendilerini aşan genç dansçılarla yeniden doğuşu… 

Topluluğu seviyorum. Bana esin kaynağı oluyorlar, hepimizin bir gün gideceği, eminim ki gittiğimizde Queen ve Mozart’ı birlikte piyano çalarken bulacağımız o meçhulün yolunu gösteriyorlar… Ve tabii ki her şeye rağmen son sözü Queen söyleyecek: The show must go on!”

Bize bu olayı yaşatan organizasyona Leman Yılmaz aracılığıyla sadece koca bir teşekkür değil, büyük de bir tebrik borçluyuz. Öyle ya, İstanbul’un dans ve müzik açısından bu kurak döneminde, üstelik Volkswagen Arena gibi, ses ve ışık tesisatları çok başarılı olsa da bu tür bir gösteri için epey elverişsiz bir mekânda 8000 kişiye modern dans izlettiniz!         

   Musahipzade’nin klasik yapıtı ilk kez bir özel tiyatroda

       ‘İstanbul Efendisi’

 

“İstanbul'un Baş Kadısı Savleti Efendi, cin peri hurafeleriyle dolu farklı bir gerçekliğe gömülmüştür. Yıldızların açılarıyla oluşan kadere inancı öylesine kuvvetlidir ki, kızı Esma’nın kiminle evlenmesi gerektiğine bile yıldızların açılarıyla, fallarla, remillerle karar vermek istemektedir. Köleliğin halen devam ettiği, özellikle kadınların eşya gibi alınıp satıldığı, köle olmayan kadınların ise babaları tarafından söz hakkı olmadan uygun görülen biri ile evlendirildiği zaman diliminde, Savleti Efendi’nin kızı Esma fallarda çıkan damat adayıyla mı, yoksa gönlünü kaptırdığı delikanlı Safi ile mi evlenecektir? Baba ve baş kadı olarak bedenleşen bu otorite figürünü alt etmenin bir yolu bulunabilecek midir?...”

Musahipzade Celâl’in 1912’de yazdığı ustalık dönemi komedisi ‘İstanbul Efendisi’ her dem toplumsal eleştirisiyle gündemde kalmıştır. Günümüzde de, çağcıl Cumhuriyet Türkiye’sine Osmanlı’nın geleneksel perspektifinden bakarken çağdaşlaşma yolunda yeni bir kimlik oluşturmaya çabalayan toplumun, geleneğiyle arasında oluşan uzaklığı yakınlaştırmaya çalışan, bu bağlamda geçmişin bağnaz hatalarından bugüne dersler çıkarmaya çaba gösteren bir metin olarak yorumlanmayı sürdürmektedir. Kalabalık kadrosu, masraflı sahnelenmesi sebebiyle güncel yorumları hemen her zaman ödenekli tiyatrolar tarafından büyük prodüksiyonlar olarak oluşturulmuştur. Oyunu çok keyifli müzikal olarak gerek Antalya gerek İstanbul Büyük Şehir Belediye Tiyatrolarında yöneten Engin Alkan, bu kez ilk defa bir özel tiyatro yapımı olarak House of Performance vizyonuyla sahneye koymuş.
Bütün sanatlar gibi sürekli evrim geçirmek zorunda olan tiyatro da ‘İstanbul Efendisi’ni günümüze uyarlanarak çağcıllaştırmanın absürt olduğunu çok iyi bilen Alkan, oyunu dönem giysileriyle, parlak, zengin ve müthiş eğlenceli klasik bir müzikal olarak yönetiyor. Güncel boyutu ise, izleyicilerle konuşarak, bakışarak, gülümseyerek, arada bir seyircilerin arasına saldığı oyuncularıyla metin dışı laflayarak ustaca var ettiği interaktif iletişimle, İtalyan sahnenin dördüncü duvarını bilinçli olarak param parça ederek sağlıyor.

Klasik derken, köçekleriyle, zennesiyle çadır tiyatrosunun ve orta oyununun geleneklerini, tuluat tiyatrosunun doğaçlamalı, etnik taklitli, cinaslı biçemiyle başarıyla harmanlıyor; maskı andıran makyajları, tüm bedeni kullanan dozunda abartılı oyuncaklarıyla, orta oyununun batılı kardeşi commedia dell’arte’ye de selam çakmayı ihmâl etmiyor.

Etnik taklit derken Alkan, Türkü, Rum’u, Ermeni’si, Yahudi’siyle, İstanbul’un yazıktır ki geçmişte kalmış o benzersiz, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü yapısını şivelere ustaca yansıtıyor ama dahası bununla yetinmiyor: Müzikal dokunun içinde yer alan, ünlü anonim Niksar türküsü kalenin bedenleri’ne Muhsine ile başlıyor, nakaratın ardından Yahudi Menteş Rumca “siko horepse kukli mu” diye devam ediyor, peşinden Agop türkünün Ermenicesiyle giriyor, koro türküyü “Çiftetelli Turkiko, şinanay yavrum şinanay nay” olarak bitiriyor. Osmanlının koca etnik dokusunun bir tek türküyle özetlenmesi müthiş etkileyici. Böyle parlak buluşlarla dolu sahnelemede Esma ile Dilaram’ın fayton sefasını unutmayalım.
Barış Dinçel’in dekor, Duygu Türkekul’un kostüm, Cem Yılmazer’in ışık tasarımlarıyla başarılı bir görsellik kazanan ‘İstanbul Efendisi’nin oyuncu kadrosu da dört dörtlük bir ensemble ekibi oluşturuyor. Engin Alkan (Savleti Efendi), Nihan Büyükağaç (Çengi Afet), Türkü Turan (Esma), Musa Can Pekcan (Safi), Zeynep Sevi Yılmaz (Dilaram), Doğukan Yavuz (Dilâver), Tutku Erten (Feraset), Serkan Ilgaz (Aptal Oğul İrfan) başı çekseler de

20 kişilik ekibin tamamı, sadece oyuncu olarak değil, profesyonel düzeyde dansçı ve şarkıcı olarak çok iyiler. (Koreografi Senem Oluz, müzik prodüksiyon, kayıt, mix & mastering Sinan Can Sarı). Nefis müzik kaydını ve udu, akordeonu ve vurmalıları ile tüm oyuna eşlik eden Hamit Erentürk’ü de unutmayalım.

Sonuç olarak klasik bir metne geleneksel tiyatromuz üzerinde ders olacak düzeyde parlak ve çok keyifli bir yorum. Kaçırmayın. Üç saati aşan süresi toplu taşımayla gelenleri korkutmasın. Cuma-cumartesi geceleri 01.30’a kadar çalışan Marmaray’ın Bakırköy İstasyonuna 5 dakika yürüyüş mesafesindeki HOP’ta sahneleniyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün