Antik çağlardan günümüze kadın bedeninin estetize edilerek köleleştirildiği üzerine sayısız kaynağa ulaşabiliriz. Tüm medenileşme süreçlerini takip edip günümüze ulaştığımızda ve daha ileri gidip geleceğe projeksiyon yaptığımızda farklı bir senaryo çıkmıyor karşımıza? Kadın bedeni, tarih boyunca estetik idealler, toplumsal normlar ve güç ilişkileri aracılığıyla anlamlandırılmıştır. Bu anlamlandırma süreci, onu yalnızca bir biyolojik varlık olmaktan çıkararak, toplumsal ve kültürel kodların taşıyıcısı haline getirmiştir. Göstergebilimsel açıdan, bir ‘gösteren’ olarak işlev görmüş, bu gösteren, güzellik, itaat, arzu ya da güç gibi anlamlarla ilişkilendirilmiştir.
Kadın bedeni üzerine başlattığım bu düşünme sürecinin temel nedeni ise 8 Mart akşamı rastgele bir seçimle izlediğim ‘Companion’ filminin bir kadın olarak üzerimdeki etkisi. Sinemanın ilk yıllarından bu yana, Metropolis’den (1927) Terminatör’e (1984), Blade Runner’dan (1982), A.I. Artificial Intelligence’a (2001), Her’den (2013) Ex Machine’e (2014), Westworld’e (2016), birçok yapımda gelecek distopyasının vazgeçilmez aktörleri ‘kopyalar’, yani sentetik olarak yapay zekayla üretilen robotlardan biri de bu sene ‘Companion’ filmiyle beyaz perdeye yansıyor. Bu filmin ana karakteri, güzel ve genç kadın ‘Iris’ isminden cismine göstergebilimsel bir şölenle karşılıyor bizi. Iris, itaatkâr, estetik olarak kusursuz ve erkek arzularına hizmet eden bir varlık olarak tasarlanmış. Bu durum, kadın bedeninin bir ‘meta-gösterge’ haline geldiğini, yani yalnızca bir gösteren değil, aynı zamanda bir tüketim nesnesi olarak işlev gördüğünü ortaya koyan belirgin bir söylemdir. Bu büyük şemsiyenin altında Iris de kendi usulünce birkaç şey söyler.
Iris, Josh isimli genç bir adam tarafından ‘arkadaş’ robotlar üreten bir şirketten kiralanır. İlk buluşmaları bile, seçenekler listesinden programlanmış bir anıdır. Josh, telefonu ve tableti aracılığıyla Iris’in ayarları üzerinde tam kontrole sahiptir; bir parmak kaydırma hareketiyle güç, zekâ ve boyun eğme seviyelerini ayarlayabilir. Iris’in bu parametreler dahilinde bir dereceye kadar özgür iradesi var, ancak şiddete karşı acizdir. Ya da en azından Josh özelliği değiştirene ve onu bir suç aleti olarak kullanmaya karar verene kadar öyleydi.
Aslında hikâyeye çok aşinayız.
Geçmişi hakkında pek bir şey bilmediğimiz genç adam, ona kalbini açan sevimli, parlak bir genç kadınla tanışır. Romantik filmler, genel olarak, gerçek hayattaki ilişki dinamikleriyle oynarken hafızanın nasıl inşa edildiğini de gösterir. Bu filmde de kendini yeniden inşa etme/programlama eylemiyle kadınlığın göstergebilimsel kodları sorgulanır. ‘Companion’ toksik bir ilişkiden kaçmaya çalışan ve kendini keşfederek güçlenen bir kadının hikayesidir. Kendi varlığıyla başa çıkan, kendi kaderini tayin hakkı için savaşan yapay bir yaşam formudur. Ayrıca yalnızca ilişkisinin ne kadar zehirli olduğunu fark eden android bir kadınla ilgili değil, insanlık için, robotik ilişkilerinin ne kadar toksik olabileceğini fark etmemiz adına bir kendini keşif parodisidir. Hangi efendi ve hizmetkar arasındaki ilişki doğal eşitsizlik nedeniyle toksik bir hal almaz ki? Karşılıklı ve eşit ilişki, erkek ve kadın arasındaki açmazın tarih boyu düğümlendiği asıl mesele değil mi? Film, gelişmiş bir robotiğin giderek daha izole edilmiş hayatlarımızı daha kolaylaştırdığı geleceğin iyimser bir vizyonundan yola çıkar, ancak konu karşılıklılık olduğunda tüm ilişkilerde olduğu gibi bu vizyonun da sınıfta kalması kaçınılmazdır. Josh, yatak odasında ve başka yerlerde onu sevmek ve karşılığında itaat görmek için tasarlanmış tamamen işlevsel kız arkadaşının bir robot olmasını umursamaz. Bu da sanal ilişkilerin giderek norm haline geldiği bir dünya hayal ederken şu an hepimizin takındığı tavırla mükemmelen örtüşüyor.
Bu tür filmlerde kadın robotlar, ‘imgesel’ düzende idealize edilmiş bir fantezi olarak var olurken, ‘simgesel’ düzende erkeklerin toplumsal ve kültürel beklentilerini karşılayan bir nesne haline gelir. Hem heteroseksüel hem de eşcinsel maçoluğun sembolü olan Josh gibi bir adam da cinsiyetçiliğin prototipidir ve böylece, film bizi kötü adamı alt eden güçlü kadına yatırım yapmaya tam olarak iter. Burada temel sorun, adamın kötü olduğunu ve kullanıldığını hisseden kadının isyanına dönüşmesidir. Bunu hissetmese gördüğü muamele veya kendi davranış şekli sürdürülebilir mi olacaktır? Bizler gerçek hayatta da bu problemi yanıtsız bırakıyoruz. Kadınların kötü muameleye katlandığını görmeye çok alıştığımız için, nasıl yaparlarsa yapsınlar karşılık verdiklerinde tezahürat yapmaya şartlanıyor ve bu konuyu çözemeden bambaşka bir bölüm açıyoruz.
Bu yeni açılan bölümle de eril dilin şiddetini ödünç alıyoruz.
Aslında önemli olanı çoğu zaman ıskalıyoruz. Bu tür filmlerdeki sentetiklik vurgusu yeni çağın insanları bizler için gerçekten çok önemli. Çünkü gelecekteki yapay zeka vaatlerinin çoğunda bu sentetik varlıklar hayatta kalıyor. İnsandan daha insan oldukları ve değerleri onları erdemli kıldığı için yaşamayı hak ettikleri yargısıyla sunuluyorlar.
‘Companion’ toksik, sentetik ilişkilerimizi mikroskop altına koyuyor ve kadınlığın konfor alanını sarsan her detayı sorgulamaya çekiyor izleyiciyi. Bunu yaparken, bir robot aracılığıyla kendi arzularını tatmin etmeye çalışan ve aslında kendi eksikliklerini, tatminsizliklerini de yeniden üreten Josh’u tanıtıyor. Josh, Iris’i kontrol ederek kendi eksikliklerini telafi etmeye çalışıyor, ancak bu süreç, arzunun doğası gereği hiçbir zaman tamamlanmıyor. Ve tersine anksiyeteyi güçlendiriyor. Sonunda Iris onun sesiyle bile konuşabilir olduğunda yenilmiş oluyor. Ama asıl bizler de yenilmiş oluyoruz bir kadının böylesi kahramanlığını alkışladığımızda, mutlu son yanılsamasına kendimizi teslim ettiğimizde, Iris’in gerçek bir insandan daha erdemli olabileceğini düşündüğümüzde. Sahneden Terminatör tarzı bir finalle zaferi kucaklayarak ayrılan Iris’in eril gücü bir lanet gibi Josh’dan devraldığını göremeyen bizler için kaç 8 Mart’ı daha geride bırakacağız dersiniz?..
Kadın bedeninin yalnızca bir arzu nesnesi olarak algılanmadığı, bireyselliğinin ve öznelliğinin tanındığı bir gelecek inşa etmek, insanlığın etik ve toplumsal bir sorumluluğudur. Iris gibi androidler, eril arzuları tatmin etmek üzere tasarlanmış, tamamen itaatkâr ve kontrol edilebilir varlıklar olarak sunulmuştur. Bu durum, kadın bedeninin bir arzu nesnesi olarak nasıl yeniden üretildiğini ve bu sürecin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini nasıl pekiştirdiğini gösterir. Ancak yine de görme alışkanlıklarımızı değiştirip yeniden odaklanmamız gereken şey hangi çıkarlar doğrultusunda olursa olsun güç istencinin el değiştiren bir aşırılık olarak sunulmasına karşı konumlandırabileceğimiz akılcılıktır. Ancak bu şekilde, yani efendiyle hizmetkar yer değiştirmeden eşit ilişki kurabilmenin yolu açılacaktır.