Duru Tiyatro'nun nefis absürt komedisi 'Hiçbi Şey Olmamış Gibi'

“Bugünün başlangıçları nefis, madem özel bir gündeyiz; sosyal fobi yatağında mahalle baskısı tabağıyla başlayın derim. Yanında da paranoya soslu anksiyete özel tavsiyemdir, ana yemek olarak benim kişisel favorilerimden biri; şefimizin spesiyalidir, ahlaki dışlama dolgulu faşizm buğulama!... Gecenin star parçasını unutuyordum. Tatlı olarak da gelecek kaygılı profiterol.”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
19 Mart 2025 Çarşamba

Kaçıncı evlilik yıldönümlerini kutladıkları konusunda kafası karışık bir çiftin her kutlamada gittikleri restoranda, yukarıdaki mönü önerilerini okuduğunuzda Duru Tiyatro’da sezon başlarından beri sahnelenen ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’nin bildik yolların epey dışında bir oyun olduğunu tahmin etmişsinizdir.

Özlem Saraç Özcan’ın yazdığı, yönetmen Yarkın Ünsal’ın önerisi ve yazarın izniyle Eylül İdiman’ın uyarladığı ve dramaturgisini üstlendiği ‘Hiçbi Şey Olmamış Gibi’, otomatiğe bağladıklarımızın, konuşamadıklarımızın sadece bizi değil toplumu da nasıl etkilediğini, hınzır mizah anlayışıyla kurulmuş gerçeküstü bir dünyada anlatan, aslında son derece sert, bir o kadar da komik bir oyun.

Dokuz Eylül Üniversitesi Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi bölümü ile Sahne Sanatları Oyunculuk Ana Sanat Dalları mezunu Yarkın Ünsal, genç yaşına karşın oyuncu ve yönetmen olarak çok etkileyici işler yapmış, ödüller kazanmış bir sanatçı. Hâlen tiyatroculuğun yanında
2013’te kurduğu YUSTUDIO bünyesinde, konservatuvara hazırlık, oyunculuk, hareket, diksiyon, doğaçlama, drama koçluğu, kurumsal iletişim teknikleri, storytelling, sunum teknikleri eğitimleri veriyor.

Absürt tiyatronun, kelimenin sözlük karşılığı anlamsız ya da saçma olarak değil, inancın yitirildiği, belirsizliğin hâkim olduğu absürt ve tekinsiz bir atmosferde, yaşamın saçma bir varoluş biçemiyle çarpıtılmış, yine de gerçekçi bir yansıması olarak algılanması gerektiğini iyi bilen Ünsal, absürt duygusunu izleyiciye salona girer girmez, Ceren Yılmaz’ın formu bozulmuş ev dekoruyla duyumsatıyor. İpek Daner’in çarpık, stilize ve gerçeküstü kostümleri bu duyguyu pekiştiriyor.

Oyunun absürt tonlaması, salonun üç-dört sırasının kaldırılarak restoranın bir parçası hâline getirildiği birkaç masadan garson kızın sipariş aldığı ön oyunda hemen açığa çıkıyor. Masalardaki seyircilerin, Bastırılmışlık Hissi Sepeti, Korkutma Tava, Öğrenilmiş Çaresizlik Soslu Anksiyete Tabağı gibi İştah Kapatan Aperatifler ya da Gergedan Cherry, Paranoid Faayır, Fıtrat Martini gibi Kafa Açan Kokteyller siparişi vermelerinin ardından hareketli bir müzikle Kadın, Adam ve Garson Kız, toplumsal paranoyanın bireysel olarak onları ve seyirciyi nasıl etkilediğine dair giriş şarkısına başlıyorlar.

Oyun ara verilmeden izlenen üç bölümden oluşuyor. İlk bölümün geçtiği çarpıtılmış ev dekorunun merkezinde bol kilitli bir kapı, solunda büyükçe bir et dolabıyla mutfak tezgâhı, sağında çok sayıda 37 ekran formu bozulmuş televizyon var. Parlak bir buluş, aynen günümüzdeki gibi her türlü safsatanın izlendiği bu ekranlara, oyundaki danslı şarkılı bölümlerdeki şarkı sözlerinin yansıtılmasıdır. (Söz-müzik Cem Kahraman, hareket tasarımı Orçun Okurgan). İkinci bölüm, öndeki seyircilerin de parçası olduğu restoranda geçer ve oyun ürkünç bir eve dönüşle sona erer. 

Metnin İonesco’nun ‘Kel Şarkıcı’sını hatırlatan diyalogları, kendi içlerinde tutarlı olsalar da hiçbir şey anlatmazlar. Esinlenmeyi kusur değil başarı olarak gördüğümü, anlamsız görünen bu bölük pörçük konuşmaların bir yama işi gibi birleşerek, kadınla erkeğin paranoyak öldürülme korkularını, dünyaya çocuk getirme arzusunu ve endişesini, kendilerini sıkışmış hissetmelerini ve tabii ki alttan alta sırıtan o belirgin faşizan kişiliklerini ustalıkla yansıtıyor. Ekonomik baskının insan olmaktan uzaklaştırdığı garson kızın her anlamda kendini ‘azınlık’ ve ‘öteki’ hissedişiyse daha da belirgin.

Kendisi de parlak bir oyuncu olan Ünsal, üçlü ekibi Emel Çölgeçen Kadın, Kanbolat Görkem Arslan Adam, Ceren Çağatay Garson / Öteki’den çok başarılı bir toplu yorum alıyor.   

Absürt tiyatronun etkileyici, çok iyi anlaşılmış, bir o kadar da iyi anlatılmış usta işi bir örneği. 11, 23 Nisan ve sezon boyunca Duru Ataşehir Watergarden’da. Kaçırmayın,

“Ez Eyşe Şan/Ben Ayşe Şan”

 

Mîrza Metin’in yazdığı ve konseptini tasarladığı, ışık tasarımını Erhan Mîr’ın, kostümü Hilal Polat’ın yaptığı ‘Ez Ayşe Şan / Ben Ayşe Şan’ ses ve müziğin iz sürücülüğünü yapmış ünlü Kürt sanatçı Ayşe Şan’ın yaşamını, müzikal mirasın, bir tutunma ve direniş öyküsü olarak anlatıyor.

1938’de Diyarbakır’da Kürt bir baba ve Ermeni bir annenin kızı olarak doğan Ayşe Şan, kadife yumuşaklığında, yanık ve kor gibi sesiyle, sözlerini yazıp bestelediği şarkılarıyla Kürt müziğinin efsanelerindendir.

Eyşana Kurd, Eyşe Xan, Eyşana Osman, Eşyana Eli adlarıyla da bilinen şarkıcının babası da kendisi gibi dengbejdi ve Eyşana ilk müzik eğitimini çocukken, evlerinde kurulan divanlarda Kürt müziğini, kültürünü, tarihini, kilamlarını öğrenerek almıştır.

Şan, babasının isteğiyle 20 yaşındayken evlendirilmiş, bir kızı olmuştur. Rızasıyla yapmadığı evliliği kısa süre sonra bitirmiş, önce Antep Radyosu’nda şarkı söylemeye başlamış, 1963’te İstanbul’a giderek Kürtçe ve Türkçe konserler vermiştir. El altından satılan Kürtçe kasetleri ona büyük ün kazandırmış ancak bu Kürtçe şarkılar yüzünden ciddi baskılarla karşılaştığında 1972’de Almanya’ya göçmüştür. Orada 18 aylık kızı Şehnaz’ı kaybeden, zor dönemler geçiren Şan toparlanarak sanatsal mücadelesini sürdürmüştür. 1979’da Şam’a giderek Bağdat Radyosu’nda Kürtçe söylemeye başlamış, o yılların Kürt müziğinin önemli isimleriyle tanışmış, konserler vermiştir. Türkiye’ye geldiğinde Diyarbakır’a dönmek istemiş, ancak akrabaları şiddetle karşı çıktığından İzmir’e yerleşmiştir. Ölmeden önce kızını son kez görmek isteyen annesinin isteği yerine getirilmemiş, annesinin mezarını ziyaret etmesine bile izin verilmemiştir. 1996’da İzmir’de kanserden öldüğünde, Diyarbakır’a defnedilmesini vasiyet etmesine rağmen bu isteği de geçekleşmemiştir.

Benzersiz oyunculuğu, billur gibi sesiyle Berfin Zenderlioğlu’nun sanatçıyı sahnede var ettiği, şarkılarının çoğunu “a capella” ağıtlar olarak içimize akıttığı performans, çevirisini Süleyman Akkuş’un yaptığı üst yazılarla Kürtçe sahneleniyor.

Böylece, sağlam metninin usta işi yorumu vesilesiyle, anlamsız baskılar yüzünden varlığını yeni öğrendiğimiz büyük bir sanatçıyı, zorlu yaşamı ve müthiş etkileyici müziğiyle keşfetmiş oluyoruz. Sanatsal getirisinin yanında ‘Ben Ayşa Şan’ın önemli bir toplumsal ve siyasi işlevi var: Medeniyetlerin beşiği Anadolu, yüzyıllarca Sünnisi, Alevisi, Yahudisi, Rumu, Ermenisi, Levanteni, Lazı, Çerkesi, Abhazası, Boşnağı, Arabı ve Kürdüyle herkesin kardeş kardeş yaşadığı, kültür mozaiğini ‘öteki’ olmadan ‘farklı’ olmanın zenginleştirdiği çok dilli, kültürlü, dinli bir toprak olmuştur. Anadolu’da varlıklarını binlerce yıldır sürdüren Antik Yahudiler, Ermeniler, Kürtler yörenin kadim halkları ve Cumhuriyetin has vatandaşıdırlar. Hangardz’ın Ermenice, GKD’nin Ladino ve Şermola’nın Kürt dilinde çalışmaları Türk Tiyatrosunun ayrılmaz bir parçasıdır. ‘Ez Ayşe Şan’ın, bir süredir aktif olmayan Şermola ruhunu sürdürmesinin özel bir yeri var. 8 Nisan Boa Sahne ve sezonda tiyatrolarda. Kaçırmayın.

‘Yarın belki de…’ 

 

Renkli ışıklarla çerçevelenmiş sade bir sahnede söz yarıştıran iki kişi, geleceğe yönelik olasılıklar üzerine laflarken yaşadığımız döneme, geleceğin neler getirebileceğine, bugünün umut ve korkularını açığa çıkaran spekülasyonlardan ütopik ve distopik fallara, bilim kurgu senaryolarına, politik kâbuslara eleştirel, ironik ve gülümseten bir bakış açısı getiriyorlar…
Ortaklaşa üretim (devising) yönteminin öncülerinden Forced Entertainment’ın ‘Tomorrow’s Parties’ oyununun günümüz Türkiye’sine uyarlanmış hâli ‘Yarın Belki de…’, bilimsel olasılıklardan absürt fantezilere, mümkün ya da olanaksız geleceklere eğlenceli, dokunaklı ve zaman zaman çılgın bir bakış sunuyor.

Etkileyici teksti ustalıkla aktaran Aslı İçözü ile Şerif Erol’un yorumları izleyicileri meraklandırıyor, güldürüyor, heyecanlandırıyor, düşündürüyor. Metin olarak okunmak ya da podcast ya da radyo tiyatrosu olarak dinlemekle pek bir farkı olmadığından, kanımca gösteriyi ‘tiyatro’ olarak nitelemek zor. Yine de metinden ve sahnelemenin asal mekânı Beykoz Kundura’dan keyif almak için izlenmeye değer.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün