Soğuk Savaş, askeri ve siyasi çatışmaların ötesinde, kültürel ve entelektüel bir mücadele olarak da tarihe geçti. Propaganda, sansür ve enformasyon savaşları, iki blok arasındaki mücadelenin önemli bir parçasıydı. Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinde bilgi akışının sıkı bir şekilde denetlendiği dönemde, özgür düşüncenin en güçlü araçlarından biri olan kitaplar, yalnızca entelektüel bir merakın nesnesi değil, aynı zamanda direnişin sembolü haline geldi. Bu dönemde, CIA, komünizmin etkisini kırmak ve Batı değerlerini yaymak amacıyla geniş kapsamlı kültürel operasyonlar yürüttü. Gazeteci Charlie English’in yeni çıkan kitabı ‘The CIA Book Club’, CIA’in Doğu Avrupa’daki kültürel savaşının bir parçası olarak, Polonya’ya binlerce yasaklı kitap ve dergi kaçırmasını konu alıyor. Mart yazımda bu ilginç kitap ekseninde sözü edilen konuya beraberce bakalım istedim.
CIA, 1947’de kurulmasından kısa bir süre sonra, sadece istihbarat toplamakla kalmayıp, aynı zamanda kültürel alanda da etkili operasyonlar yürütmeye başladı. Bu operasyonlar, Batı’nın sanatsal ve entelektüel ürünlerini Doğu Bloku ülkelerine ulaştırarak, komünist ideolojinin etkisini azaltmayı amaçlıyordu. Örneğin, CIA, modern sanat sergileri düzenleyerek, soyut ekspresyonizmin Sovyet realizmine karşı bir alternatif olarak sunulmasını sağladı. Ayrıca, caz müziği turneleri organize ederek, Amerikan kültürünün çekiciliğini vurgulamaya çalıştı. Buna karşın Sovyetler Birliği de boş durmadı. Batı’nın yürüttüğü kültürel savaş karşısında kendi propaganda mekanizmasını güçlendirdi.
Sovyetler, sosyalist ideolojiyi yaymak ve Batı’nın kültürel etkisini sınırlandırmak için kapsamlı karşı stratejiler geliştirdi. Sovyet Kültür Bakanlığı ve KGB destekli enformasyon ağları, Batı kaynaklı içerikleri “yozlaşmış ve burjuva propagandası” olarak damgalayarak sansürledi. Buna karşılık, sosyalist realizm akımı Sovyet sanatının resmi ideolojisi olarak teşvik edildi. Sanatta bireysel özgürlük yerine kolektif bilinci yücelten eserler üretildi. Buna ek olarak, Doğu Bloku ülkelerinde düzenlenen kültürel festivaller ve entelektüel konferanslarla sosyalist sistemin ‘ilerici’ olduğu vurgulanmaya çalışıldı. Sovyetler, Batı’nın caz turnelerine yanıt olarak, Kızıl Ordu Korosu ve sosyalist sanatçılarla dünya çapında konserler düzenleyerek kendi kültürel etkisini artırmaya çalıştı. CIA destekli kitap kaçakçılığına karşı, Batı kaynaklı eserlerin Sovyet karşıtı propaganda içerdiği yönünde dezenformasyon kampanyaları yürütüldü ve komünist ideolojiyi savunan eserler geniş çapta dağıtıldı. Böylece Sovyetler, sadece fiziksel sınırlarını değil, ideolojik sınırlarını da korumak için sistematik bir kültürel savunma mekanizması inşa etti.
Kitap operasyonları
1980’lerde Polonya’daki komünist yönetim, bağımsız düşüncenin her türlüsünü tehdit olarak görüyordu. George Orwell’in ‘Hayvan Çiftliği’ ve ‘1984’ gibi eserleri, totaliter sistemleri eleştirdiği için yasaklıydı. Milan Kundera’nın ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ gibi kitapları da komünist rejimin baskıcı doğasını sorguladığı için sansüre uğramıştı. Doğu Bloku’ndaki diğer ülkelerde de benzer yasaklar vardı, ancak Polonya’da durum farklıydı. Polonya Katolik Kilisesi, komünizm karşıtı Dayanışma Hareketi’ni destekleyerek yasaklı kitapların yayılmasına yardımcı oldu. Bununla birlikte Polonya halkı, diğer Doğu Bloku ülkelerine kıyasla daha örgütlü bir direniş sergiledi. Böylece CIA’in desteğiyle Polonya, yasaklı eserleri en geniş çapta dağıtan ülke haline geldi. Macaristan ve Çekoslovakya’da da benzer yeraltı edebiyat hareketleri vardı, ancak Polonya’daki Dayanışma Hareketi bu sürecin daha sistematik biçimde işlemesini sağladı.
CIA, bu yasaklı kitapları Doğu Avrupa’ya kaçırmak için gizli operasyonlar düzenledi. Polonya’daki yeraltı ağları, bu kitapları evlerde, okullarda ve iş yerlerinde elden ele dolaştırdı. Dayanışma Hareketi’ne bağlı aktivistler, gizli matbaalar kurarak yasaklı eserleri çoğaltıp yayımladı. Polonya’daki direnişçilerin kullandığı yöntemlerden biri, batıdan gelen yasaklı kitapları sokmak için özel gizli bölmeler içeren kuryeler kullanmaktı. Hatta Polonyalı astrofizikçi Tomasz Chlebowski, sahte tabanlı çantalar tasarlayarak yasaklı kitapların gizlice taşınmasına destek verdi.
Ancak, bu operasyonlar sadece kitap kaçırmakla sınırlı değildi. Batı’nın sanatının yanı sıra akademik çalışmaları da Doğu Bloku’na gizlice sokuluyordu. Amaç, rejimin bilgi üzerindeki kontrolünü kırmaktı. CIA’nin kültürel savaş stratejisi, yalnızca yasaklı kitapların dağıtımını değil, aynı zamanda yerel muhalif grupların eğitilmesini de içeriyordu. CIA destekli basım evleri, Polonya’daki yeraltı muhalif basınını güçlendirdi. Mazovia Weekly gibi yasaklı yayınlar, gizli matbaalarda basılarak halka ulaştırıldı. Bu kitaplar yalnızca edebi eserler değil, aynı zamanda birer siyasi manifestoydu.
1980’lerin sonunda, Polonya’daki kitlesel grevler ve seçimlerle rejim zayıflarken, kitapların halk üzerindeki etkisi açıkça görülmeye başladı. Yasaklı edebiyat, halkın özgürlük arayışını besledi ve nihayetinde 1989’da komünist rejimin çöküşüne katkıda bulundu. Eski Polonyalı muhalif Adam Michnik, kitapların toplum üzerindeki etkisini şu sözlerle tanımladı: “Kitaplar için bir anıt dikmeliyiz. Zira kitaplar özgürlüğün hazinesi, bağımsız düşüncenin kaynağı, insan onurunun rezervidir. O dönemde bu kitaplar bizim nefes almamızı sağladı. Hayatta kalmamızı ve akıl sağlığımızı korumuş olmayı bu kitaplara borçluyuz.”
Kitap kaçakçılığı, o dönemin en etkili sivil direniş yöntemlerinden biri olarak tarihe geçti ve bu süreçte yer alan insanlar, edebiyatın gücüyle toplumlarını değiştirme cesaretini gösterdiler. Silahları yoktu ama kelimeler onların en güçlü cephanesiydi.
Bugün, bilgiye erişim kolay gibi görünse de sansür ve enformasyon savaşları farklı biçimlerde sürüyor. Polonya’daki kitap kaçakçılığı hikayesi, özgür düşüncenin ne kadar değerli olduğunu ve bu uğurda verilen mücadelelerin unutulmaması gerektiğini hatırlatması bakımından önemli. Zira günümüzde de bu mücadele hiç olmadığı kadar önemli.