´Kutsalın Yorumu´ ve ´Kutsalın Temeli´nden sonra yazar ve felsefeci İzzet Erş, Destek Yayınlarından çıkan üçüncü kitabı ´İnek, Ateş ve Kahraman´a imza attı. Üç mitolojik sembol olan, ´Hint mitolojisinin kozmik ineği, Zerdüşt´ün ateşi ve Herakles´in on iki görevi´ üzerine birikimini okurlarla paylaşan yazar, onları yeni bir bakış açısıyla da düşünmeye teşvik ediyor. Erş, mitlerin sadece geçmişe ait olmadığını, günümüzde de bireyin içsel yolculuğuna rehberlik edebileceğini gösteriyor. İzzet anlattı ben dinledim…
‘İnek, Ateş ve Kahraman’... Bu ilginç isimle okuyuculara ne anlatmak istedin?
Başlığı dikkat çeksin, hemen satsın diye seçtim. Şaka tabii. Bu ismi seçmemin sebebi aslında çok derin bir anlam ifade etmesi. İnek, Ateş ve Kahraman, üç farklı teolojinin, Hint, İran ve Yunan mitlerinin merkezinde bulunan semboller. Bizler bu kavramlara yaklaşırken tarihe, inançlara, kültürel birikimlere bakmaksızın yargıda bulunuruz. Hintlilerin ineğe taptığına dair kesin bir yargımız vardır. Üstelik Hintlilerin de aynı yanılgı içinde olduğunu görürüz. Zaman içinde kutsal kitaplarının kendilerine öğütlediklerini gözden kaçırmış ve farklı bir yola girmişlerdir. Kitaptaki amacım Hint metinlerinde inek sembolünü ve Avestada ateş sembolünü ve taşıdıkları derin anlamları bulup çıkarmaktı. Elimden geldiği ölçüde başarabildiğimi düşünüyorum.
Kitabında mitoloji, felsefe, teoloji ve tarihsel çözümlemeyi bir arada kullanıyorsun. Bir yazar olarak bu alanları birleştirirken karşılaştığın en büyük zorluk neydi?
Birçok farklı alanı bir araya getirmek tabii ki oldukça zorlayıcıydı. Ama bu zorluk, aynı zamanda kitabın bana kattığı en büyük değeri de oluşturdu. Bu metinlerin farklı düşünsel her birinin kendine has bir dili, bir yorumu ve izlediği bir yolu var. Onları kendi anlayışınıza çekebilirsiniz bu yanlış değil. Ancak öncesinde açıkça ne söylediğini anlamak gerekir. Yoksa kendi niyetinizi metne giydirmiş olursunuz. Bu yorum değil, inkârdır. Bu hatayı yapmamaya özen gösterdim. Mesela mitolojinin sembolizmi, felsefenin soyutluğu ve teolojinin kutsal anlatıları arasında bir denge kurmak için ince bir özen gerektiriyordu. Bu alanların her birini doğru şekilde yansıtırken, okur için de anlaşılır bir sav ortaya koymaya çalıştım. Mutlaka gölgede kalan birçok alan olmuştur, ama asıl niyeti doğru kurduğumu düşünüyorum.
Hinduların kozmik inek sembolü kitapta önemli bir yer tutuyor. Neden inek?
İnek, sadece Hindular için değil, birçok kültürde önemli bir sembol. Hindular için ise bu sembol bereket, doğurganlık ve dünyaya hayat veren bir figür olarak karşımıza çıkıyor. Kitapta inek, insana dair çok katmanlı bir anlam taşıyor. Hem tarıma dayalı toplumların hayatta kalma mücadelesini hem de kozmik bir anlamı temsil ediyor. Bir yandan da insanın ruhsal yolculuğunu simgeliyor. Çünkü inek, doğanın bir parçası olarak yaşamın devamlılığını ve insanın bu devamlılıkla olan ilişkisini sembolize ediyor. Dolayısıyla inek tarihin, kültürün ve insanlığın bir özetidir. Hint metinleri burada da kalmıyor. Yahudilikte Tora öğrencisi ile Rabbi arasındaki veya mürşid ile talip arasındaki ilişki ‘inek’ metaforu üzerinden anlatılıyor. İrşad, yani hakikat arayışının kendisine de iank deniyor. O zaman ineğe tapmak, geleneklere bağlı, ahlaki bir toplum olmanın kaidesi olarak da karşımıza çıkıyor. Bu kadar basit değil ama başka türlü nasıl özetlensin?
Zerdüşt’ün ateşi kavramında, ateş neyi temsil ediyor?
Zerdüşt’ün ateşi, aslında insandaki ilahi ışığı ve bilgiyi simgeliyor. Bu ateş, hem bir temizlik aracıdır, bilirsiniz Hristiyanlıkta ateşle vaftiz, ruhların arındırılması için kullanılan bir kavramdır, hem de insanın özündeki saf ışığı, bilgelik arayışını, aydınlanmayı temsil eder. Zerdüşt’ün ateşi nurun, zulmet denilen karanlıkla olan savaşı ve insanın doğru yolu arayışını simgeler. Her ateşin kendine özgü bir gücü vardır. Bu ateş, insanın içindeki karanlıkları yakarken, aynı zamanda onu aydınlatır ve dönüştürür.
Herakles’in 12 zorlu görevinden bahsediyorsun; bu görevlerin anlamı nedir?
Herakles’in 12 zorlu görevi, aslında insanın içsel yolculuğunu, kendiyle giriştiği mücadelesini ve dönüşümünü dünyevi karşılaşmalar üzerinden simgesel olarak betimler. Her görev, bir tür içsel zorluk, bir savaş ve aynı zamanda insanın özüne ulaşma çabasıdır. Herakles, bir kahraman olarak zorluklarla mücadele ederken, kendi sınırlarını aşmak zorunda kalır. Bu da insanın yaşam yolculuğunda karşılaştığı engelleri, acıları ve dönüşüm süreçlerini anlatır. Aslında Herakles’in yolculuğu, her insanın içsel bir yolculuğudur. Yani Herakles, eğer özsel dönüşüm konusunda samimiysek bize işaret ediyor, tarihteki bir kahrama değil. Dolayısıyla yaşayıp yaşamadığı tartışması anlamsızlaşıyor. Çünkü Herakles, samimi her yolcunun kendi yolculuğundaki cesaretin adıdır.
Kitabı yazma sürecin nasıl geçti?
Bu mitleri anlamayı samimi bir yürekle gerçekten istedim. Birçok kültürün mitleri, tarihsel olayları ve sembollerinin içinde kaybolarak, insanlık tarihinin evrimini anlamaya çalıştım. Kaybolmadan olmuyor çünkü. Gerçekten kaybolduğunuzda, zamanda ve mekânda da kayboluyorsunuz. Bu derece meditatif bir süreç yaşamadım ama çalıştığım kültürler beni içine aldı. Hint benim için ‘öteki’ olmaktan çıktı. Bu inançla ilgili bir şey değil, anlama gayretiyle ilgili bir kayboluş. Ben kaybolduğum sokaklardan mutlulukla geri döndüm. Umarım okuru için de zevkli bir gezinti olur…
Lise çağlarından beri felsefeyle ilgileniyorsun, bugüne bakınca bu disiplinle tamamen bütünleştiğini görüyorum. Bu bağlamda, çalışmalarının hayatına en büyük katkısı ne oldu? Kendini ve dünyayı anlamanda nasıl bir rol oynadı?
Felsefi bakış açısı benim için bir yolculuk gibidir, yani bir hedefe ulaşmak değil, sürekli çaba gerektiren bir süreç. Felsefe, insanın kendini, çevresini ve başkalarını daha derinlemesine anlamasına yardımcı olur. Başarılmış bir durum değildir, çünkü her zaman bir şeyler öğrenmeye devam ederiz. Bu bakış açısının hayatıma etkisi, ‘öteki’yle barış yapabilmek. Yani, farklı milletler, inançlar ya da ideolojilerle olan mesafemi aşabilmek. Felsefe, bana bu ‘öteki’ni anlamama ve bir araya gelmeme yardımcı oldu. Ama bunun “başardım” diyebileceğim bir şey olmadığını söylemek de önemli. Sürekli bir çaba hali…
Bu derya gibi alanda daha çok dinler felsefesi üzerine çalışıyorsun; neden bu dal senin için diğerlerinden daha önemli oldu?
Felsefeyi, tüm bilimlerin ‘aklı’ olarak görüyorum. Bir bilim dalını veya konuyu ne kadar derinlemesine anlamaya çalışırsak, ona dair daha büyük bir bakış açısı kazanabilmemiz için felsefe bize yardımcı oluyor. Felsefe, sadece bir bilim dalı değil; bir düşünme biçimi, bir bakış açısıdır. Benim için felsefe ne amaçtır ne de araç. Bir ara durumdur. Felsefe amaç olduğunda bununla ne yapacağınızı unutabilirsiniz. Zihinsel bir oyuna dönüşebilir. Araç olduğunda da inançların, ideolojilerin malzemesi haline gelir. Bu da doğru değil. Yani felsefi düşünmeyi bir ‘idman’ olarak görmek gerek. Bilinci uyanık tutmak, her şeyin üzerinde düşünmek anlamına gelir.
Genel olarak bu disiplin, bana her konuyu doğru şekilde değerlendirme koşulunu sundu. Dinler felsefesi de, bu bakış açısını en derinlemesine keşfetmemi sağlayan bir alan oldu.
Felsefe öğrenmeye yeni başlayanlar için kitap önerilerin var mı ve nasıl bir yol izlemeliler?
Zor bir soru. Kişinin yatkınlığına göre değişir. Felsefi metinler de olabilir, edebiyatla da başlanabilir. Ben ‘Sofi'nin Dünyası’nı, Richard Bach'ın ‘Martı’sını okumuştum. Doğrudan felsefe ağır gelmişti. Ama nitelikli bir düşünür için felsefenin başlangıcı da nihayeti de Platon’un ‘Diyaloglar’ eseridir. Bu kitap başlangıç seviyesinde kolaydır. Ve asla tüketilemez denli geniş, bütünsel, felsefi ve simgesel bir metindir. Bu söylediğim çelişkili. Çünkü bir metin felsefi ve sembolik olamaz. Ya açık bir ifadesi vardır, kendini akla sunar ya da simgeseldir, kendini sezgilere ve çok anlamlılığa sunar. İkisi aynı anda olamaz ama olmuş! Platon'un ‘Diyaloglar’ı böyle bir eserdir.