2024 Paris Olimpiyatları´ndaki basketbol turnuvasını konu alan ´Court of Gold / Basketbolun Yıldızları´ belgeseli soyunma odasında yaşanan yoğun duygu patlamalarını, milli formaya bakış açılarını yansıtması sebebiyle çok ilgi çekici...
Mart ayı basketbol dünyası için play-off moduna girmeden önce hafif bir dinlenme fırsatı sunar. Play-off öncesi sıralamada kendine iyi bir yer edinmiş takımlar vites düşürüp günümüzün deyimiyle ‘yük yönetimi’ yapar. Ben de bu fırsattan istifade güncel bir konudan değil de geçtiğimiz yaz olimpiyatlarındaki basketbol turnuvasını konu alan ‘Court of Gold / Basketbolun Yıldızları’ belgeselinden bahsetmek istiyorum.
Barack ve Michelle Obama’nın da yönetici yapımcılarından olduğu bu belgesel, başta ABD olmak üzere favorilerden Fransa, Kanada ve Sırbistan’ın soyunma odalarından görüntülerle, oyuncu ve koçlarıyla yapılan röportajlarla tekrardan turnuva heyecanını yaşatmayı başarıyor.
Soyunma odasından gelen görüntüler hem maç öncesi, devre arası ve maç sonu yaşanan yoğun duygu patlamalarını, hem de milli formaya olan bakış açılarını filtresiz şekilde yansıtması sebebiyle çok ilgimi çekti. Bunların arasında bir detay var ki onu kendi yorumumla beraber paylaşmak istiyorum.
SON HAYKIRIŞLAR
Aranızda takım sporu yapmış olanlar bilir, takımlar maça çıkmadan hemen önce ortada birleşir, ellerini uzatıp “1-2-3” deyip maça çıkmadan önce son bir kez birlikte haykırırlar. Gelin yukarıda bahsettiğim dört takımın haykırışlarını inceleyelim:
Amerika: “1-2-3. Altın [madalya]!”
Fransa: “1-2-3. Mavi, kırmızı, beyaz!”
Sırbistan: “1-2-3. En büyük kim? Sırbistan!”
Kanada: “1-2-3. Kanada!”
En büyük favori Amerika’nın altın diye bağırmasından daha normal diye bir şey olamaz tabii ki. Ancak bunun altında basketboldan öte bir Amerikalının ‘müstesnalığına’ olan inancın yattığını da düşünüyorum. Yani Amerika’nın her konuda birinci olmaktan başka şansı olmadığı inancı, zaten belgeselin en başında Barack Obama’nın oyuncularla konuşurken dediği tek şey altından başka bir şeyin başarısızlık olacağı idi.
Fransa’nın haykırışı ise 1789’daki Fransız İhtilali’yle bütün dünyaya yaydığı “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” mesajının sembolü olan renkleri içeriyor. Paris’te organize edilen bu olimpiyatlar da bir nevi bu tarihe bir hürmet göstermekteydi. Bu sembolün Fransa’nın bilinçaltının nasıl ayrılamaz bir parçası olduğunu buradan da anlayabiliyoruz.
Gelelim Sırbistan’a. Yugoslavya'nın dağılmasıyla ortaya çıkan bu ülkenin milliyetçi damarının ne kadar kuvvetli olduğunu söylememe gerek yok. Oyuncularla yapılan her röportajda, bu duygunun yoğunluğunu hissedebiliyoruz. Hatta NBA’i tozu dumana katarken duygusuz tepkileriyle ön plana çıkan Jokic’in, Sırbistan’da bambaşka bir karaktere dönüştüğüne de şahit oluyoruz belgesel boyunca.
Kanada ise basketbol başta olmak üzere bütün dünyaya “Biz de varız” mesajını vermek istiyor. Bir Kanada efsanesi olan Steve Nash’le yapılan röportajda bundan 20 sene öncesine göre gösterilen gelişim ön plana çıkarken, Kanada’nın ve NBA’in şimdiki süper yıldızının tavrı çok daha iddialı. Özellikle 2022 Basketbol Dünya Kupası’nda ABD yenip bronz madalyayı almasıyla beraber, Kanada’nın dünyaya verdiği bu mesaj daha da güçleniyor.
Oyuncuların haykırışlarını çok da düşünmediğini ve benim bu sembolizme fazla önem atfettiğimi düşünebilirsiniz ancak olimpiyatların dünya siyasetindeki yerini göz önüne alınınca ülkelerin kendilerini nasıl tanımladıkları hakkında iyi bir fikir verdiğini söylemek yanlış olmaz.