Salçalı ekmek kokusu

Zaman Makinesi
26 Mart 2025 Çarşamba

Yakup Cemel

Mutfağa girer girmez burnuna dolan koku onu yıllar öncesine götürdü. Taze ekmeğin üzerine sürülmüş domates salçası, hafif tuz, kimyon ve zeytinyağı... Gözlerini kapatıp kokuyu içine çekti. Sanki çocukluk yıllarında olduğu gibi, okuldan döndüğü bir öğleden sonrasında babaannesinin güler yüzle onu karşılamasını bekliyordu.

Babaannesi, onu ve kardeşlerini büyüten, onlara sevgisini hem sözleriyle hem de yaptığı leziz yemeklerle gösteren muazzam bir kadındı. Genç yaşta eşini kaybettiği için en büyük oğlunun ailesiyle yaşamaya başlamış, torunlarını kendi evlatları gibi büyütmüştü. Büyük torunu için babaanne kısaca Nene’ydi. Nene, yıllar boyunca pek çok zorlukla karşılaşmış; bu engelleri aşabilmek için güçlü olmak zorunda kalmıştı. Zaman zaman yorulmuş, hatta umutsuzluğa kapıldığı anlar da olmuş, kimi zaman ise duygularına yenik düşmüştü. Ancak her şeye rağmen dimdik ayakta kalmayı başarmış ve hayatın getirdiği tüm zorluklara karşı göğüs germişti. Tüm bunların yanında geleneklerine ve dinine bağlı, dualarını okumaya ve ritüellerini yerine getirmeye çalışan, bayramlarıysa coşkuyla kutlayan bir kadındı. Evde her cuma akşamı Şabat mumları yakılır, dualar edilirdi. Nene, geleneklerini torunlarına aktarmak için her Şabat akşamı ailesini sofrada toplar, birlikte yemek yemenin bereketini anlatırdı. Nene, geçmişin değerlerini torunlarına aktarmak için her fırsatı değerlendirirdi. Ancak bunu hep tatlı dille yapmazdı. Ağzı biraz bozuktu… Torunları bazı küfürleri ilk onun ağzından duymuştu… Yarı Arapça yarı Türkçe konuşarak hem söverdi hem severdi. “Ya ruhi” tamlamasını ise ağzından eksik etmezdi… “Ya ruhi”, ruhum demekti. Küfür ederken bile başa bu tamlamayı koyup öyle küfür ederdi. Ruhuyla severdi, ruhuyla söverdi… Her duygusunu karşısındakine hissettirerek konuşurdu. Konuşmadığı zamanlardaysa hislerini hareketleriyle belli ederdi.

Ait olduğu coğrafyadan kaynaklı yemek yemek ve yemek yapmak hayatının merkeziydi. Her yemekten sonra ertesi günün menüsünü kafasında tasarlar, torunlara “Ne istersiniz? Ne yapayım?” diye sorardı. Nene, yemek yaparken tarif kitabına hiçbir zaman ihtiyaç duymazdı. Yemekleri elleriyle değil, kalbiyle pişirirdi. Malzemeleri göz kararı ekler, baharatları avuçlayarak serperdi. Pirinci, mercimeği ölçmeden koyar, eli hiçbir zaman tereddüt etmezdi. Yılların kazandırdığı deneyimi sayesinde o kadar emindi ki yemekleri pişirirken tadına bile bakmaya gerek duymazdı. Onun için önemli olan, yemeğe sevgisini katmaktı. Bir yandan da “Bir insan yemek pişirirken kalbini de koymalı, yemeğin bereketi o zaman artar,” diye eklerdi. Onun mutfaktaki felsefesi buydu. Geleneksel bir yemeği hazırlamak için günler öncesinden planlamasını yapar, alışverişe kendisi giderdi. Bütün esnafı tanır, malın iyisinin nerede olduğunu bilirdi. Bir bağ maydanoz için bile güçlü pazarlıklar yapardı. Hayata da böyle sıkı sıkı tutunmuştu… İşte bu yüzden Nene’nin yaptığı yemekler, sadece lezzetli değil, aynı zamanda ruha dokunan birer hatıraydı.

Bayram akşamları Nene’nin ellerinden çıkan çeşitli lezzetlerle dolu sofralar kurulur, herkes bir araya gelir, eski anılar yâd edilirdi. Nene bu buluşmaları çok önemserdi. Bütün aileyi birleştiren kendisiydi... Özellikle Pesah zamanı mutfakta ayrı bir heyecan olurdu. Nene, özel yemekler hazırlarken torunları mutfaktan gelen güzel kokuların cazibesine kapılır, daha yemekler sofraya konmadan tırtıklamaya başlarlardı. Nene bunlara çoğu zaman göz yumar ama bazen de Arapça okkalı bir küfür savururdu. Bu küfür “eşşoğlueşekler…” şeklinde başlayan ve uzunluğu sinir katsayısı ile orantılı olan sıralı tamlamalardı. Bu okkalı küfür torunlarını mutfaktan kovalamaya yeterdi.

Dedim ya geleneklere bağlıydı. “Bu gelenekler bizi biz yapar,” derdi her seferinde. Hikâyeler anlatır, efsaneler paylaşırdı. Ama bunlar yalnızca anılar değil, sorgulanmadan nesilden nesile aktarılan hikâyelerdi. O, kendisine nasıl anlatıldıysa kelimesi kelimesine aynı şekilde torunlarına anlatır, “Bunları böyle yapmak zorundayız, çünkü her zaman böyle yapıldı,” diyerek gelenekleri kutsal bir çerçevede ailesine aktarırdı.

Torunu okuldan geldiğinde, Nene onu mutfakta karşılamaktan büyük mutluluk duyardı. Bazen bir tabak sıcacık mercimek çorbası, bazen mis gibi tereyağlı pilav hazır ederdi. Ama torununun en çok sevdiği şey, Nene’nin elleriyle hazırladığı salçalı ekmekti. Nenesi, sıcacık taze ekmeği küçük dilimlere ayırır, üzerine bolca domates salçası sürer, hafif tuz, zeytinyağı ve biraz kimyon ekleyip torununun eline tutuştururdu. “Haydi bakalım, ya ruhi aslan torunum, ye de gücünü topla!” derken gözleri sevgiyle ışıldardı.

Yıllar geçti, torunu yetişkin bir adam oldu, iş hayatına atıldı, kendi ailesini kurdu. Nenesi torunlarının çocuklarını da görme şansına erişti. Torunlarının çocukları Nene’nin anlattığı hikâyelerle, söylediği ninnilerle büyüdü. Nene, torunlarının çocuklarına da geleneklerini öğretti, kültürünü yemekler aracılığı ile gençlere aktardı. Çocuklar onun dizinin dibinde oturup eski zamanları dinlerken, nene gözlerinde sevgiyle torunlarının yeni nesiller yetiştirdiğini görmekten duyduğu büyük mutluluk, gözlerindeki parıltıdan okunuyordu.

Ama zaman geçmiş, Nene artık yaşlanmış ve eski gücünü yitirmişti. Yılların yükü omuzlarına binmiş, o yükler belini bükmüş, hastalıklar peşini bırakmamıştı. O, bir zamanlar mutfağında şen kahkahalarla yemek yapan, bayram sofraları kuran, arada bir okkalı küfür savuran güçlü Nene şimdi vücudu yorgun ve neredeyse dünyadan bihaber bir kadın haline gelmişti. Bir zamanlar herkesi etrafına toplayan o gür ve canlı ses, artık fısıltılarla dua eder duruma düşmüştü. Ellerini eskisi gibi hamura bulayamıyor, sofrada uzun uzun oturamıyordu. Torunu her ne kadar onu eski şen şakrak haline döndürmek, tekrar güldürmek istese de zamanın önüne geçmek imkânsızdı. Torunu, her geçen gün biraz daha güçsüzleşen Nene’sinin yanında olmak istiyor, ama ne kadar çabalasa da onu eskisi gibi sağlıklı ve neşeli haline döndüremeyeceğini biliyordu. O güçlü kadın, şimdi hayatın son durağına yaklaşırken, az da olsa, kendine geldiği zamanlarda çevresindekilere sevgisini vermeye, kendisini değil de başkalarını düşünmeye devam ediyordu.

Son haftalarda kendi isteği dışında hastane odasında zaman geçiren Nene, bir pazar günü öğlen saatlerinde hayata gözlerini yumduğunda yanında oğlu vardı. Nene, bu dünyadan huzur içinde ayrıldı. Artık torununa uzaklardan bir yerlerden o cılız sesiyle "Benim güzel torunum... Artık huzurluyum," diyordur.

Torunu, mutfağın ortasında durdu, gözlerini kapadı, Nene'nin anıları zihninde dans ediyordu. Bugün, ona Nene’sini hatırlatan o sihirli dokunuşu yeniden yaratmaya karar verdi. Bir dilim ekmek aldı, üzerine salçayı sürdü, tuzunu, kimyonunu, zeytinyağını ekledi... Mutfağı, o tanıdık koku sardı, bir an için Nene’nin yanındaymış gibi hissetti. Bir lokma aldı, sonra bir lokma daha... Ama o eski lezzet yoktu, sanki bir şeyler eksikti. Boğazı düğümlendi, lokmalar boğazına takıldı kaldı. Ekmek aynı ekmek, salça aynı salçaydı, ama ruhu yoktu. Nene'nin eli değmemişti, sevgisi sinmemişti içine. Bir anı kaybolmuştu, bir melodi yarım kalmıştı, sanki bir ses susmuştu. Uzaklardan, Nene’nin sesi kulaklarında yankılandı: “Haydi bakalım, ya ruhi aslan torunum, ye de gücünü topla!” Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, Nene'sinin sıcaklığını ve özlemini yüreğinde hissetti.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün