Önceki yazımda, Osmanlı İmparatorluğu´nun son dönemlerine iz bırakmış, saraya da yakın bir şahsiyet Hayim Nahum Efendi´den bahsetmiştim. Bu yazımda, Osmanlı´nın son dönem sultanlarından II. Abdülhamit ile ilintili adı çok duyulmamış bir şahsiyetten daha bahsetmek istedim.
Söze, Theodor Herzl’in onu anlatmak için kurduğu cümlelerle başlayayım:
“Yetmiş yaşını aşmış topal bir Macar Yahudi’sinin kimliğinde dünyanın en ilginç insanlarından birini tanıdım. Kendisinin Türk mü, İngiliz mi olduğuna bir türlü karar veremeyen bu kişi Almanca kitap yazmakta, 12 dili aynı akıcılıkta konuşmaktadır; ayrıca ikisine ruhban olarak bağlandığı beş din değiştirdiğini iddia etmektedir. Bana Şark’ın bin bir muammasını ve Padişahla ilişkisini anlattı. Bana güvenerek kendisinin Türkiye’nin ve İngiltere’nin gizli ajanı olduğunu söyledi. Yahudilere düşman olan bir toplumda çektiği sıkıntıları anlatarak Macaristan’daki öğretim üyeliğinin göstermelik olduğundan söz etti. Benjamin D’israeli tavsiyesiyle İngiliz ajanı olmuş. Başlarda İstanbul’da kahvehanelerde şarkıcılık yapmış. Bir buçuk yılda sadrazamla kurduğu ahbaplıkla, istese Yıldız Sarayı’nda kalabilecek hale gelmiş. Ama Sultan’a suikast yapılması ihtimalinden korkmuş. Sultan’ın sofrasında, hem de samimi bir şekilde yemek yiyebiliyormuş ama zehirlenmekten korkuyormuş. Böyle birçok muamma anlattı. Tabir yerindeyse Vambery’de ‘yok yok’ her haliyle bir muamma, ‘iç içe geçmiş’ matruşka bebekleri gibi ya da ‘teşbih olmasın’; bir Vambery var, bir de Vambery’den içeri.”
Evet Herzl’in bu sözlerinde bahsettiği kişi olan Vambery’nin tam adı Arminius Herman Wamberger. Doğduğunda ailesinin kendisine taktığı isim Hayim idi. Wemberger soyadı ise, büyükbabasının Macaristan’a göç etmeden evvel yaşadığı Almanya’nın Bamberg şehrine atfen idi.
Arminius Vambery 19 Mart 1832’de eski Avusturya Macaristan olan Bratislava’nın Georghen kasabasında oldukça yoksul, dindar Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. O yıllarda Orta Avrupa’da güçlenmeye başlayan Yahudi aleyhtarlığı sürecinde, daha 1 yaşındayken, koleraya yakalanan babasını kaybetmiş. Bu durum zorda olan ailenin maddi imkânsızlıklarını daha da kötü etkilemiş ve Slovakya’da bulunan Dunajska Streda’ya taşınmış.
Dunajska Streda’da Heykeltraş Gyula Mag’ın Vambery heykeli
Adını bazı yerlerde kısaca Armin olarak anacağım Vambery, maddi imkansızlıkları yanı sıra, Herzl’in de onu anlattığı üzere, bebekken geçirdiği çocuk felci sebebiyle ayağı topal kalmış ancak on yaşından itibaren, azmiyle iki bacağını birden kullanabilmeyi becermiş.
Armin, Macarların Türk kökenli oldukları iddiasından hareketle Türkoloji’ye karşı saplantı derecesinde meraklı bir Türkofil idi. Daha doğuşundan dillere karşı muazzam bir yeteneği vardı. İçinde bulunduğu maddi zorluklarla baş edebilmek amacıyla 12 yaşından itibaren terzi çırağı olarak çalışırken etnografya ve filoloji alanlarında araştırmalar yaptı. Sonrasında öğrendikleri ile özel öğretmen olarak çalıştı.
13 yaşında Bratislava’da bir restoranda çalışmaya başladı. Burada kendi başına Fransızca öğrendi. Henüz 15 yaşındayken Macarca, Latince, İbranice ve Almancayı çok iyi biliyordu. Bundan sonra da Farsça, İtalyanca, İspanyolca ve Rusçayı aynı seviyede öğrenecekti.
Kariyerinin başlarında Armin
1857’de Macar bir hukukçu, yazar ve yayıncı Baron Jozsef Eötvös’ten, Macar Bilimler Akademisi başkanı olan Jozsef Teleki’ye yazılmış bir tavsiye mektubu ve maddi destek aldı. Armin, bu destekle genç yaşlarında İstanbul’a geldi. Burada dört yılını geçiren Armin kaldığı sürede yirmiden fazla Türk lehçesi ile birlikte Kur’an öğrenmiş ve Müslüman geleneklerini inceleyerek Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük bir itibar elde etmişti. Aynı zamanda saraya yakın Türklere Avrupa dillerini, hem de burada yaşayan yabancılara Osmanlıcayı öğreterek, aralarında Kanun-i Esasi’yi hazırlayan Mithat Paşa’nın da bulunduğu, padişahın saray erkanında ve Hariciye Nezaretinde aranır bir kişi haline geldi. Burasının kültürüne iyice entegre oldu. Fransızca ders verdiği kişiler arasında, memleketlisi olan General Kmetty sayesinde tanıştığı, saray eşrafından Hüseyin Daim Paşa’nın çocukları vardı; bu sayede onun köşkünde de barınma ve yaşama imkânı bulmuştu. (3. Ordu Tümen Komutanı Hüseyin Daim Paşa, 1859’da meydana gelen ve Sultan Abdülmecid’i devirip yerine Sultan Abdülaziz’i getirmeyi planlayan Kuleli Vakası’nda adı geçen kişilerdendi.) Dil öğretmenliği yaptığı esnada Almanca-Türkçe bir lügat yazıp yayınladı. Bir ‘dil dâhisi’ olan Armin, burada kaldığı sırada, kabiliyetinden dolayı Sultan Abdülmecit tarafından, Légion d'honneur’un Osmanlı versiyonu ‘iltifat-ı hümâyun’ ile ödüllendirilmişti.
Derviş kılığında Orta Asya’da 4 yıl
Armin 31 yaşındayken, Türkoloji ile ilgili çalışmalarını devam ettirebilmek amacıyla Orta Asya topraklarına doğru bir yolculuğa çıktı.
Görsel-4 Armin’in doğuya yaptığı uzun yolculukta izlediği yol
Bu yolculuğunu, burada kaldığı sürede ilişkide bulunduğu İngiltere Jeoloji Enstitüsü’nün hizmetinde olarak yapması gerekiyordu. Hüseyin Daim Köşkünde kaldığı sırada kendisine Raşit Efendi diye hitap ediyorlardı. Armin, Orta Asya’da yapacağı araştırmalarda, halklarla entegre olabilmesi için bu tehlikeli yolculukta kendine yeni bir kimlik yarattı ve kendini Sünni bir Müslüman olan Derviş Raşit olarak lanse etti.
Armin, Derviş Raşit kimliğinde ve ayakta Türkistan dervişi kıyafetiyle
Bu seyahatinin İngiltere Jeoloji Enstitüsü himayesinde yapılmasının bir maksadı daha vardı, o da Büyük Britanya İmparatorluğu için, Ruslardan gizli bilgiler toplamaktı. Hayatının bu safhasındaki adıyla Derviş Raşit Efendi, önce bir gemiyle Trabzon’a, oradan da bir kervanla at sırtında Tebriz’e gitti. Bir süre Tahran’daki Osmanlı Elçiliğinde kaldı. Tahran’da kaldığı esnada, İngiltere’nin İran Büyükelçisi Sir Charles Alison ile tanışmış ve kendisine, İngilizler adına bilgi toplaması teklif edilmişti. Derviş Raşit Efendi, Orta Asya’da yaşayan insanları Osmanlı Devleti hakkında bilgilendirmeye çalışırken, aynı zamanda iyi bir gözlemci olarak bu insanlarla Osmanlı Türklerinin hayat tarzlarındaki benzerlikleri tespit etme gayretindeydi. Buradan bir Türk hacı kafilesine katılarak Özbekistan’da Hîve, Buhara, Semerkant ve Afganistan’da Herat’ı ziyaret etti. Dört yıl süren bu seyahatlerinde, derviş kılığında, mükemmel dil ve din bilgisi sayesinde kimsenin şüphesini çekmedi ve tekrar Tahran üzerinden geriye dönmüştü. Derviş Raşit Efendi kendini kamufle ederek tehlikeli bölgelerde maceraya atıldıysa da birçok kez Sultan'ın gizli elçisi, bir Avrupalı ve hatta daha kötüsü bir casus olduğundan da şüphelenildi.
Armin bir ziyaretinde, İngiliz casusu olduğu şüphesi ile alıkonulurken
Uğradığı her kasabanın kendi muhbirleri vardı ve ziyaret amacıyla ilgili yerel yöneticilerin huzuruna çıkması ve sorulanlara makul cevaplar vermesi gerekiyordu. Sahip olduğu geniş bilgisi ve tartışmalara dahi girebilmesi sayesinde birçok zorlu durumdan sıyrıldı ve hatta bu zor mülakatları lehine çevirerek topladığı takdirle kendisine hediyeler bahşedildi.
Bu misyonunu tamamladıktan sonra, Armin, memleketi Macaristan’a hem deneyimli bir Türkolog hem de İngiltere Enstitülerinde görevi bir eğitmen sıfatıyla geri döndü. Armin, Avrupa’ya döndüğünde elde ettiği eşsiz bilgileri, kendisine daha önce yapılan teklife binaen İngiltere adına bir rapor halinde hazırladı ve İngiliz Başbakanı Palmerston’a sundu. Orta Asya Kâşifi unvanıyla İngiltere’de büyük bir ilgi ve itibarla karşılanan Armin Vambery, edindiği izlenimleri buradaki ilgili şahıs ve kurumlarla paylaşarak konferanslar verdi. Vambery bu bilgilerin İngiltere’den ziyade Macaristan’da daha muteber olacağı düşüncesiyle tekrar Macaristan’a geldi. Burada üniversitede bir Doğu Dilleri Kürsüsü kurmak isteğiyle müracaat etti. Ancak iki sebepten kabul görmedi. Bir üniversite diplomasına sahip olarak akademik bir kariyeri olmaması ve maruz kaldığı ayrımcılıkla kendisinin bir Yahudi olmasından ötürü bu talebi geri çevrildi. Buna rağmen geri adım atmayarak gayretleriyle istediğine ulaştı. Peşte’de profesör unvanını aldıktan sonra 1868’de gene bir akademisyenin kızı olan Cornelia ile evlendi.
Armin Vambery ve karısı Cornelia
Armin’in Orta Asya ile ilgili yazdığı seyahat ve tetkik eserleri başta Macaristan ve Osmanlı olmak üzere Avrupa’nın pek çok ülkesindeki gazete ve dergilerde yayımlandı. Önemli bir Ortadoğu ve Orta Asya uzmanı olarak kabul edilmeye başlandı. Yazılarında hem İngiltere’nin hoşuna gidecek bir üslupta ve hem de Rusya’nın Orta Asya’daki yayılmacı politikalarına karşı çıkarak Türkleri savunan analizler yapmaktaydı. Hatta yazılarında Türkleri “iftiraya ve haksızlığa maruz kalmış bir millet” olarak dahi nitelendirmekteydi. Fransız İhtilalinden sonra, Osmanlı Devleti’nde, gayrimüslim azınlıkların öncülüğü ile, 19. yüzyıldan itibaren Türk kökenlerine ilişkin araştırmalar başlamıştı. Bu durum ülke dışında, 1860’lardan itibaren özellikle Rusya’da yaşayan Müslümanlar arasında da yayılmaya başlamıştı. Rusya’daki Türkler, kendilerini Osmanlı olarak görmedikleri için daha ziyade, ‘Türkçülük’ fikrini benimsemeye başladı. Bu Türkçülük fikrinin tohumlarının atılmasında ve Osmanlı içerisindeki aydınların üzerinde de etkili olmasına ise Armin Vambery’nin araştırmaları etkili olmuştu. Bu yazıları çok geçmeden Sultan II. Abdülhamit’in dikkatini çekmeyi başardı.
Bu sıralarda Osmanlı ile ilişkileri bozulmaya başlayan İngilizler için, arayı tekrar ısıtmak adına, Vambery gibi, Sultan’ın itimat duyacağı birinin yakın etrafında bulunması onlar için biçilmiş kaftandı.
Tedbirli, temkinli hatta çok şüpheci olarak bilinen Sultan II. Abdülhamit, 1880’de Arminius Vambery’i İstanbul’a davet etmekten ve Yıldız Sarayı’nda ağırlamaktan kendini alamadı. Vambery davete icabet ederek İstanbul’a geldi ve Sultan Abdülhamit ile görüşmesinin izlenimlerini bir rapor halinde hazırlamaya başladı. Vambery, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na özellikle Mısır meselesinden dolayı münasebetleri pek de iyi olmayan Osmanlı Devleti ile ilgili raporlar göndermeye devam ettiği sıralarda Peşte’de, Osmanlı Büyükelçiliği de Vambery’yi dikkatle izlemekteydi. Sultan ile münasebetleri oldukça iyi bir noktaya gelen Vambery, II. Abdülhamit’e olan yakınlığını İngilizlerin lehine değerlendirmeye devam etmişti. Böylece uzun süre devam edecek yakın bir münasebetin temelleri de atılmış oluyordu.
Vambery, 6 Mayıs 1889’da Kraliçe Victoria’nın daveti üzerine İngiltere’ye giderek öncelikle Orta Asya izlenimleri hakkında, ardından da İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na Sultan II. Abdülhamit ile ilgili olarak tafsilatlı bilgiler içeren uzun ve gizli bir rapor vermişti. Ancak sonrasında, İngilizlerin kendi lehlerine bir politika geliştiremediği için baskı yapmaya başladıkları Vambery’nin yazdığı mektupları bir noktadan sonra, İngiltere’ye istenilen düzeyde bilgi sağlayamıyordu. Sultan II. Abdülhamit’in bazı şeyleri Vambery ile paylaştığı bilinse de Vambery’nin, Osmanlı Devleti lehine ajanlık yapmaktan daha ziyade, İngiliz ajanlığı yaptığı hususunda daha somut deliller mevcut. Sultan Abdülhamit’e karşı düzenlenen, başarısız 21 Temmuz 1905 Yıldız suikastına kadar uzanan ve Jön Türkler tarafından 1896 yılında Abdülhamid’e yönelik bir darbe girişimi planının ifşa olması üzerine Vambery ile ilgili düşünceler de pek çok bilinmeyen barındırmaktadır.
İfa ettiği görevlerle Vambery, İngiltere ile Osmanlı devletleri arasında arabuluculuk faaliyetlerini de yürütmeye devam ediyordu. Daha sonra Sultan Abdülhamit, Vambery’yi ülkesinde ilmî çalışmalar yapması ve bunun yanında gerçekte de kendine vekaleten İngiltere ile irtibatta olması için ricada bulundu. Bu teklif onun için idealindeki bir görevdi. Vambery’nin bu görevdeyken ifa ettiği icraatlarından ve Theodor Herzl ile münasebetinden, önümüzdeki hafta devam edeceğim.
Devamı haftaya…