Reichstag üzerinde Kızıl Bayrak

Selin Sebla OK Perspektif
16 Nisan 2025 Çarşamba

16 Nisan 1945’te, Sovyet Kızıl Ordusu tarafından, Nazi Almanya’sının başkenti Berlin’de nihai bir saldırı başlatıldı. Josef Stalin’in emriyle gerçekleşen taarruz, Almanya’nın son savunma hatlarından biri oldu ve 2 Mayıs 1945’e kadar süren bu tarihi önemi büyük muharebe Adolf Hitler’in intiharıyla sona erdi. Bugün ‘Berlin Muharebesi’, Almanya’nın kayıtsız şartsız teslimiyle sonuçlandığı için savaşı bitiren muharebe olarak kabul edilir.

Bu tarihi dönüm noktasının günümüze kalan en büyük simgesi ise 19. yüzyıla ait bir parlamento binası olan ancak Nazi iktidarı döneminde propaganda merkezi olarak kullanılmaya başlanmış Reichstag üzerine bir Sovyet askeri tarafından dikilen Kızıl Bayrağı gösteren fotoğraftır. Fotoğrafın hikayesi ise en az yarattığı etki kadar anılmaya değer.

Fotoğrafçısı dönemin ve sonrasında tüm dönemlerin önemli foto muhabirlerinden biri olarak kabul edilen Ukraynalı Yahudi asıllı fotoğrafçı Evgenii (Efim) Khaldei’dir. Khaldei, II. Dünya Savaşı sırasında ülkenin resmi haber ajansı TASS için çalışmakta ve Kızıl Ordu’nun Avrupa’daki savaş hattı boyunca ilerleyişlerini belgelemektedir. Taarruzun son günlerine doğru binanın dışında ve içinde yaşanan şiddetli çarpışmalardan sonra 30 Nisan’da Stalin’in son anda 1 Mayıs İşçi Bayramı’na yetişmesi için verdiği emirle Sovyet bayrağı Reichstag’a dikildiğindeyse başka bir savaş hattında olduğundan o anı belgeleyemeyişinin sancısını yaşayacaktır. Bu nedenle Khaldei bu sahneyi yeniden canlandırmak ister. Aynı yıl Joe Rosenthal tarafından çekilen Iwo Jima’da yükselen bayrağa yakın bir etki yaratabileceğine emindir. Ancak Khaldei bunun için o anda bir bayrak bulamaz ve hızla Moskova’ya gidip buradan 3 metre kırmızı masa örtüsü kumaşı alır. Bütün geceyi bir-iki yardımcıyla birlikte kırmızı örtüye orak, çekiç dikmekle geçirir ve sabaha yakın saatlerde Berlin’e dönüp diktiği bayrakla bu fotoğrafı çeker ve fotoğraf yayınlandığında da haksız çıkmaz. Bu fotoğraf Sovyetler Birliği’nin Nazilere karşı kazandığı üstünlüğü simgeleyen propaganda değerine sahip en önemli fotoğraf olur. Tabi fotoğraftaki kurgu bu kadarıyla da sınırlı değildir. Çatışmaların henüz sonlanmadığını gösteren arka plandaki dumanlar Kaldei’nin dramatik etkiyi arttırmak adına başka bir fotoğrafta daha güçlü kaydedilmiş duman görüntülerinin bu fotoğrafa eklenmesiyle oluşturulur.

Fotoğraf 13 Mayıs’ta ilk yayınlandığında Stalin’e karşı olumlu bir imaj yaratmak için bayrağın etrafındaki askerlerin isimleri Mikhail Yegorov ve Gürcistanlı Meliton Kantaria olarak yazılmıştır. Soğuk Savaş bittiğinde ise bayrağı tutan askerin Alyosha Kavolyov olduğu açıklanır. Ancak bu denli özenle kurgulanmış ve çekilmiş fotoğrafla ilgili en çarpıcı şeyse bir Yahudi düşmanı olan Stalin’in Khaldei’nin çektiği görüntüler ses getirmiş olmasına karşın fotoğraflarını isimsiz yayınlatmasıdır. Khaldei’nin hak ettiği değer ve itibar ancak Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra kendisine iade edilir ve fotoğrafları adıyla basılır.

Khaldei savaş sonrası dönemde Yahudi kimliği nedeniyle mağdur edilmişti.

Çalışmaya başladığı dönemde, fotoğrafçılık politik ve estetik açıdan yeniden şekillenmişti. Fotoğrafçılar, eğitim sürecinden yayın politikalarına, editoryal karar süreçlerinden görev dağılımına kadar merkezi bürokrasiye bağlı olarak çalışıyorlardı. Stalinist dönemdeki bu kültürel üretim yapısı, büyük ve etkili meslek birlikleri ve Komünist Parti denetimi altında işliyordu. Hangi konuların fotoğraflanacağı, nasıl sunulacağı gibi kararlar da merkezden belirleniyordu. Dolayısıyla antisemitizmi normalleştirme tonu çok yüksek olan bir sistem içerisinde bile doğru bildiğini, bildiğinden vazgeçmeden yapan bir idealistin en iyi örneklerinden biriydi Khaldei. Khaldei bu sistem içinde yetişti ve bu sistem içinde var olabilmenin savaşını verdi. Savaşın başından sonuna kadar her cephede fotoğraf çekti. Kariyerinin doruk noktası olan Reichstag Üzerine Kızıl Bayrağın Dikilişi ile de varmak istediği noktaya vardığını ifade etti. Bu görüntü, onun bir asker-fotoğrafçı olarak kariyerini taçlandırdı. Ancak yine de bu fotoğrafçılık zaferi, Yahudi kimliği dolayısıyla ayrımcılık görmesinden kurtaramadı onu. O yıllarda, Yahudi doktorlar, yazarlar, sanatçılar, editörler ve fotoğrafçılar ya işlerinden atıldı ya da öldürüldü. Bu kişiler, savaş sırasında kozmopolitizme karşı ‘fazla Yahudi’ olmakla suçlanıyordu. ‘Yahudi/Siyonist komplonun’ parçası olmakla itham edildip öldürülüyorlardı. Fotoğrafçılar o dönemde kültürel olarak ‘önemsiz’ sayıldığı için hayatta kaldı. 1960’larda, Sovyet savaş hafızası yeniden canlandığında Khaldei’nin fotoğrafları yeniden rağbet gördü. 1990’larda Sovyetler Birliği çöktükten sonra ise uluslararası alanda tanınan bir ‘Sovyet Yahudi’ fotoğrafçı oldu. 1997’de ölmeden hemen önce, New York ve San Francisco’daki Yahudi müzelerinde büyük retrospektif sergileri yapıldı.

Fotoğrafçılık Yahudiyken

2005’te, Moskova’daki Kızıl Meydan’da bulunan Rusya Devlet Tarih Müzesi, Khaldei ve oğlu Leonid’in eserlerini içeren ‘İki Kuşağın Gözünden Budapeşte’ adlı bir sergi açtı. Sergi fikri şu şekilde kurgulanmıştı: Khaldei 1945’te, savaşın yarattığı yıkımı belgeleyen fotoğraflar çekmişti. Oğlu ise 2005’te aynı yerleri fotoğrafladı. Artık burjuva havası taşıyan, Avrupa Birliği’ne dahil olmuş bir başkentin görüntülerini sundu. Yani geçmişin yıkımı ile bugünün modernliği yan yana konmuştu. Ama dikkat çeken şey şu oldu. Serginin katalogu, Khaldei ve oğlunun Yahudi olduğuna hiç değinmiyordu. Sergide Khaldei’nin biyografisi anlatılırken Yahudi kimliğinden söz edilmemişti. 1948’de TASS’tan neden kovulduğu anlatılırken sadece şu ifade kullanılmıştı: “Kimlik belgesindeki ‘milliyet’ hanesinde yazan nedenden ötürü.” Bu, Yahudi demeden Yahudi demekti. Yahudi kimliği, ima ediliyor, ama adlandırılmıyordu.

Ardından 2008’de, Berlin’de bulunan Martin Gropius Bau Müzesi şimdiye kadarki en büyük Khaldei retrospektifini düzenledi. Sergide yüzlerce fotoğraf, arşiv belgeleri, hatta Khaldei’nin Moskova’dan getirilen eski fotoğraf makinesi bile yer aldı. Ancak bu sefer bambaşka bir şey oldu. Organizatörler, serginin katalog yazılarını yazan David Shneer’den hikâyeyi Yahudi kimliği merkezinde sunmasını istediler. O da İngilizce başlığı şu şekilde belirledi: “When Photography Was Jewish /Fotoğrafçılık Yahudiyken.”

Berlin’deki sergi, 8 Mayıs 2008’de, yani Sovyetlerin Nazi Almanyası’nı mağlup ettiği gün açıldı. Serginin yıldız fotoğrafı ise, ‘Reichstag Üzerinde Kızıl Bayrak’tı. Sonuç olarak ikonik fotoğrafları tarihsel bağlamına geri döndürmek, onların anlatılar ve kolektif hafızalar üzerindeki etkisini daha net görmemizi sağlar. Khaldei gibi Sovyet Yahudi fotoğrafçılar için savaş, birçok farklı seviyede bir trajediydi; kişisel, ailesel, toplumsal ve ulusal. Khaldei, hayatı boyunca birden fazla kimliğe sahip oldu. Savaşta yükselen bir Sovyet fotoğrafçı, sansüre uğrayan bir gazeteci, sovyet kahraman, Yahudi bir tanık vb. Ve nihayetinde şimdi, David Shneer’ın söylediği gibi tüm bunların hepsi birden.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün