Nü fotoğrafçılığı, genellikle vücut şekilleri, insanın doğayla ilişkisi ve duygusal ifadelerin vurgulanması açısından oldukça güçlü bir sanat formu olarak kabul edilir; bu anlamda sanatın sınırlarını zorlayan ve izleyiciyi farklı duygusal derinliklere çeken bir çalışma olarak öne çıkan eserlerdir. İstanbul çağdaş sanat camiasında, siyah beyaz nü kadın fotoğrafı deyince akla gelen ilk ve tek isimdir Tony Ventura. Bu özel koleksiyoner ile keyifle okuyacağınızı düşündüğüm, hatta içten içe acaba nasıl görebilirim diyeceğiniz fotoğraflarıyla ilgili uzun uzun sohbet ettik.
Çok az kişinin bildiği tam adıyla Tony Ezra Ventura, siyah beyaz çıplak kadın fotoğrafları toplama konusunda ehildir dersek, bu sözler hem kendisini hem de koleksiyonunu anlatmak için çok yetersiz kalır. Ventura’nın bu fotoğrafları bulmaya tutkusu, konuyla ilgili topladığı kitapların sayısı, aynı amaçla yaptığı seyahatler, galerici ve yaşayan sanatçılarla iletişimi, koleksiyonunun içinde daha spesifik küçük seçkiler oluşturması, onun fotoğraflarına duyduğu aşkı gözler önüne seriyor. Bu tutku, yıllar içerisinde müthiş ve kendine özgü bir hal almış. Yirmi seneyi aşan bir süreden beri ve halen farklı fotoğrafçıların eserlerini bir araya getirerek çok spesifik bir konuda değerli bir koleksiyon oluşturan Ventura, Türkiye çağdaş sanat koleksiyonculuğuna siyah beyaz fotoğraflarıyla renk katmış bir isimdir.
Çok önemli bir fotoğraf koleksiyonerisiniz, okuyucularımıza koleksiyonerliğe nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
Koleksiyon yapmayı her zaman sevdim. Daha gençken savatlı gümüş tabaka ve değişik aletler, 80-85 senelerinde ise oryantalist tabloları toplamaya başlamıştım, 98-99 senelerinde ise tabloları sattım ve sattıktan sonra birkaç sene sanata ilgim biraz azaldı, konudan uzaklaştım. Ondan sonra tekrar koleksiyona başlayayım dedim ve fotoğraf almaya başladım. 2003-2004 seneleriydi, Türk veya yabancı sanatçılardan her çeşit fotoğraf alıyordum özellikle de çağdaş fotoğraf sanatçılarından. O zamanlar kız arkadaşımdan ayrılmıştım. O günkü ambiyansa daha uygun diye bendeki bütün çıplak kadın fotoğraflarını yatak odama koydum ve oradaki devamlılık beni çok etkiledi. Aynı zaman zarfında başka bir koleksiyonerin Sothebys’de bir müzayedesi vardı. Bu Henry Buhl’un ‘A show of hands’ isimli yalnızca ellerden oluşan koleksiyonuydu. Burada aynı konudan ne kadar geniş bir palet yapılabileceğini gördüm, bu da beni çok etkilemişti. Ondan sonra sadece siyah beyaz çıplak kadın fotoğrafı almaya başladım. Yıllar içerisinde koleksiyonum için dünyayı gezdim, birçok fuara gittim, halen de gidiyorum hemen hemen bütün müzayedeleri takip ediyorum. Zaten dünyada on-on beş önemli fotoğraf galerisi vardır ve hepsi beni tanır, ben de hepsini. Onlarla sürekli iletişim halimdeyim.
Klasik bir soru olacak ama neden çıplak kadın, neden siyah beyaz?
Sorunun birinci kısmının cevabı çok basit, kadınları sevdiğim için, bu kadar net aslında. Niye siyah beyazın cevabı ise ben siyah beyazın renkliden daha az yorucu ve daha kuvvetli olduğuna inanıyorum; duvarlarıma baktığınız zaman da görüntü beni haklı çıkarıyor.
Siyah beyaz nü kadın fotoğrafı deyince aklımıza ilk siz geliyorsunuz; çok spesifik bir seçkide koleksiyon yaptığınız için soruyorum, siz mi fotoğrafları buluyorsunuz yoksa onlar mı sizi?
İkisi de doğru, tabii ki kendim de çok araştırıyorum, koleksiyonumun içinde bazı spesifik serilerim var ve onlar için de özellikle çok araştırmam gerekiyor. Gerek galeriler gerek yaşayan sanatçılar gerek müzayede evlerinden bana sürekli bilgi geliyor. Son zamanlarda gittikçe daha çok vintage, 1920’lerden 40’lara 50’lere uzanan fotoğrafları toplamaya başladım. Çağdaş işleri hâlâ alıyorum ama şimdilerde vintage fotoğraflar satın almaya daha ağırlık veriyorum. Vintage fotoğraf almak oldukça zor bir şey; fotoğrafın kalitesi, nerede basıldığı, zamanında hangi koleksiyonda yer aldığı gibi bilgiler, aynı fotoğrafın değerini bir ile yirmi arasında fark ettirebiliyor. Eski Sotheby’s Avrupa Fotoğraf departmanının başında olan Simon Klein’a sormadan eski fotoğraf almıyorum, çünkü bu fotoğraflar çok ciddi bir ekspertiz istiyor. Klein, dünyanın bu konudaki en büyük ekspertizi ve zaman içerisinde yakın arkadaşım oldu, 10-12 senedir beraber çalışıyoruz. Koleksiyonerlik, kişiye çok ciddi dostluklar da kazandırıyor.
“Duvarda gördükleriniz, 1980’lerin dünya vücut geliştirme şampiyonu Lisa Lyon’ın farklı fotoğrafçılar tarafından çekilen kareleri. Bu işler için ‘koleksiyonun içinde koleksiyon’ diyebiliriz.”
Fotoğrafçılar: Helmut Newton, Robert Mapplethorpe, Joel-Peter Witkin ve Marcus Leatherdale.
Sizi ilk olarak, zamanında komşum olan fotoğraf sanatçısı olan Nazif Topçuoğlu vasıtasıyla tanıdım ve koleksiyoner - sanatçı ilişkinizden çok etkilendim. Bize koleksiyoner sanatçı iletişimini anlatır mısınız?
İlk olarak Nazif’ten başlayalım, ciddi bir Nazif hayranıyım. Bende üç tane işi var, birini uzun vadeli borç olarak kız kardeşime verdim. İkisi maalesef depoda duruyor. Nazif, insan olarak çok beğendiğim ve sanatçı olarak hayran olduğum biri. Birkaç sene öncesine kadar gerek New York’ta fotoğraf fuarında gerek Paris’te buluşur, beraber Paris Photo’yu gezerdik. Kendisi şimdi Toronto’da yaşıyor. Şimdilerde ise şöyle yapıyorum, Art Miami Basel’e gittiğimiz zaman ben Miami’den Toronto’ya uçuyorum üç dört gün onunla kalıyorum, bu neredeyse bir gelenek gibi oldu. Sıhhatimiz el verdiğince yaparız diye ümit ediyorum. Gerek Türk- ki nü yapan çok az sanatçı var Türkiye’de ve aşağı yukarı hepsini tanıyorum, hepsinden de bir iki fotoğrafım var koleksiyonumda- gerek yurt dışından çok tanıdığım fotoğraf sanatçısı var. Maalesef ölmüş olanlar da var, onları doğalında tanımıyorum.
Almak isteyip de alamadığınız bir fotoğraf var mı?
Tonla var, fotoğrafın sonu yok paranın sonu var.
Koleksiyoner ruhu nasıl bir şey?
Bu aslında obsesif kompulsif bir durum, bazen ay sonunu nasıl getireceğini bilemiyorsun. Bir kere duvarlarımda yer kalmadığı için alımları azaltmak zorunda kaldım, çünkü duvarlarımdaki fotoğraflarımın aşağı yukarı hepsini çok seviyorum, hangisini kaldıracağımı bilemiyorum, duvarların dışında gördüğünüz gibi her tarafta fotoğraf var. Yalnız bir iki senedir paramı koleksiyona değil seyahate harcamaya başladım. Tulum’a, Amazonlara gittim şimdi Antarktika’ya penguenleri görmeye gideceğim, sonrasında Madagaskar’da lemurları görmek istiyorum. Gitmiştim ama bir kere daha Kenya Maasai Mara’da büyük göçü görmek istiyorum.
Yaklaşık on yıl önce koleksiyonunuzun ‘La Ventura’ adında çok zarif bir sergisini yaptınız ve serginin kitabını da ‘devamı gelecek’ sözleriyle bitirdiniz. Sergiyi ya da bir benzerini tekrarlayacak mısınız?
Kesinlikle evet, ne zaman bilmiyorum ama yapmak arzusundayım. Oradaki problem zamanı ayarlayabilmek ve sergiyi kurabilmek için ekibi oluşturmak, geçen sefer serginin küratörleri Karoly Aliotti ve Nilüfer Şaşmazer müthiş bir iş çıkarttılar, tekrar yapalım mı dediğimde Karoly net bir şekilde “hayır” dedi, aynı şeyi tekrar yapmak istemediğini söyledi. Bu sergiyi İstanbul’da ve kapalı bir yerde tekrarlamak isterim. ‘La Ventura’ sergisi benim için çok özeldi. Öncelikle bu iki isimle çalışmam, sergi mekânının ARK Kültür’de olması ve kapalı bir sergiye 450 kişinin gelmesi bu etkinliği başarılı kıldı. Bu sergi ile koleksiyonumu çok güzel değerlendirdiler, çok çok mutlu olmuştum. Bu sergi için Karoly’nin bana verdiği önemli bir tavsiye vardı. Ben sergi için bir katalog yapmak istiyordum o ise bana bir kitap yapmamı, kitabın kalıcı olduğunu söyledi. Ben de bin adet sergi kitabı yaptırdım, bugün elimde yalnızca iki üç tane kaldı. Türkiye dâhil dünyadaki bütün müzelere bu kitabı gönderdim.
Kişisel olarak koleksiyonunuzu çok beğeniyorum, fotoğrafların güzelliği kadar sizin koleksiyonunuzla özdeşleşmeniz çok samimi geliyor. Koleksiyonunuzu daha nerelere taşımak istersiniz? Adınıza bir müze olmasını düşünür müsünüz?
Bir gün koleksiyonumu ya satacağım -ki o gün çok üzüleceğim- ya da bir müzeye bağışlayacağım. Bu burada mı ya da dünyanın başka bir yerinde mi olur bilmiyorum…