Pera Müzesi, kuruluşunun 20. yılını iki farklı sergiyle karşılıyor. Bunlardan biri, yaratıcı vizyonuyla tanınan ve sanat dünyasında kendine özgü bir yol izleyen Marcel Dzama´nın Türkiye´deki ilk kişisel sergisi ´Marcel Dzama: Ay Işığıyla Dans´... Sergi, çizim, resim, heykel ve video gibi farklı disiplinlerde üretim yapan sanatçının günümüz dünyasına dair eleştirel bakışını yansıtan eserlerini bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Alistair Hicks´in üstlendiği sergi, Dzama´nın sanatçı arkadaşı Raymond Pettibon ile gerçekleştirdiği iş birliklerine de yer veriyor.
Marcel Dzama'nın eşsiz işleri, çeşitli sanatsal formlardan oluşur. Rengârenk karmaşık eserleri, düşsel varlıklarla doludur. Popüler kültür referansları ve tekrarlayan insan-hayvan figürleriyle Dzama, gerçek ile bilinçaltı arasındaki bulanık ilişkiyi inceleyen görsel bir dil geliştirmiştir. Bu dilden olduğu kadar sanat tarihi ve çağdaş olaylardan da eşit derecede yararlanan Dzama'nın çalışmaları, çocukluk fantezileri ve peri masallarından oluşan bir evreni görselleştiriyor. Pera Müzesi’ndeki sergisinde resim, çizim ve film gibi yapıtları ve dostu Raymond Pettibon'la birlikte ürettiği bazı eserleri yer alıyor.
New York’ta yaşayan, 1974 Kanada doğumlu sanatçının Türkiye’deki ilk kişisel sergisi Ay Işığıyla Dans, sanatçının kendine özgü anlatım dünyasına kapı aralıyor. Çizimleri ilk bakışta popüler kültürden ve güncel siyasetten tanıdık ögeleri bir araya getiren çok katmanlı ve mizahi bir anlatım sunuyor. Sergi, Dzama’nın müzik ve dansın öne çıktığı renkli hayal dünyasından başlayarak, günümüzde karşı karşıya kalınan kötü yönetimler, çevresel yıkım ve savaşların sebep olduğu felaketlere değindiği eserlerinden oluşuyor. Küratör Alistair Hicks, sanatçının çalışmalarını şu ifadelerle yorumluyor: “Taşkın ve bazen de fazla dokunaklı şiirler gibi abartılı çalışmaları başınızı döndürebilir.” Hicks, “Dzama’ya bugün neden ihtiyacımız var?” başlıklı sergi kataloğu yazısında şunları kaleme almış:
“Dünyada hiçbir zaman bu kadar çok insan özgür olmamıştı, bu yüzden Marcel Dzama’nın diktatörlerin, savaşların ve gezegenimizin yok edilmesinin tehlikelerine dair kehanet niteliğindeki uyarıları, vahşi doğadan münferit bir ses gibi duyuluyor. Goya, bugün ‘Savaşın Felaketleri’ olarak bilinen ve ölümünden otuz beş yıl sonrasına kadar halktan gizlenen gravürlerini bir arkadaşına verdiğinde, dosyaya şöyle bir başlık atmıştı: İspanya’nın Bonapart ile Kanlı Savaşının Ölümcül Sonuçları ve Diğer Kapitalistler. İki yüzyıl sonra, Goya’nın tüm eserlerindeki dehşet ve güzelliğe bakabilir ve bu ikisini nasıl ilişkilendirdiğini düşünebiliriz. Aynı denge, Dzama’nın çalışmalarında da bulunur. Sanatçı bizimle dünyanın mutlu ve büyülü bir vizyonunu paylaşsa da eserlerinin salt bu yönüyle baştan çıkarılmamalıyız. Gerçek sihir, zirveye ulaşan tüm sanatçılarda olduğu gibi iyiyi, kötüyü ve çirkini bir arada yakalayabilmek.”
Dzama’nın yapıtları
Sanatçının pratiği, yalnızca çizim ve resimle sınırlı kalmıyor; diorama, kukla, kostüm, sahne tasarımı, film, şarkı, fanzin ve heykel gibi pek çok farklı disiplini kapsıyor. Farklı anlatım biçimlerini bir araya getiren bu üretim anlayışı, dünyasını daha da derinleştirirken, sanatıyla kurduğu ilişkide sınırları ortadan kaldırıyor. Çeşitli projelerde Spike Jonze, Maurice Sendak, Beck, Kim Gordon, Raymond Pettibon, Bob Dylan ve New York City Ballet başta olmak üzere, çeşitli disiplinlerden isimlerle gerçekleştirdiği işbirlikleri de sanatçının çok yönlü yaklaşımını ve geniş ilgi alanlarını gözler önüne seriyor. Sergi, Dzama’nın yaratıcı vizyonunu ve izleyiciyi içine çeken özgün üslubunu keşfetme fırsatı sunuyor.
Kötü yönetimlerin eleştirisi ve felaketler…
‘Ay Işığıyla Dans’, Dzama'nın sanat pratiğinde öne çıkan üç temel temayı mercek altına alıyor: Kötü yönetimlerin eleştirisi, çevresel yıkım ve savaşın sebep olduğu felaketler. Dzama, bu konuları kimi zaman kara mizah kimi zaman da Dadaizmin en önemli temsilcilerinden Marcel Duchamp’tan esinlendiği satranç metaforuyla ele alıyor. Dzama’nın sanatsal dili, yalnızca politik çöküşleri ve otoriter yapıları eleştirmekle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda sanatın şekil değiştiren, yeniden tanımlanan ve izleyiciyi dâhil eden yapısını da vurguluyor.
Politik gücün ve toplumsal düzenin bir metaforu olarak satranç tahtası
Sanatsal üretim sürecinde bireysel kimliğin yanı sıra kolektif iş birliklerine de büyük önem veren Dzama’nın, Raymond Pettibon ile ortak çalışmaları serginin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Bu ikili, satranç tahtasındaki iki rakip gibi bir yaratıcı diyalog içinde eserlerini ortaya çıkarıyor. Dzama’nın gerçeküstü karakterleri, Pettibon’un politik eleştirileri ile birleşerek izleyiciyi toplumsal meseleler üzerine derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Öte yandan bu çalışmalar, sanatın bir diyalog alanı olarak nasıl işleyebileceğine dair güçlü bir örnek oluşturuyor.
Serginin öne çıkan eserleri arasında, Dzama’ya ait dört video yer alıyor: ‘Kâfirler(2010)’, ‘Bir Satranç Oyunu (2011)’, ‘Ay’da Yaşamak (Lorca için) (2023)’ ve ‘Ölüm Disko Dansı’ (2024). Bu videolar, oyun ve savaş arasındaki ince çizgiyi vurgularken, satranç tahtasını bir strateji alanı olmanın ötesinde politik gücün ve toplumsal düzenin bir metaforu olarak ele alıyor. Dzama, Duchamp’ın, “Tüm sanatçılar satranç oyuncusu olmasa da, tüm satranç oyuncuları sanatçıdır,” sözünden ilham alarak sanatçının topluma bakış açısını ve entelektüel bir strateji geliştirme gerekliliğini vurguluyor.
Dzama’nın eserleri, 20. yüzyıldaki otoriter rejimlerin sanatçılar üzerindeki etkilerini bugünün politik dünyasını da kapsayarak sorguluyor. Savaşın kaotik, yok edici etkisini tuhaf ve gülünç bir anlatıyla gözler önüne sererken, popülist liderlerin kitleleri nasıl manipüle ettiğini ele alıyor.
İnsanın varolması için mutlaka özgür olmasını ve bunun için mücadele etmesini savunan Dzama, bu düşüncesini sanatsal pratiğinde de uygulamaktadır.
Pera Müzesi’nin 20. kuruluş yılında sanatseverlerle buluşturduğu bu renkli ve ilginç sergi, 17 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilir.