İskandinavya’nın başkenti Stockholm’den merhaba!

Günışığının çıplak ağaç dallarına vuruşunu içim ısınarak izlediğim bir kış. Manzara kartpostal gibi... Çoğu zaman klinikte, bazen evde pencereden dışarı baktığımda bir an için her şeyden uzaklaşır gibiyim. Kasım ayından bu yana işe karanlıkta gidiyor ve karanlıkta dönüyorum, günlerin çoğu bulutlu. Ama bazı günler hava açıyor, güneş yüzünü gösteriyor.

David OJALVO Köşe Yazısı
16 Ocak 2019 Çarşamba

Günışığının çıplak ağaç dallarına vuruşunu içim ısınarak izlediğim bir kış. Manzara kartpostal gibi... Çoğu zaman klinikte, bazen evde pencereden dışarı baktığımda bir an için her şeyden uzaklaşır gibiyim. Kasım ayından bu yana işe karanlıkta gidiyor ve karanlıkta dönüyorum, günlerin çoğu bulutlu. Ama bazı günler hava açıyor, güneş yüzünü gösteriyor. O zaman seviniyorum. Çıplak ağaç dallarının güneşe bakan yüzünden yansıyan zarif sarı-yeşil ışığı takdirle karşılıyorum. Günışığının varlığı, onun orada olduğunu bilmek tatlı bir huzur veriyor. Kaldı ki hava durumuyla eş zamanlı güneşin doğuş ve saatlerini takip ediyorum. Henüz hissetmiyoruz; ama günler uzuyor. Her gün ikişer üçer dakika daha... İşe giderken gün doğumunu selamlayacağım günler artık yakın.

Baharda Stockholm’e taşınmanın birinci yılı olacak. Acelem yok, özünde bir yavaşlıkla günlerin akışını izlemek niyetindeyim. Hedeflerim var, çoğu gerçekleşen, bir kısmının daha gerçekleşmesini umduğum. Yaşamdaki resmi/zorunlu süreçleri düşündüğümde hedefe varmak için saydığım günler çokça oldu. Rize’de zorunlu hizmet, Bolu ve Hakkâri’de geçen askerlik, tıpta uzmanlık sınavına çalışmak, dört yıl dahiliye uzmanlığı için sürem... Tünelin ucuna bakıyordum. Tekrar zorlu hizmet görünüyordu. Bazı sürelerse belirsizdi. Örneğin tıpta kan veya kanser hastalıkları gibi bir bölümü okumak için girdiğim sınav mahkemelikti, sonuçlanması aylar sürüyordu. Hadi daha ileri bir bölüm okudum diyelim, ucunda bir zorunlu hizmet daha vardı! Saçlarım tahminimden çok daha hızlı dökülüyordu. Maruz kaldığımız büyük stres sadece beni değil, neredeyse tüm meslektaşlarımı etkiliyordu. Hiçbir seçenek bir diğerinden daha iyi değildi, depresyon göz göre göre üzerime doğru geliyordu. Beni kısmen koruyansa bu karanlık tablonun yanına yerleştiğim boş tuvaldi. Üzerinde en az 2,5 - 3 yıl çalışmam gereken bir düş.

Karar vermek zordu. Önce felsefe ve sorular vardı. 2014 Ekim’indeki ilk ziyaretimden sonra çok beğendiğim Stockholm’de yaşayabilir miydim? Bu soruyu içeriden ve dışarıdan yanıtlamam çok uzun zaman aldı. 2015 Kasım’ında kararı verdim ve çalışmaya başladım. Dünya iyisi bir dil öğretmenim oldu. Ortalamada nereyse her gün iki saat İsveççe... Geçmem gereken sınav, sadece ileri düzey dil sınavı değildi. İsveççe dilinde, altı saat süren yazılı ve iki gün süren pratik sınavlarım oldu.  Yazılıya giren 91 doktor içinde geçen 24 kişiden biriydim. Bu basamakları yurt dışından tamamladığım için İsveç basını beni haber bile yaptı. Süreç Stockholm’de devam etti. Yeni bir ülkede ve dilde mesleğinizi sürdürmek, yasal zorunlulukları tamamlamak ve geleceğe uzanmak kolay değildi. Mücadelem hâlâ sürüyor, hem de her gün. Şimdi İsveç’te mesleğimin saygın temellere dayanması ve insanca koşullarda hasta bakabilmekten mutluyum.

Bu göçün bir anlamını daha aktaracağım: daha fazla yıpranmadan, geçmişin anıları iyi bir biçimde koruyabilmek. İstanbul’u iyi hatırlamak istiyorum.

Dört yıl aradan sonra bu, Şalom’daki ilk yazım. Yazacağım; çünkü yazmaya inancımı yeniden güçlendirdiğim bir döneme geldim. Dallara vuran o İskandinav ışığından ve onun yansımalarından daha fazla söz etmeliyim. Zor dönemler bitmiyor; ama kendimize inanmalı, potansiyelimizi gerçekleştirmeliyiz. Yaşamak da özünde bunu gerektirmez mi?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün