Aydınlar manifestosu

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, “Avrupa’da bana her şey savaş öncesi durumu hatırlatıyor” demesinin ardından Avrupa’nın ve demokrasisinin geleceğinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar tehlikede olduğunu düşünen, öngören insanların sayısı gün geçtikçe artıyor.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum
30 Ocak 2019 Çarşamba

Aydınlanmanın ve demokrasinin beşiği kıtada küreselleşmenin tetiklediği ekonomik kriz ve insanındaki gelecek korkusu, ilk kertede popülist daha sonra da otoriterleşen liderlerin iktidara gelmesini, demokrasiyi yok edeceğini öngörmemek mümkün değil artık.

Kimi Avrupalı aydınların bu sosyolojik ve siyasi gelişmeyi dönemsel görmeleri veya demokrasinin sağlam temellere oturmasından hareketle, son tahlilde bu değişimin rejimi yok etmekten ziyade, sadece rejime bağlı kalacak popülist liderleri iktidara getireceği düşüncesi her geçen gün artık itibarını kaybetmekte. Zira iklim; sokaktaki ‘yalnız’, geleceğinden endişe eden, çocuklarına bakmakta zorlanan ve kimisi de işsiz olanın rasyonelliklerini kaybederek tarihte benzerleri çokça görülen ve toplumlarını felakete sürükleyen popülist, giderek ırkçı ve faşist liderleri seçmesi için çok müsait durumda.

Kitlelerin ortak davranış biçimlerini ve psikolojisini incelemiş olan ve ırkçı teorileri ile tanınan Fransız sosyolog Gustave Le Bon’a göre, birey kararsız bir varlıktır ve organize olma kabiliyetinden yoksun olduğundan, düzen ve kuralları için liderlerin despotluğuna ihtiyacı vardır. Aynı birey, diğerleriyle bir hedef altında birleştikleri zaman da, bir ‘şef’in otoritesi altına girmek isterler.

Avrupa yakın tarihi bu şeflerin ve yarattıkları büyük felaketlerin tarihidir. Günümüzde otoriter liderlerin işini çok kolaylaştıran ‘fake news’ denilen, gerçeği büken ve kimi yerde tamamen yok eden dezenformasyon dünyasının varlığı bu tür liderlerin işine çokça gelmekte. Etrafta yüzlerce, binlerce küçük ama etkili Goebbels’lerin olması ‘şef’lerin ekmeğine yağ sürmekte ve bu ‘lider’ler, zamanla siyah propagandistleri emirleri altına almak suretiyle muazzam bir ‘yalan dünya’ yaratmaktalar. Sokaktaki çaresiz ama liderine mutlaka biat etmek isteyen birey artık beyaza bile siyah diyecek duruma gelebilecektir.

İşte Avrupa’nın üzerinde böylesi karanlık bulutların dolaştığına inanan bir avuç Avrupalı aydın, tarihe not düşmek ve en önemlisi Avrupa insanını geç olmadan uyandırmak adına geçenlerde bir manifesto yayınladılar.

Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için kaleme aldıkları manifesto aslında Avrupa’nın geleceği için bir alarm zili işlevi görüyor.

Yirmi bir ülkeden otuz tanınmış aydının kaleme aldığı manifestoda başı, Avrupa’nın ‘pop düşünürü’ olarak adlandırılan ama günümüz meselelerinde son derece duyarlı ve proaktif bir karakter çizen Bernard Henry Levy çekiyor.

Orhan Pamuk, Milan Kundera, Salman Rüşdi, Mario Vargas Llosa, Svetlana Alexievich, Herta Müller, Elfriede Jelinek ve Roberto Saviano gibi bazıları Nobel Ödüllü yazar, tarihçi ve düşünürler de tarihi sorumluluk alarak hem Avrupa’yı hem de dünyayı uyarma vazifesini yüklenme ihtiyacı duymuşlar.

Vakit çok geç olmadan, tarihi, siyasi ve sosyolojik geçmiş örneklerden de yola çıkarak yıkıcı bir ‘deja vu’nün yaşanmaması için uyuya kalması muhtemel toplumları uyandırmaya çalışmışlar.

“Avrupa için savaş! Yoksa yağmacılar onu yok edecek” başlığıyla Avrupa’nın önde gelen gazetelerinde çıkan manifestoda kısaca şöyle deniyor:

“…Avrupa bugün büyük bir tehlike karşısındadır. Avrupa öfkeden körleşmiş sahte peygamberlerin saldırısına uğramış durumdadır. Biz, kıtanın iki büyük savaşta da intihar etmesini engelleyen, biri Manş Denizinden diğeri okyanus ötesinden iki müttefik tarafından terkediliyoruz. Kremlin’in işgalcisi tarafından gittikçe alenileşen manipülasyonlara maruz kalıyoruz. Avrupa bir fikir olarak, bir ideal olarak gözlerimizin önünde parçalanıyor.

Faşizmin yenilgiye uğratılmasından üç çeyrek yüzyıl ve Berlin Duvarının yıkılmasından da 30 yıl sonra insanlık için yeni mücadele başlamakta.

Mayıs seçimlerinden önce bir şeyler değişmezse, yeni bir direniş ruhu oluşmazsa, bu seçimler bugüne kadar gördüklerimiz arasında en yıkıcı olanı olacaktır. Yağmacılara yeni bir zafer sağlayacaktır. Erasmus, Dante ve Goethe’nin mirasına inanlar için büyük bir yenilgi olacaktır. Aklı ve kültürü küçümseyen siyaset zafer kazanacaktır. Irkçılık ve antisemitizm patlaması olacak, büyük bir yıkım yaşanılacaktır.”

Manifestoda imzacılar, Avrupa’nın kendiliğinden, kendi birikimiyle düzene gireceği gibi, eski ama yanlış bir inanışa vurgu yaparken mücadele edilmediği takdirde, Avrupa ideali için çalışılmadığı sürece popülizmin bataklığında kıtanın kaybedileceğine inandıklarını dile getiriyorlar.

Manifesto şöyle sona eriyor:

“…Milliyetçi ve kimlikçi saldırıya karşı aktivizm ruhunu tekrar keşfetmeliyiz. Aksi takdirde milliyetçiliğin ve öfkenin bizi sarmalayacağını ve batıracağını kabul etmeliyiz.

Acil olarak, özgürlüklerimizi yok etmek isteyen bu ruh kundakçılarına karşı alarm zillerini çalmalıyız.

Ufukta görülen bu tuhaf ‘Avrupa’ yenilgisinin ardında, toplumlarımıza büyüklük, saygınlık ve zenginlik kazandıran her şeyi yıkmak peşinde olan bu krizin, 1930’lardan beri görülmemiş bir amacı var: liberal demokrasiye ve değerlerine meydan okumak.

Görüldüğü üzere, insanı ve hayatı kendine şartsız, koşulsuz dert edinmiş olan aydın, insanlığın yaratılışından beri gönüllü olarak üstlendiği görevi bir kez daha yerine getiriyor:

İş işten geçmeden insanlığı uyandırmak.

Bu kez başarabilecek mi?

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün