Ben ve kendi yalnızlığım

Köşe Yazısı
4 Eylül 2019 Çarşamba

Her sabah yaptığım gibi, bu sabah da giyindikten sonra boy aynasının karşısına geçtim. İyi. Yine büyümüşüm.

Eskiden olsa sokağa çıkmadan önce mutlaka gazetelere göz atardım, artık bakmıyorum. Yıllardır aynı şeyler, hepsini ezbere biliyorum. Bir tek ölüm ilanlarına bakıyordum, artık sıradan ölümler beni ilgilendirmiyor. Ünlüler gidince nasılsa duyuyorum.

Köşe yazıları deseniz facia! Sırf yazmak olsun diye peş peşe dizilmiş bir yığın sözcük. Adam oradan buradan alıp “kes-yapıştır” yapıyor, uzman kesiliyor! Eskiden kendi yazılarımı okurdum. Ne yazdığımı bilmediğimden değil, sayfa sorumlusunun nerelerde hata yaptığını görmek için. Tırnaklara, noktalama işaretlerime uymuş mu, italiklerimi italik, boldlarımı bold, büyük harflerimi büyük bırakmış mı diye... Okurun yazdıklarımı anlayabilmesi için önemli ayrıntılar bunlar. Hoş, okurun zekâsı da yazdıklarımı anlayacak seviyede değil ya... Her neyse, zaten gazetelere yazmayı bıraktım. Adımın kendini yazar zanneden dangalaklarla aynı platformda çıkmasından oldum olası rahatsızlık duyuyordum, kestim yazmayı.

Yerime başkasını almışlar. Okumuyorum tabii. Ara sıra sağdan soldan duyuyorum, bazen internete girip bakıyorum, o yüzden fikir sahibiyim, yazdıklarının hepsi safsata! Hiç bir zaman referans olarak alınabilecek yazılar değil. Aslında bunlara yazı demek kabahat, değersiz zırvalar... Zaten kendilerini köşe yazarı sanan o güruh da tamamen yeteneksiz, kifayetsiz ve muhteris tiplerden oluşuyor. Harcanan onca kağıda mürekkebe günah!

Ne yazıktır ki zamanında benim yazdıklarım onca yazı kalabalığının arasında unutulup gidiyor. Ama ben hatırlatıyorum. Baktım birisi benim daha önce yazdığım konuda bir şeyler gevelemiş, hemen sıkı bir mail döşeniyorum. “Yazını tesadüfen gördüm, bu konuda ahkâm kesmeden önce aç benim yazımı oku” diyorum. Özellikle tesadüfen diyorum ki sürekli onu okuduğumu sanmasın. Sonra da sallıyorum ona sekiz - on sayfalık İspanyolca yazımı, “Çevir Türkçeye anlarsın” diyorum. Kendi çeviremezse profesyonel çevirmene çevirtsin öyle değil mi ama? Bilgiye ulaşmak ucuz mu?

Ben zamanında kitap da yazdım. Arada bir alır okurum. Zaten hep başucumda durur. Ne kadar güzel yazmışım! Böyle kapsamlı kitap hiç yazılmamıştır. Gerçek bir kaynak kitap. “Alın okuyun ve çalışmalarınızda kaynak olarak gösterin” diyorum. Ama okumuyorlar ki anlasınlar. Zaten isteseler de okuyamazlar çünkü benim kitabım kitapçılarda bulunmuyor.

İstanbul’un nerdeyse bütün kitapçılarını bir bir dolaştım. Hepsine benim kitabımı sordum. Benim ben olduğumu söylemedim tabii. Hepsi benim kitabımın adını kaydettiler, sipariş ediyoruz dediler. Ama yayıncı kötü çıktı. Benim kitabımı hiç dağıtmadı. Oysa parasını peşin vermiştim. Yeni bir kitap yazarsam bu defa kendi ellerimle ben kendim dağıtacağım. O zaman insanlara ulaşacaktır. Biliyorum çünkü benim kitabımı da bütün tanıdıklarıma ben verdim. Hepsi de okuyup çok beğendiklerini söylediler. Bunu beni memnun etmek için söylemediklerini de biliyorum; çünkü benim kitabım iyi bir kitap, hep açıp açıp yeniden okuyorum.

Her neyse, bu sabahı anlatıyordum; sabah sabah kendi görüntümü aynada bir süre seyrettikten sonra karımla vedalaşıp evden çıktım. Tam sokak kapısından çıkacağım, alt kattaki komşumuz karşımda belirmez mi? İyileşecek hastanın doktoru ayağına gelirmiş! Adam köpeğini parka çıkarmış, geri dönüyordu. “Günaydın” dedi gülümseyerek. “Günaydın” diye yanıtladım en soğuk ses tonumla ve gözlerine bakmamaya özen göstererek, çünkü doğrudan kurulacak bir göz teması bazen muhatabımın kendi kendisine anlamsız yorumlar yapmasına, kendisini önemsediğimi sanmasına yol açabiliyor. 

“Ben de sizinle köpeğiniz hakkında konuşmak istiyordum. Ne zamandır rahatsızım, hep söyleyeceğim ama bir türlü kapınızı çalamadım. Malum ben yazarım ve konu komşuyla görüşmeye vaktim olmuyor”

Adam şaşırdı tabii. “Benim köpeğim hiç havlamaz ki, çok sessizdir” deyiverdi kekeleyerek. “Hırlamasını biliyor ama!” diye çıkıştım sertçe.

“Hırlama mı? İki kat yukarı mı geliyor sesi?”

“Hissediyorum! Ben yazarım, duyarlıyım. Köpeğinizin hırladığını hissetmek benim uykularımı kaçırıyor. Doğru dürüst yazı yazamaz oldum. Ya köpeği atın, ya buradan taşının!”

Bütün bunları bir çırpıda nasıl söylediğimi bilmiyorum ama ağzımdan çıktı bir kere. Adam çok sinirlenmiş olmalı ki beni koltuk altlarımdan tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Ağzından köpükler saçıyordu sanki. Boş yere dememişler sahibi köpeğine benzermiş diye!

“Bana bak yazar bozuntusu, bir daha köpeğime laf edecek olursan bu binaya ayak basamayacak kişi sen olursun, zaten bu sitede seni seven bir kişi bulamazsın!” dedi.

O an sokak kapısındaki camın üzerine yansıyan aksimle göz göze geldim. Boyum yine kısalmıştı. Basamakları hızla geri tırmandım. Karım soran gözlerle bana baktı.

“İnsanı büyük gösteren bu boy aynasını hemen kaldıralım, başımı derde sokuyor” dedim ve odama kapanıp kendimi yeniden yalnızlığıma gömdüm.

Not: Yukarıdaki yazı kurgu olup mizah niyetiyle kaleme alınmıştır, gerçek kişilerle kurulabilecek benzerlikler tamamen tesadüf eseridir.

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün