Dedikodu

Avram VENTURA Köşe Yazısı
27 Kasım 2019 Çarşamba

Plutarkhos’ın Gevezeler başlıklı denemesini, türünün en güzel örneklerinden biri olarak gösterebilirim. Her satırından bir ders, her anlattığı öyküden ayrı bir keyif almak olasıdır. Yazının bir yerinde şöyle diyor:

“Söylenmiş hiçbir söz, söylenmemiş söz kadar değerli olmamıştır; çünkü söylenmeyeni zaman içinde söylemek mümkünse de, söyleneni bir daha gizlemek mümkün değildir, çünkü söylenen, az ya da çok bir yerlere ulaşmıştır.”

Gevezelerden söz ederken, onların en çok da söylentilerden, dedikodulardan beslendiklerini unutmayalım.

Gazetede, yakın zamanda okuduğum bir haber ilgimi çekti: Filipinler’deki bir kasabada dedikodu yasaklanmış!

Başkent Manila’nın kuzeyinde yer alan Binolonan kasabasının Belediye Başkanı Ramon Guico’nun, The Guardian gazetesinde yer alan söyleşisinde şu sözler yer almış: “Dedikodunun çok sayıda türü var. Fakat buradaki dedikodu vakalarının çoğu mülk, para ve ilişkiler hakkında. Dedikodu yasağının nedeni bireyler ve burada yaşayanlar olarak söylediğimiz her şeyden sorumlu olduğumuzu hatırlatmaktır.”

Bu yasağa göre, dedikodu yaparken ya da başkaları hakkında yalan hikâyeler yayarken yakalan kişilere ilk olarak 200 peso para ve üç saat çöp toplama, ikinci kez yakalananlara ise 1000 peso para, sekiz saat kamu hizmetinde çalışma cezası verilecekmiş.

Robert Fulford, Anlatının Gücü kitabında, anlatının dünya üzerindeki varlığına dedikoduyla, yani bir kişiden ötekine anlatılan basit öyküler biçiminde başladığını söyler. Edebiyattaki karşılığı olarak da olayları özetlemek, anlamlarını araştırmak şeklinde sürdürdüğünü, kaygı ve korkularımızı anlattığını, ahlaki yargılar ortaya koyduğunu belirtir. Yazar en önemli noktayı da şöyle açıklar: “Dedikodu yaparken, hakkında konuştuğumuz insanlar kadar aslında kendimizi de yargılarız.”

Dedikodunun insanın varlığıyla birlikte ortaya çıktığını söylesek yanılmış olmayız. Bireysel olarak başlayan bu iletişim ağı hakkında çok şey söylenebilir, ancak bu konudaki bir gözlemimi, belki de kaygımı dile getirmek istiyorum:

Son yıllarda kitle iletişim araçlarının ve sosyal ağların, hayatımızın her alanına girmesiyle yalan haberler, söylentiler, saptırmalar gerçeklerin önüne geçmeye başladı. Kendi payıma okuduğum, izlediğim her şeye kuşkuyla yaklaştığımı görüyorum. Bu da beni düşünsel olarak gereğinden çok yoruyor, başkalarına karşı olan güvenimi aşındırıyor, her şeyin doğruluğunu sorgulamaya yöneltiyor. Kısacası her an, her türlü bilgiye ulaşma olanağım varken, bunların gerçekliğinden nedense kuşku duyuyorum. Nitekim farklı kaynaklardan araştırdığımda haklılığım ortaya çıkıyor. Konuştuğum, düşüncelerimi paylaştığım birçok arkadaşımın da benzer kaygıları taşıdıklarını biliyorum.

Sözü çok uzatmadan Shakespeare’in iki dizesiyle noktalayalım:

“Dedikodu bir borazandır,

Kuşkuların, kıskançlıkların, kuruntuların öttürdüğü.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün