İnsan hakları algımızda neredeyiz?

Mois GABAY Köşe Yazısı
11 Aralık 2019 Çarşamba

10 ARALIK İNSAN HAKLARI GÜNÜ VE TÜRKİYE…

“Beyannameye ortak imza koyan devletler, bugün hakların korunması sorumluluklarını yerine getirmekten maalesef çok uzak.”

Bundan tam 71 yıl evvel, II. Dünya Savaşı ve Holokost’un yıkıcılığını gören dünya, bir daha yaşamamak için toplu bir adım atılmasına gerek duyar. Amaç, mağduriyet yaşayan her kimse, inanç, dil, din, cinsel yönelim herhangi bir aidiyet ayrımı gözetmeksizin, herkesin yanında olmak, herkes için çabalamak ve insan olma çatısı altında birleşilebileceğini göstermektir. O günlerde büyük bir istekle atılan imzalar aradan geçen on yıllarda yerini maalesef duyarsızlığa ve evrensel insan hakları ihlallerine bırakacaktır. Ruanda, Srebrenitza’da yaşananlar, nefret suçlarının popülist liderlerin yönettiği ülkelerde gözle görülür artışı ve geçmişle yüzleşememe insan hakları sınavında başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Soykırım kampında işkencenin, insan olamamanın şahidi olacak Jean Amery, ‘Suç ve Kefaretin Ötesinde’ isimli eserinde işkenceye uğramış bireyin bunu hayatı boyunca kendisi ile taşıyacağını ve adalet yerini bulmadıkça düzelemeyeceğini bizlere hatırlatacaktı.

İnsan hakları ihlali dendiğinde aklınıza neler geliyor? Otoriterleşen yönetimler, baskı, ifade özgürlüğüne vurulan darbeler, işkence, kötü muamele, cezasızlık, göç, açlık, kuraklık, yoksulluk, çevre katliamları, çocuğa ve kadına şiddet, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara eşit erişememe, ayrımcılık, nefret suçları... Peki ya bir yandan son yıllarda yaşanan gelişmeler, azınlıkların kendilerini ifade çabaları derken insan haklarında neredeyiz?

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ile MetroPOLL araştırma şirketinin 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre toplumun yüzde 82,3’i temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğini düşünüyor. Buna karşın ‘Bir kişi polis tarafından gözaltına alındıysa suçludur’ diyenlerin oranı yüzde 31,2... Bu sayılar kenarda dursun, geçtiğimiz yıllarda savaştan kaçan 4 milyonu aşkın Suriyeli mülteciyi ülkemize kabul ederek, Türkiye önemli bir insan hakları dersi vermiştir.

Türk Yahudileri olarak isteyerek veya istemeyerek geçmişte birçok hakkımızdan vazgeçtik, kimi zaman da vazgeçirildik. Vatandaş Türkçe Konuş ile başlayan dönemde Judeo Espanyol konuşmaktan, çocuklarımıza kendi kültürlerinde isim vermekten, kamusal alanlarda kimliklerini belli etmelerini sağlayacak her ayrıntıdan yazılı olmasa da feragat ettirildik. Varlık Vergisi o dönem insan gibi eşit bir yaşam hakkımızı yasalarla elimizden aldı. Toplumlarımızın seslerini duyurmaya çalışanlar korkutuldu, kendilerini sansürledi. Hakkımızı aramaya yeltenenler, vicdanlı komşularımız hedef gösterildi. Geriye bize izin verildiği sürece konuşabilen düşük profilli sayıca az bir toplum kaldı. Bugün geçmişe oranla doğruyu bulma yolunda çok daha ümitli, sıkıntılarımızı yetkili makamlara iletebilen bir toplum olarak nefret suçlarına ilişkin ceza beklentimizi sürdürüyoruz. Antisemitizmin sadece Yahudileri ilgilendiren bir sorun değil toplumsal bir hastalık olduğunun bilincindeki ülkeler çoktan bu konuda gerekli adımları attılar. Holokost ise insan olamamanın tarihteki en gerçek örneği olarak gelecek kuşaklara öğretilmeyi ve ders alınmasını gerektiriyor. Dileğim genç, yaşlı, erkek, kadın, inançlı inançsız demeden hepimizin eşit olabileceği bir geleceğin inşa edilmesi olacaktır.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün