Bir başkaydı Erol Güney

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
11 Mart 2020 Çarşamba

Pazar günü, 500. Yıl Vakfı, Türk Musevileri Müzesinin etkinlikleri kapsamında bir belgesel izledik. Yönetmenliğini Sabiha Banu Yalkut’un yaptığı film, ‘Yaşamın Sürüklediği Yerde Erol Güney’in Yaşam Öyküsü’ydü.

Şalom vasıtasıyla Erol Güney’i tanımış olduğumdan farklı bir merak içindeydim. Gazeteci, çevirmen ve yazar Erol Güney, engin bilgisi, maceralı yaşamı, her yaşta genç kalabilen karizmatik kişiliği, farklı aurası ile az rastlanan insanlardandı.

Filmi ilgiyle izledim. Zaman zaman anılar, Güney’in anlattığı kimi olaylar araya girdi.

↔↔↔

Odesa doğumlu yazar, çocuk yaşta ailesiyle birlikte siyasi göçmen olarak Türkiye’ye geldi ve Türk vatandaşlığına geçti. Önce St. Joseph, ardından İÜ Felsefe bölümünden mezun oldu. 1940’lı yıllarda MEB tercüme bürosunda çalışırken çoğu Rusça olan dünya klasiklerini Türkçeye kazandırdı.

1950’lerde yaptığı bir haberin kaynağını açıklamayınca casuslukla suçlandı. Yozgat’taki gözaltı sürecinden sonra sınır dışı edildi. Erol Güney, eskiden beri AFP (Agence France Presse) ile çalıştığı için, Paris’e gitti. Fransa’nın prestijli gazetesi, ‘Le Monde’da gazeteciliğini sürdürdü. Ancak orada da göçmen statüsünden ötürü sıkıntı yaşadı. O dönemde arkadaşı olan Elie Wiesel, “Yahudi olarak başımızı eğmeyeceğimiz bir ülkeye gitmeliyiz” der. Hayatın garip bir cilvesi, Wiesel Amerika’ya, Güney ise İsrail’e gider. ‘Yediot Aharonot’tan aldığı teklif üzerine gazetede siyasi konularda yazmaya başlar. Dönemin Yayın Yönetmeni Dov Judkowski “Erol Güney’in politikayı değerlendirme ve analiz yeteneği, İsrail gazeteciliği için büyük bir şanstır” der. Öngörüleri o denli gerçekçidir ki bir gün İstihbarat Şefi Tümgeneral Yariv Aharon tarafından ofisine çağrılır. Tümgeneral güvenlik birimlerinin Güney’e bilgi sızdırdığını zanneder.

‘Henüz’ yetmiş yaşındayken Güney, Yediot Aharonot’un Washington temsilciliğine atanır. Bu görevindeki başarılarıyla takdir kazanır.

↔↔↔

Erol Güney, Türkiye’den sınır dışı edilişinin tepkisini yıllarca Türkçe konuşmayarak dışa vurdu. Hükümet kendisine otuz beş yıl sonra vize verdi. İlk kez 1990’da ülkeye gelebildi.

Gazetemiz yazarlarından, Liz Behmoaras aracılığıyla Şalom’da yazmaya başlayan Güney uzun süre ‘İsrail Mektubu’ başlıklı köşe yazılarını her hafta, aynı saatte düzenli olarak yolladı.

Zamanla İstanbul’a gelişleri sıklaştı. Bu sırada Haluk Oral ve Şeref Özsoy’un kaleme aldığı ‘Erol Güney’in Ke(n)disi’ adlı biyografi YKY’dan çıktı ve hayli ses getirdi.

↔↔↔

Erol Güney’le ilk kez yıllar önce Nelly Barokas ile gittiğimiz Uluslararası Medya Kongresi vesilesiyle Tel Aviv’de tanıştım. Karşımda oturan akan bir deryaydı sanki. Nelly’le Erol Güney’i hayranlıkla dinlememiz şaşırtıcı değildi. Herkes bilirdi ki, hayatı boyunca, karşı cinsi etkileyen bir kişiliğe sahipti…

Doksan beş yaşındaydı. Rahatsızlığı yazmasını engellemeye başlamıştı. Ölümünden iki ay önce yaptığımız telefon görüşmesinde, “Dünyanın sayılı gazetelerinde yazı yazdım. Ama Şalom’da yazmak benim için bir ayrıcalıktı. Lütfen arkadaşlara iletin” demişti.

↔↔↔

Bu yazı sadece pazar günü izlediğim belgeseli içermiyor. Erol Güney’in vefatında bir konuşma yapan Yediot’un eski yayın yönetmeninin söylediklerinden (bugüne kadar niye o yazıyı sakladım, bilmiyorum) ve ‘Bir Deryaydı Erol Güney’ başlıklı yazımdan (14 Ekim 2009) derledim.

Türkçede Erol Güney, Rusçada Misha, Fransızcada Michel, İbranicede Ar-El’di adı.

Şiirle beslendi, sanatla yoğruldu. Sıra dışı bir yaşam sürdü. Çok sevdi, çok sevildi. Ama hepsinden öte hep genç yaşadı.

Müze yetkililerine de bu belgeseli sundukları için teşekkür ederim. Aynı etkinliği alt yazıyla bir kez daha zevkle izlerim.

Bu vesile ile hepinize Hag Purim Sameah…

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün