Yönetişim

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı Sesli Dinle
15 Nisan 2020 Çarşamba

Görüntülü bir Soli Özel konuşmasından güzel bir yorum kaldı aklımda. Dediği şuydu: İnsanların hangi rejimle yönetildiği değil, o yönetim şeklinin nasıl ele alındığı önemlidir. Örneğin, Çin, baskıcı rejimin bu tür krizlerde daha iyi sonuç verdiğini savunacaktır. Almanya ise tam açıklık ve bilinçle, örnek davranışların desteklenmesi ile pandemiyi kontrol ettiğini savunacaktır. Bu iki örnek, doğru uygulamalar sonucu başarılı olduğu için, bir rejimi diğeri ile karşılaştırmaktan çok ‘yönetişim’ anlayışlarının doğruluğu açısından eş başarılı sayılır.

O zaman bu yeni bir kavram olarak lügatimizi girmeli: Yönetişim. Bu kavramı gündeme giren bir etik ikilem için kullanacağım: Hastalıklara çare arayan araştırmacıların denek seçimi. Şöyle ki, bilimin ilerlemesi için klinik deneyler yapılması kaçınılmaz. Hayvan severler buna haklı olarak isyan etse de ilk deneyleri her zaman önce hayvanlar üzerinde yapılıyor. Tamam, tıp ilerlesin diye deneyler yapılacak. Psikoloji bile hayvan deneyleri sayesinde belirli aşamalar kaydediyor. Örneğin maymun yavrularında deneyler yaparak sevginin ve şefkatin gerekliliği ölçülmüş zamanında. (Harry Harlow) Telden yapılma bir anne figürünün sadece yemek attığı yavrular kısa zamanda büzük ve tepkisiz hale gelmiş. Bilime katkısı derin olsa da minik yavrular ölüme terk edilmiş… Hür irade ile katılmadıkları bir deneyden zarar görerek çıktılar. Aynı şekilde Dr. Mengele, Auschwitz’de 1500 çift ikiz çocuk üzerinde çeşitli deneyler yaptı. Ayrı barakalara yerleştirip birini denek, diğerini kontrol olarak tuttu. Sonuçta denek ölünce kontrol da getirilip aynı anda öldürüldü. Bu şekilde deneylere tabi tutulan ikizlerden sadece 200 çift hayatta kaldı. Naziler bilimin ‘ilerlemesi’ için deneyler yapmış olabilir. Ancak esir tuttuğu bireylerin rızasını almadan yaptıkları bu deneylerle tıbbi işkenceye hazin örnekler oluşturdular.

O zaman bu konuya biraz daha yakından bakalım. Tıbbın ilerlemesi için deneyler elzem ise burada yine yönetişim devreye girmeli. Kendi hür iradesi ile tıptan yardım ummak amacı ile deneylere katılanlarda hiçbir sorun yok. Ancak hapishanelerde tutuklu bulunan kişiler üzerinde deneyler yapılmasına toplum tarafından bakış açısı faşist veya liberal olarak ikiye ayrılıyor. Burada da yönetişim devreye giriyor. İlk seçenek: Tutuklulara deneye katılması gerektiğini, katılmazsa daha ağır tecrit, şiddet ve cezalar uygulanacağı söyleniyor. İkinci seçenek: Tutukluya deneye katılması sonucu kendi istekleri doğrultusunda yaşam koşullarında iyileştirme öneriliyor. Tabii ki bu deneye katılmaları için ‘manipüle’ edildikleri bir gerçek. Ve tıbbi deneyin sonucuna katkısı düşünülecek olursa, tutuklulara yapılan teklifler hâlâ suiistimal kapsamına giriyor. En azından ikinci seçeneğin daha asil bir yönetişim olduğunu düşünüyorum.

Kısaca demek istediğim şu: Biz vergi veren ‘ahlak abideleri’, hapishanedekilerin ekmek elden su gölden yaşadığını düşünürsek ve deneylerin onların üzerinde yapılmasını reva gören faşist bir yaklaşım içine girersek, Mengele deneylerini kabul eden anlayışa yaklaşmış oluruz. Bilimin ilerlemesi için deneyler yapılacaksa bile deneklere bunun kabul edilebilir bir risk-çıkar oranı ile sunulması gerektiğini düşünüyorum. Tutuklu olmak bir tesadüftür hayatta, bizim oyuncağımız olmayı gerektirmez.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün