“Nefes alamıyorum!”

Mois GABAY Köşe Yazısı
3 Haziran 2020 Çarşamba

Nefret yükselişteyken biz neredeyiz? 

Amerika Birleşik Devletleri’nde son yıllarda yükselişe geçen ırk temelli ayrımcılık ve polis şiddeti geçtiğimiz hafta polisin George Floyd isimli siyahi genci boğarak öldürmesi sonucu doruk noktasına ulaştı. 17 Temmuz 2014'te de polisler, kaçak sigara sattığı iddiasıyla gözaltına almak istedikleri Eric Garner’ı benzer bir şekilde öldürmüştü. Polislerin üzerine çullandığı ve boğazını sıktığı Garner’ın son sözleri de tıpkı Floyd gibi “Nefes alamıyorum” olmuştu. Amerika Başkanı Trump, her ne kadar resmî açıklamalarda ırkçılığı, nefreti kınamanın önemini belirtip, gerekli yükümlülükleri yerine getiriyor gibi görünse de son yıllarda gerek göçmen Amerikalılar için sarf ettiği sözler gerekse de yabancı düşmanlığını körükleyen davranışları hâlihazırda artan tansiyonun, Floyd cinayeti sonrasında olayların gittikçe tırmanmasına neden oldu. Uluslararası Af Örgütü öldürücü güç kullanımının sınırlandırılmasını öngören PEACE Yasasını çıkarmak için gerekli çalışmaların yapılması amacıyla çağrıda bulunurken, olaylar farklı eyaletlerde yer yer polisin yoğun müdahalesi ile ancak kontrol altına alınabildi. Bugünlerde eminim Amerika’da yaşayan her siyahi Tezer Özlü’nün sözlerinin duygusunu hissediyordur. “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Uluslararası Af Örgütü ABD Şubesi Ceza Adalet Programları Kıdemli Sorumlusu Kristina Roth’un da söylediği gibi; “Hiç kimse her gün bir polis memurunun hayatına son verip vermeyeceğinden emin olmadığı bir güne uyanmamalı!”

1870’lerden günümüze halen Klu Klux Klan gibi ırkçı, yabancı düşmanı, antisemit bir örgütün hâlihazırda var olabildiği, hatta Trump’ın seçiminden mutluluk duyduklarını açıkça ellerindeki Nazi paçavraları ile belirttiği bir Amerika’dan demokrasi adına çok mu şey bekliyoruz? 2017 yılında ellerinde Nazi bayrakları, svastika sembolleri ile gösteri yapan ve Adolf Hitler’in sözlerinden alıntılar kullanan eylemcilerin Charlottesville’deki yürüyüşünü unuttuk mu? Peki, bu olay sonrası gerekli adımlar atıldı mı? Amerika’da İftira ve İnkârla Mücadele Derneğinin (ADL) kuruluşunda da 1915 yılında cereyan eden bir antisemit cinayet rol oynamıştı. Atlanta'da bir kalem fabrikasının müdürü, Yahudi toplumundan Leo Frank, fabrikada çalışan 13 yaşındaki Mary Phagan adlı işçi kıza tecavüz ve öldürmek suçlamasıyla haksız yere yalan delillerle tutuklanıp, cezası, müebbet hapse çevrilince, hapisten kaçırılıp kendilerine Mary Phagan Şövalyeleri adını veren, içlerinde senatörün oğlu, eski vali, çeşitli avukatlar ve savcının da bulunduğu bir grup tarafından linç edilecektir. Linçi gerçekleştiren ekipten bir kısmı sonraları Ku Klux Klan’ın yeniden canlandırılması için çalışacaktır. Leo Frank Cinayeti 100 yıldan fazla süredir Amerika’da nelerin değişemediğini göstermesi açısından önümüzde capcanlı bir örnek olarak durmakta…    

Amerika’da yaşananlar, Gezi’nin yedinci yılında bana şiddetin farklı örneklerini hatırlattı. Davası hâlihazırda devam eden, Gezi sırasında gaz fişeğiyle hayatı sonlanan Berkin Elvan, 2008 yılında komşumuz Yunanistan’da polis kurşunu ile hayatını kaybeden Alexis Grigoropoulos yakın tarihten acı hatıralar olarak zihinlerimizde tazeliğini koruyor. Toplumsal çalkantıların arttığı buhran dönemleri geçmişte nefret suçlarının da artışa geçtiği zamanlar olarak kayda geçmiştir. Nitekim korona sürecinin başladığı dönemde İngiltere’de virüsün suçlusu olarak Müslümanlar hedef alınırken, ülkemizde de mayıs başında Dzınunt Surp Asdvadzadzni Ermeni Kilisesinin dış kapısını yakmaya çalışan saldırgan ifadesinde “Korona virüsünü bunlar başımıza bela ettiği için yaktım!” ifadesini kullanmıştı. Geçtiğimiz hafta da Kuzguncuk Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesinin dış kapısındaki haç, oradan geçmekte olan bir şahıs tarafından kapıya tırmanmak suretiyle sökülüp yere atılmıştı. Yakalanan saldırgan her ne kadar olayın münferit, Hristiyanlara yönelik bir saldırı olmadığını ifade etse de günümüzde Kuzguncuk’ta sayı olarak azalmış Ermeni toplumu nezdinde olayın yarattığı travmayı tahmin etmemiz güç olmayacaktır. Olay sonrasında saldırgan yakalandı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen de kiliseye ziyarette bulundu. Nitekim yine geçtiğimiz hafta 27-28 Mayıs tarihlerinde Hrant Dink Vakfının e-posta adresine "Bir gece ansızın geleceğiz, orayı başınıza yıkacağız" şeklinde tehdit içerikli bir e-posta gönderildi. Her iki olay sonrasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Kuzguncuk'ta kilisenin haçını kıran provokatör 24 saatte, Hrant Dink Vakfına tehdit maili atan provokatör hemen yakalandı. Provokasyona izin vermeyiz! Türk Polisine güvenin” açıklaması yetkililerin konuya gerekli ehemmiyeti verdiğinin göstergesiydi. Dileriz ki, bu tip vakalar münferit olaylar şeklinde görülmeyip, her türlü nefret suçu ve ırkçı saldırı İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun sözlerinde belirttiği gibi Hepimize yapılmıştır olarak adli makamlarca yorumlanıp gerekli cezai yaptırımlar uygulansın. Geçmişin acı hatıralarından alınan derslerle ‘nefes alabileceğimiz’ bir dünyada yaşayabilmek temennisiyle…  

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün