Alınyazısı

Avram VENTURA Köşe Yazısı
17 Haziran 2020 Çarşamba

İnançlar kadar, onların birbirlerine olan etkileri ve gelenekleri ilgimi çeker, bu konuda yayımlanmış kitapları da elime geçtikçe okurum. Ancak ne kimsesinin inancını sorgulamayı düşünürüm ne de onun hakkında bir yorum yapmayı. Tanrı’ya olan yaklaşımımız, kendi bireysel seçimimizdir; kuşkusuz ondan beklentilerimiz de… Kimimiz bunu aklımız ve sağduyumuzla yaparken, kimimiz de inançlarımızın birer uygulayıcısı olarak geleneklerimizi sürdürürüz. Öncelikle herkesin düşüncesinde olduğu kadar, başkalarının sınırlarını aşmadıkları sürece, hayat anlayışlarında da özgür olmaları gerektiğini söylemek isterim; yazgıya tümüyle inananların da, gerçek arayışında olanların da… Yalnızca bilimin ışığıyla aydınlananların da, hayat boyu her şeyi Tanrı’dan bekleyenlerin de…

Yazgıcılar diyebileceğimiz alınyazısına inananlar, yaşadıkları her tür olay ve yaptıkları tüm eylemlerin, sonuçlarıyla birlikte önceden belirlenmiş olduğunu düşünürler. Bu yüzden hayatlarının her alanında, Tanrı’dan bir beklenti içinde oldukları kadar, olumlu ya da olumsuz her şeyin sonucunu ondan bilirler.

Bu konuyu düşünürken bir süre önce okuduğum Hasidik bir öyküyü anımsadım: 

Polonya’nın ıssız bir köyünde küçük bir sinagog varmış. Gecenin birinde, o köyün hahamı unuttuğu bir eşyasını almak üzere, geç bir saatte sinagoga gitmiş. İşini bitirip çıkarken, kuytu bir köşede Tanrı’nın oturduğunu görmüş. Haham yaşadığı o heyecanla dizlerinin üstüne çökmüş ve ona orada ne yaptığını sormuş. Tanrı bir süre hahama bakmış, sonra da “Yorgunum haham, ölesiye yorgunum” demiş.

O denli insansal niteliklerle inandığımız Tanrı’nın, yorgunluğunu da göz ardı etmemek gerekir. Öyle ki bütün insanların eylemlerinden doğan sorumluluğu Tanrı yükleniyor ise, yorgunluk sözcüğü gerçekten de çok yetersiz kalır. Dünyamızın sürekli artan nüfusu içinde her bireyin sorunlarına çözüm bulmak, onların sonuçlarını üstlenmek, öyle kolay olmasa gerek! Yeryüzünde daha insanlar yokken, Tanrı hiç değilse altı gün çalıştıktan sonra, bir gün dinlenme fırsatını bulabilmiş. Şimdi dünyanın bu bitmeyen karmaşası içinde, o bir günü bile bulmanın ne denli güç olduğunu düşünüyorum!

Öyküler her zaman bir gerçeği yansıtmasa da, iletileri aklımıza ya da sezgilerimize seslenebiliyor. Kutsal kitaplarda geçen öykülerde, söylencelerde olduğu gibi… Onları ister tarihsel birer gerçek olarak kabul edersiniz, ister gerçeği en yalın şekilde anlatmanın birer yolu. Önemli olan, akıl ve bilgide en yetersiz bir insanın bile anlamasını ve inanmasını sağlamaktır. Bir öğreti, ancak bu şekilde amacına ulaşmış olur. Nitekim kıssadan hisse diye nitelendirdiğimiz bilgece öykülerin, özellikle tek tanrılı inançların doğduğu Ortadoğu coğrafyasında daha çok anlatılması bir rastlantı değildir. 

Sözümüzün başına dönecek olursak:

İslam disiplini içinde yer alan ‘tevekkül’ sözcüğü, ‘alınyazısı’ kavramına açıklık getirmektedir. Bu kavram, olan veya olacak olan her şeyi Allah’tan beklemek şeklinde açıklanabilir. 

Bu inanç doğrultusunda sorumluluğu yüce bir varlıkla paylaşarak huzurlu, mutlu olabiliriz; ancak bir koşulda: Bilimin ışığına hiçbir zaman arkamızı dönmeyerek!

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün