Nostalji acılara ilaç mı?

´Hayat nasıldır biliyor musunuz? Üçte biri güzel geçen zamanlar, Geri kalanı da o güzel zamanların Hatırlanmasıdır.´ Mark Twain

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum
31 Mart 2021 Çarşamba

Kendime inanamıyordum. Seyretmediğim bir TV kanalında, arabesk şarkılarla süslü yeni bir programın geçtiğimiz günlerdeki yayınında, sanatçıların söylediği şarkıyı duyduğumda kendimi bir boşlukta hissedecek, Batı müziğine keskin dönüşümümden önce, babamın sürekli dinlediği ‘alaturka’ türünün en bilinen şarkılarını nasıl da coşkuyla söylediğimi birdenbire hatırlayacaktım.

Yıldızların Altında şarkısını arabesk şarkıcıyla birlikte coşkulu bir duygu seli eşliğinde söylerken bulacaktım kendimi. Ve birden o çocukluk yıllarıma geri dönecek, masumiyetin henüz kaybolmadığı günleri ne kadar da özlediğimi duyumsayacaktım.

Anneannemin Caddebostan’daki yazlık müştemilatında geçirdiğim kimi gecelerde bahçede otururken ağaçlardan gelen nane kokularının bu yaşımda bile beni ayrıksı anılara götürdüğünü hatırlayacak, o gecelerde duyduğum tren düdük sesini bugün her duyduğumda belleğimin beni, artık o ulaşılamaz zamana hüzünle karışık nasıl da geri götürdüğünü fark edecektim.

Televizyonun halen evlere girmediği yıllarda Kurtuluş Caddesi’ndeki bir apartmanın giriş dairesindeki evimizin salonunun penceresinden bakarak kardeşlerimle oynadığım, tuttuğumuz araba markasının önümüzden hangisinin daha fazla geçeceği ile ilgili, bugünle karşılaştırdığımızda iyice ilkel ve anlamsız gelebilecek safiyane düşünceli oyunları düşleyecektim birden. Bir de annem-babam ve amcamlarımın, cumartesi akşamlarının en önemli eğlencelerinden biri olan Konak Sinemasına kombine biletlerle gittiklerini, bazen de yaşım tutmamasına rağmen beni de götürdüklerini heyecan ve buruklukla anımsayacaktım. Ve daha nice mutlu çocukluk anıları düşecekti zihnimin orta yerine…

Bir televizyon programındaki şarkı beni nerelere sürükleyecek, geçmişe özlem duygularımı tekrar kabartacaktı.

Nostalji adını vereceklerdi bilim insanları bu tür duygusal anlara. Sanki hepimiz evlerimizden sürgüne yollanmış ve o sıcak, korunaklı barınaklarımıza geri dönmeyi arzularcasına belleğimiz bizi yönlendiriyor olacaktı.

Nostalji, Yunancada ‘nostos-geri dönmek’ ve ‘algos-acı’ sözlerinin birleşiminden oluşuyordu. Diğer bir deyişle geçmişe özlemin kaynağında hep bir hüzün, hep bir ıskalanmışlık veya günümüzde yaşadığımız kaotik ve kötücül zamanlardan kaçma hissiyatı rol oynayacaktı belki de.

Aslında nostalji, kötü anıları filtreden geçirmeyerek geçmişin hep güzel anlarını anımsatan bir duygu yoğun zihin egzersiziydi, son tahlilde.

Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi romanında, kaybettiği sevgilisini, zaman içinde ondan aldığı eşyalarını biriktirme suretiyle onunla olan geçmişini özlemle anan bir başrol karakterine sahipti. O eşyalar, sevgilisini düşündürten, bir anlamda zihninde o güzel birliktelik anlarını tekrar tekrar yaşatan nostaljinin araçları olacaktı.

Marcel Proust’un nostalji duygusunda ise, geçmişe ait objeler yerini bir bisküvi kokusuna bırakacak, çayına bandırdığında bisküvinin yaydığı koku onu çocukluğuna geri döndürecek ve bu koku sayesinde geçmişini tekrar kurgulayarak bugünkü yaşamına anlam katmaya çabalayacaktı, ‘Yitik Zamanın İzinde’ adlı devasa uzunluktaki eserinde. Bu koku ona annesinin her gece verdiği ‘iyi geceler öpücüğünü’ anımsatacaktı her seferinde.

***

Geçmişin mutlu anılarını hatırlatan bir ağ kurmuş olan belleğimiz neden bizi sürgüne yollatan geçmişimize geri götürmek istiyor?

Bu geri dönüş hissiyatı, sadece geçmişin masum ve nahif anılarını hatırlamak amaçlı olarak da açıklanabilse de, meseleyi bir adım ileri götürerek, geleceği ilgilendiren bir bilişsel uygulama olarak da görülebilir pekâlâ.

Geçmişe yolculuk hissiyatının altında yatan yoksa geçmişin belirsizliğe sahip olmaması, geçmişin geleceğinin biliniyor olmasından mı ileri gelmekte?

Oscar Wilde’ın sözleriyle, “Geçmişin bize güzel görünmesi, onun geçip gitmiş olmasından” mıdır yoksa?

Oysaki, bugünkü yaşantımızın geleceğinin tamamen belirsiz ve giderek insanı endişe ve korkulara gark edecek denli kaotik olduğunu ileri sürmek pek de mümkün.

Günümüzün siyaha dönüşmekte olan gri ortamı ve bundan hareketle gelecek endişesi zihnimizi her an zehirlemekte belki de.

Her daim evlerin içine giren, sinirli siyasetçilerin öfkeli sesleri, bizim ve çocuklarımızın geleceğini zora sokacak, ulusal ve evrensel düzeydeki ekonomik sıkıntılar ve günümüzde yaşadığımız ve nereye evrileceği hiç de belli olmayan pandemi kabusu, bizi,  kaybettiğimizi düşündüğümüz geçmişimize her geçen gün daha da fazla götürmekte.

 İnstagram’daki ‘tbt’ paylaşımlarının giderek daha da yakın geçmişe gönderme yapması, zamanın ruhunun gençleri bile her geçen gün daha da umutsuzluğa ittiğini gösteriyor adeta.

Sokakta, masumiyetini henüz kaybetmemiş çocuk kuşağının dışında artık gençlerin bile gelecek endişesi yüzünden mutsuz olduklarını, orta yaş ve yaşlıların tedirginlikle ve öfkeyle hayata devam ettiklerini gözlemlemek hiç de zor değil. Mutsuz insan kümeleri her an, her yerde artık…

Nostaljiye dayanmamızın belki de daha derin, köklü ve kadim bir hissiyat olan ölüm korkusuyla bir bağlantısı olabilir pekâlâ da. Ölümden korktukça geçmişin güvenli limanlarına sığınmayı bir kurtuluş olarak görüyoruz beyhude bir bellek çalışması olarak.

***

Bir bisküvi veya bir nane kokusuyla veya geçmişte kalmış ve artık unutulmaya yüz tutmuş bir kült şarkıyı dinleyince veya minyatür Mercedes oyuncak aracı görünce, filtrelenmiş geçmişimize sığınmak,  sıkıntı, endişe ve korkularımızı placebo ile iyileştirmeye benzemekte.

Oysa aslolan bugündür ve hatta gelecektir.

Eğer öyle veya böyle bir gün mutlaka ‘yenileceğimiz’den korkuyorsak en doğrusu, bu gerçekle yüzleşmek olmalı.

Zira ne yanımızda, ne önümüzde geçmişin güvenli limanları var artık.

Bisikletimizin pedalını çevirmeyi durdurduğumuz an, düşmekten kaçınmak mümkün olmayacak.

Geride kalmış hayat anlarına, bizi bugüne getirdiği için değer vereceğiz sadece.

Yaşadığımız hayata, geleceğimize ve ölüme bir anlam kattığımız gün nostaljinin aldatıcı ilacına ihtiyacımız kalmayacak.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün