Aşı karşıtları hayatımızı tehlikeye atıyor

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
28 Nisan 2021 Çarşamba

Dr. Jonas Edward Salk, 20. yüzyılın başında Rusya’da Yahudilere karşı işlenen pogromlardan kaçmayı başarmış ve New York’a yerleşmiş Aşkenaz anne-babasının desteğiyle aynı şehirde tıp ve biyoloji eğitimi görecek ve hayatını virüslerden kaynaklanan hastalıklara ve bunların iyileştirilmesi çalışmalarına adayacaktı.

Salk, 1947 yılında bakteriyoloji profesörü olacak, o yıllarda yeni yeni görünen ve bulaşma hızı artış gösteren polio virüsünün yol açtığı, genelde bacaklarda kas güçlülüğüne ve giderek kısmi felce neden olan çocuk felci denilen hastalığa odaklanacaktı. Doktorumuz hastalığı geçiren çocukları gördüğünde hem bir baba, hem de bir bilim insanı olarak hastalığın önlenmesi için kolları sıvayacaktı.

1947 yılında başladığı araştırmalarında hastalığa neden olan üç ayrı polio virüsünü saptamayı başaran Salk, hastalığa darbe vuracak aşının bulunması için 1954 yılına kadar aralıksız çalışacaktı. 1952 yılında ise ABD korkunç bir polio pandemisine maruz kalacak, 58 bine yakın bebek ve çocuk bu hastalığa yakalanacaktı.

İlginçtir, polionun yayılmasının ana nedeni dünyada hijyen koşullarının geçmiş çağlara göre çok daha iyileşmiş olması gösterilecekti. Eski çağlarda da var olan bu virüs karşısında insanlığın doğal bağışıklık kazanması ile hastalık sona ermiş ama kuşaklar boyu gittikçe daha temiz suların kullanılması sonucunda bağışıklık sistemi bu virüsü tanıyamayacak bir evreye girecek ve çocuk felci tekrar nüksedecekti.

Jonas Salk 1954 yılında formaldehit ile öldürdüğü virüsle formüle ettiği gerekli aşıyı bulduğunu ilan edecek, aşıyı ilk kez eşine ve üç çocuğuna uygulayarak dünyanın güvenini kazanacaktı.

Aşıyı test edenlerin vücutlarının antikor üretmesinin kanıtlanmasıyla aşı 1955 yılında sağlık yetkilileri tarafından onaylanacak ve çocuk felci aşısı bir yıl içinde tam 1,8 milyon çocuğa uygulanacaktı. Salk bu buluşu sayesinde ülke çapında ünlenecek ve izleri ömür boyu vücutta kalan bu hastalığa kesin çözüm bulunduğu ilan edilecekti.

1957 yılında ise,  çocuk felci hastalığının yüzde 90 oranında azalmış olması aşının etkinliğini kanıtlayacaktı.

Patent bedelini almayı reddeden Salk, tam 7 milyar dolarlık bir geliri elinin tersiyle iterken, “Bu aşı insanlığa aittir, patenti yoktur. Güneşin patentini alabilir misiniz?” diyecekti.

Jonas sonraki yıllarda kendi adına kurduğu biyoloji enstitüsünde araştırmalarını kanser ve multiple sclerosis hastalıkları alanında yaptı. Vefat ettiği 1995 yılına kadar elde ettiği bulgular bu iki hastalığın da tedavisinde büyük yollar açtı.

Çocuk felci hastalığı, Salk’ın aşısı ve daha sonra da bulunan, yarı ölü virüslerden yapılan yeni aşılar sayesinde 1994 yılında Batı dünyasında bitmiş oldu. Bugün tüm dünyada bu hastalık için aşılanmalar devam ederken, polio virüsü sadece Afganistan ve Pakistan’da görülüyor ama yoğun aşı programlarıyla bu ülkelerden de yakında yok olacağı öngörülüyor.

***

Çocuk felci gibi, bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran ve insanlığın sona ermesine neden olabilecek ve virüslerle yayılan birçok hastalıktan bugün sadece aşı ile yüzde yüze yakın bir etkinlikle kurtulabiliyor dünya.

Verem, kızamık, tetanos, menenjit, Hepatit B ve boğmaca hastalıklarından bugün, Jonas Sark gibi hayatını bilime ve insanlığa adamış kahraman doktorların buldukları aşılar sayesinde korunmak mümkün artık.

20. yüzyılda aşıları geliştirmek çok uzun süreleri içerirdi. Lakin tıp teknikleri ve teknolojisi çok geliştiği için bu süre kısaldı ve nitekim bugün, COVİD’e karşı birçok aşı çok kısa sürede uygulanır hale geldi.

İsrail, ABD ve İngiltere’nin bugün itibariyle vaka ve ölüm sayılarında en başarılı ülkeler arasında olmalarının yegâne nedeni, alınan tedbirlerden daha çok toplumun önemli bir kesiminin aşılanmasını gerçekleştirmiş olmaları. Sayılar yalan söylemez. Aşılama sayıları arttıkça vakalarda ve vefat sayılarında düşüş göze çarpıyor. O halde aşı yine tek kurtarıcımız olmuş durumda.

Lakin ne görüyoruz? Dünyada ve maalesef Türkiye’de azımsanmayacak sayıda vatandaş bilumum komplo teorilerine ve yalan bilgilere dayanarak aşı karşıtlığına girişmiş durumda.

ABD’deki aşı karşıtı kimileri, “Bana bir şey olmaz, ben her Pazar kiliseye gidip dua ediyorum” derken, bizim kimi vatandaş da aşının içinde kadınlarımızı kısırlaştıran kimyasal olduğunu iddia ederek aşıya karşı çıkıyorlar. Başka bir sürü absürt gerekçeleri öne sürenler de bir hayli fazla.

Oysaki aşı, bireysel özgürlük zemininde değerlendirilemeyecek kadar toplumsal sağlığın bileşenlerinden en önde gideni oldu, dün, bugün ve pek muhtemelen yarın da öyle olacak.

En basit şekliyle açıklayalım: Aşı sadece bireyin değil toplumun sağlığı içindir. Ne kadar çok kişi aşı olursa o kadar çok kitlesel bağışıklık sağlanacak. Aşı olmayanların sayısı artarsa toplum bağışıklığı azalacak ve salgın devam edecek… Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı.

Yaklaşık 14-15 aydır hayatlarımızı tamamen değiştiren ve dünya genelinde bugüne kadar 3,1 milyon kişinin ölümüne neden olan COVID pandemisinin bitmesi ve karanlık tünelin ucunun gözükmesi için ülkelerin toplam nüfuslarının yüzde 70 ila 75 arası aşılanması gerekiyor.

Bize kurtuluşu, sadece ve sadece bilim ve onun yarattığı aşı bağışlayacak. Başka hiçbir güç veya gerçeklik değil.

Bunu kabul etmeyenler sadece kendilerine değil, toplum katında da ölümcül zararlar verecek.

Bu gerçeği, ısrarla başta eğitimli cahiller olmak üzere hurafe ve komplo teorilerine inananlara bıkmadan usanmadan anlatmak lazım.

Bireyin sağlığı ve kurtuluşu öteki’den geçiyor zira.

Hele hele, kelle paça yiyerek hiç değil.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün