2020 yılının son günlerini, kulağımızda bir kadın cinayetini aklınca hafifletmek isteyen bir kitlenin “eski sevgilisi olduğu söylenen” tipindeki ithamları ile karanlık bir şekilde kapatırken; 2021’in ilk günlerine de canım ülkemde hiç görmek istemediğimiz manzaralarla girdik. Ailemden hatırı sayılı kişinin mezunu olduğu, Güney Kampüsünden müthiş Boğaz manzarasına bakarak “İnşallah ilerde çocuklarım da burada okur” dediğim, gururumuz Boğaziçi Üniversitesi hiç arzu etmediğimiz sahnelere tanık oldu. Polisin kelepçeyle üniversite kapısını kilitlediği kareler hafızalarımıza kazınırken, tutuklanan öğrencilerin haykırışları üniversitelerimizde yaşanan ibret verici durumu ve toplumsal ahlak sorunumuzu bir kez daha hatırlattı. Nitekim Milli Piyango yılbaşı çekilişi sonrası büyük ikramiyenin bir çeyrek bilete çıkması ve kalan kısmın Varlık Fonu’na aktarılması, bu çerçevede ikramiyenin SMA hastaları için yürütülen kampanyada kullanılmasının kabul görmemesi de sosyal mecralarda “güvensizlik” dolu mesajlara sebep oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir ay boyunca ‘Yahudi Tarihi ve Kültürü Eğitimi’ düzenlediğimiz bir atölyede derslerime katılan misafirlerden, ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Yahudileri Tarihi’ dersi bitiminde bugünkü duruma ilişkin bazı sorular aldım. Gözlemlediğim konulardan biri 1927 yılında işlenmiş ancak pek de konuşulmayan ‘Hem bir kadın, hem de bir Yahudi’ cinayeti olan Elza Niyego Vakası’ndan kimsenin pek haberdar olmadığı idi. Hicaz Valisi Ratıp Paşa’nın oğlu ve Abdülhamit’in eski emir subayı Osman Ratıp, Elza Niyego adındaki 22 yaşındaki genç kadını 17 Ağustos 1927 tarihinde Bankalar Caddesinde bıçaklayarak öldürmüş, ardından cenazeye katılan Türk Yahudi toplumu bireyleri “Adalet istiyoruz!” deyince cenaze günü tutuklamalarla sona ermişti. Bu olay Cumhuriyet’in ilk 30 yılında azınlıklara yönelik yaşanacak birçok hadisenin de ilk göstergesiydi. Maalesef aradan geçen neredeyse bir asırlık sürede suçun gerekli cezayı bulamaması halen devam etmekte. Misafirlerimizden birinin “Yahudi dostlarımız genelde ortalamanın üzerinde bir hayat sürmekteler, neden geçtiğimiz yıllarda nüfusları bu kadar azaldı?” sorusunu yönelttiğinde kendisine mevcut gündemi aktarmam gerekti. İyi Parti Maltepe Teşkilatı’nın Mart 2020’deki önerisi sonrası geçtiğimiz kasım ayında ‘hayatının büyük bir bölümünü Maltepe Köyiçi bölgesinde geçirmesi’ gerekçesi ile antisemitizmi ve ırkçılığı ile ünlü yazar Nihal Atsız’ın adının bir parka verilmesi ana akım medyada çok yer bulmasa da Türk Yahudileri için “Komşularımıza demek ki hiçbir şey anlatamamışız!?” dediğimiz günlerden biriydi. Atsız’ın Nazilerle fikir kardeşliğini gösteren onlarca beyanatlarından sadece biri bile ne demek istediğimizi anlatmaya yeterli olacaktır. “Aynı günde doğan bir Türk çocuğu ile bir Yahudi çocuğunu aynı terbiye müessesine alıp ikisine de yalnız esperanto dili öğretseler ve aynı şartlar altında aynı terbiyeyi verseler bile muhakkak ki Türk çocuğu yine yiğit, Yahudi yine korkak olacaktır. Türk çocuğu yine doğru, Yahudi yine sahtekâr yetişecektir.” (Orkun Dergisi, Sayı: 9, 16 Temmuz 1934). Binalara yatırım yaparken, insana yatırımın geri planda kaldığı, algoritmalara hapsedilen yaşamlarda tekdüzeliğin prim yaptığı bir düzende yanı başımızda neler yaşandığını göremiyor, tepkilerimizde de aynı sıradanlığı yaşıyoruz.
Yeni yıla girebilmemizin, önümüze bakabilmemizin özünde geçmişimizle, iyi ve kötüsüyle yüzleşebilmek yatıyor. Şüpheli kadın cinayetlerinin hepimizi tedirgin ettiği, eşitsizliğin her kademede hissedildiği bir ortamda yarın, öbür gün aşılarımızı olarak sokağa çıkabilsek bile gerçek anlamda “normalleşebilecek miyiz?” Zamanın ve sevdiklerimizin tekrardan değerini öğrenirken, eğitim sisteminden sağlığa günlük yaşantımıza kadar kalıcı değişiklikler yaşanırken, toplum olarak da bir değişikliği hak etmiyor muyuz? Farklılıklarımızla bir arada yaşayabilmeyi öğrenebilmek, birbirimizin hayatlarına saygı gösterebilmek için halen geç değil. Yeter ki normalleşebilelim…