Yeni yılın ilk günleri. Yılbaşı hareketliliği yerini sakinliğe bıraktı. Hava 1-2 derece seyrediyor ve raporlar yağmurla karışık kar yağışını öngörüyor. Bulutların alçakta veya yüksekte durmasına göre günler ya hafif karanlık ya da daha hissedilir bir karanlıkta geçiyor. Usulca güneşin doğuş ve batış saatlerini izlesem de, günlerin fark edilir derecede uzamasına daha zaman var. COVID-19'a karşı ne zaman aşılanacağımızı kolluyoruz; birincil gündemimiz şu sıra bu.
Önümüzdeki baharla birlikte İsveç’teki hayatımın üç yılı geride kalacak. Geçen günleri gözlemliyorum ve bir şeyler öğreniyorum. Yaşamın yavaş aktığı bu ülkede dışımdaki ve içimdeki dengelerin yerini bulması benim kişisel irademi gerektiren bir süreç. Bu doğrultuda beklentilerimi şekillendirmeyi ve hangi doğrultuda ilerlemem gerektiğini daha iyi görebiliyorum. Bazen bir heykeltıraşa öykünürcesine geçmişten gelen kimi algıları ve düşünce tarzımı değiştirme çabasındayım.
İsveç, bireyselliğin diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha öne çıktığı ve yüksek yaşam standartlarıyla anılan bir ülke. İsveç’in dışarıdan görünen imajı ve içinde yaşarkenki durum sıkça tartıştığımız konulardan. Bunun dikkat çekici örnekleri arasında nakidin ekonomide son derece düşük bir seviyede kullanılması, vergi oranının yüksekliği ve insan emeğinin değerinin olması var. Hal böyle olunca kuafördeki fiyat listesinden araba tamirine, avukatlık danışmanlığından dişçi ücretlerine çarpıcı, hatta neredeyse can yakan tutarlar ve giderler ortaya çıkabiliyor. Bunun sonucunda İsveç vatandaşı hayat bilgisi konusunda kendini geliştiriyor.
İsveçliler ve İsveç’te yaşayanlar neler mi yapabiliyor? Kendi evlerinin tadilatını gerçekleştirip, bahçelerini düzenliyorlar. Temizlik ve çocukların bakımı konusunda görev paylaşıyorlar. Arabaları bozulduğunda, arızayı çözüp, duruma göre aracı tamir edebiliyorlar. Arabalarına çekme vagon takıp, kendileri taşınıyorlar. Eski eşyaları ya ikinci el pazarına çıkarıyor ya da geri dönüşüme kendileri götürüp bırakıyorlar. Hizmet alımı çok pahalı olduğundan, pratiklik kazanmak bu ülkede yaşamanın temel kurallarından.
Peki ya yaşlıların durumu nasıl? Yaşlanmak elbette kolay değil; İsveç’te belki bunu da planlamak gerekiyor. Kimi yaşlıların gündelik hayatları aksamaya başlayınca, devlet ve belediyelerden destek alabilmeleri uzun ve zahmetli bir süreci gerektiriyor. Şartlar zorlu ve bakımevlerine yerleşmek için pandemi öncesinde uzun bir sıra vardı. Her yaşlı bireyin çocukları, ebeveynlerine yardımcı olmak konusunda aynı derecede özverili ve istekli davranmayabiliyor. Sisteme güven meselesi, bu bireyci toplumun yapıtaşlarından biri gibi.
Detaylarını giderek daha iyi seçtiğim İsveç’te özetle hayat dikensiz gül bahçesi değil. Bireysel mücadelede farklı örnekler, farklı coğrafyalardan, farklı boyutlarda paylaşılabilir, tartışılabilir. İsveç adına bunun en çetin örneklerinden birinin yakınındayım. Bu, bir kadının portresi. Profesyonel iş yaşamında tıbbi tercüman kendisi. İsveççe ve Türkçe dilleri arasında çevirmenlik hizmeti veriyor. Kendisine kalan zamanda ise yılmaz bir savaşçı. İki evi birden çekip çeviriyor. Bir yarısı eşi ve oğlunun oturduğu dairede, diğer yarısı yaşlı ve hasta anne ile yılbaşı öncesinde COVID-19 nedeniyle rahmetli olan babasının dairesinde. Kendi kalan küçük bir zaman dilimi varsa, onu da kızına ve torununa destek olmak üzere kullanıyor. Son yıllarda gerek annesi gerekse babası açısından tıbbi krizlere soğukkanlılıkla göğüs gerdi, ta ki en korktuğu COVID-19 ailesini etkileyene kadar. O, aynı zamanda benim Nilgün Ablam. Şimdi ruhen ve bedenen çok yorgun, ama benim için bir kahraman. İsveç onun sayesinde biraz daha sıcak ve güzel bir ülke.