Yeni yılın ilk günleri 2020’nin gölgesi altında geçiyor. Zaten takvimdeki bir günün atması ile süreçlerde değişimlerin olmasını beklemek hayalperestlik olur… Gelin görün ki musibetlerin geçmiş senede kalmasını ummadan edemiyoruz. Özellikle her tür kısıtlamanın hayatın bir parçası olduğu şu günlerde, insan yarınlarına umutla bakmayı daha çok istiyor. Ancak bu şekilde nefes aldığını hissedebiliyor.
Gerçi yeni yılın ilk günleri, sonrakilerin nasıl olacağı hakkında ipuçları veriyor sanki. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur misali, şu birkaç günde yaşananlar beklenti çıtamızı çok da yukarıda tutmamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Her ne kadar, sosyal iletişim ağları hakkında çıkan haberler ve konu ile ilgili gündeme düşen görüşler dikkatleri çekmeyi başardıysa da, pandemi yine esas sorun olma özelliğini koruyor. Şu anda, enfekte sayısı, tedavi ve korunma yöntemleri etrafında kopan fırtınalar bitti. Bunlar sindirildi, gündelik koşturmanın bir parçası oldu, ne yazık ki… Şimdilerde herkesin kafasını meşgul eden konu aşı.
Aşının niteliği, niceliği, zamanlaması, nereden bakılırsa bakılsın hem ülke içinde hem uluslararası seviyede bir ‘aşağıdakiler / yukarıdakiler’ ikilemi yaratıyor ve kendini, sosyal adaletsizliğin güzel bir örneği olarak, belli ediyor. Yavaş seyreden aşılama kampanyaları kimi ülkelerde çatlak seslerin yükselmesine neden olurken, biz henüz bu aşamaya gelememiş olmanın – en azından – burukluğunu yaşıyoruz.
Konu “hayırlısı olsun” diye kaderci bir yaklaşımla geçiştirilecek bir sorun değil oysa. İnsanların yığınlar halinde virüse maruz kaldığı bir ortamda, aşının seçimi, tedariki, finansmanı, uygulanması hakkında bir programın şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya konması, toplumun hak ettiği bilgiye ulaşması açısından hayati öneme sahip. İnsanlar, mahkûm bırakıldıkları çaresizlik içinde geleceklerini güven altına alabilmenin savaşını verirken, aşı ve aşılama süreci hakkında güvenilir bir dayanağa gereksinim duyuyor.
Öte yandan, virüsle mücadelenin en ön saflarında, varlarını yoklarını ortaya koyarak savaşan sağlık çalışanlarına nispet, toplumun ünü kendinden menkul bazı simalarının sosyal medyada aşılanma pozları paylaşmaları ise – en hafifinden – hiç şık durmayan bir hareket. Kaldığı kadarı ile, toplumsal vicdanı örseleyen bu tür hareketleri hak etmediğimizi düşünüyorum.
Bu zor günleri atlatmanın anahtarı toplumsal dayanışmada… Sağlıklı kalmanın önkoşulu, bugünlerde, yükü adilce dağıtabilmekte. Her tür komplo teorisinin insan aklı ile alay etmek olduğu görüşünde biri olarak, ‘aşağıdakiler / yukarıdakiler’ görüntüsü vermenin, pamuk ipliğine bağlı toplum sağlığını torpillemek olduğu kanaatindeyim.
Geçimini sağlamak durumunda olan insanların ellerinde kalan tek zenginlik sağlıkları… Konu edilmesi gereken pandemi üzerinden tanımlanan sağlık değil yalnızca! Pandemi dolayısı ile tedavisi ötelenen sağlık problemleri de değil. Konu aynı zamanda, kafa sağlığı… Oraya gelindiğinde, işin hiç de sevimli bir yere dayanmadığını görmek için bir gün, iş çıkışı saatlerinde trafikte olmak yeterli!
Çaresizliğin insanı ve oluşturduğu toplumu kemiren bir gerçek olma özelliği vardır. Konuşurken aynı kelimeleri kullanan bizlerin, bunlardan farklı anlamlar çıkarmaktan vazgeçmesi, “elden bir şey gelmez ki” yollu kaderciliğimize son verir, umalım!