Bir yanda yasal, öte yandan virüs korkusunun getirdiği baskı nedeniyle, benim gibi birçoğumuzun yaşam alanı oldukça sınırlandı. Çok şeyi özlüyoruz, ama beklentilerimizi sürekli erteliyoruz. Ekonomik koşulların düzelmesi, en alt düzeye inen sosyal ilişkilerin başlaması, sevdiğimiz etkinliklerde yer almamız için umutla bekliyoruz. Bu süreç içerisinde yaşamanın, birçoğumuz için hayatta kalmaya çalışmakla eş anlamlı sayıldığını düşünebiliriz.
Elbette ki yeni bir şey söylemiyorum; ama bu gün yaşadığımız koşullar bir yana, bildiğimiz şu gerçek, bir şekilde karşımıza çıkıyor: Bir şeyin değeri, ancak ondan yoksun kalındığında anlaşılıyor! Bunu hayatımızın her döneminde, her konuda ve her alanda yaşıyoruz. Soframızdan eksilen bir öğün yemeğin, kesilen su ya da elektriğin, yitirdiğimiz bir insanın, bir yangın ya da bir deprem sonucunda kaybettiklerimizin… Ayrıca sevgi, sağlık, para, huzur, özgürlük, barış, mutluluk… Kısacası hayatımıza anlam katan, güzelleştiren ya da iyileştiren, aklımıza gelebilecek her şey! Her birinin değeri, eksildiği oranda artıyor. Bunlar çoğu zaman, yaşam boyu mutlu olmak ya da mutsuzluğumuzu arttırmak için de birer etmen olmaktadır.
Bu gerçeği hepimiz biliyor olmamıza karşın, güncel sorunlara odaklanırken, taşıdığımız değerlerin ne denli önemli olduklarını unutuyoruz. Oysaki soluk aldığımız sürece, güneşi bir süre örten bulutlar gibi, zaman zaman olumsuzluklar yaşamamız kaçınılmaz oluyor. O güne değin üstünde durmadığımız, hiç önem vermediğimiz bir konu ya da bizi etkileyen bir durum, sorunlarımızın ilk sırasına yerleşerek günümüzü karartabiliyor. Yaşadığımız bu pandemi döneminde, hayatımızın her alanında, hepimizin bunu sıkça duyumsadığını söyleyebilirim. En önemlisi de, gerek maddesel gerekse tinsel olarak, değer kavramını farklı anlamlarıyla yorumlayabiliyoruz.
Bilinen öyküdür:
Bir zamanlar çok zengin ve güçlü bir hükümdar varmış. Her gittiği yere servetini götürür, bununla da övünmeyi severmiş. Günün birinde bu hükümdar çok güvendiği, ona her zaman yol göstermiş bir bilgeden kendi servetinin değerini öğrenmek istemiş. Bunun üzerine bilge kişi sormuş: “Diyelim ki bir çölde susuzluktan ölmek üzeresiniz. Bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” diye sorduğunda hükümdar verebileceğini söyleyince, bilge kişi yine sormuş: “Susuzluğunuz daha çok artmış olsa, ölmemek için bir bardak suya servetinizin kalan yarısını da verir miydiniz?” Hükümdar “Elbette ki verirdim!” dediğinde bilge kişi gülerek şöyle demiş: “Hükümdarım, demek ki bütün servetinizin değeri yalnızca iki bardak suymuş!”
Öyküden esinlenerek, değer dediğimiz kavramın, yer, zaman ve koşullara göre değiştiğini söyleyebiliriz. Bilimde, sanatta, felsefede olduğu kadar somut ve soyut alanlarda bu kavramı kullanıyoruz. En önemlisi de insan nitelikleri için!
Olumlu tarafından bakacak olursak:
Umalım ki son dönemde yaşadığımız tüm olumsuzluklar, sahip olduğumuz her şeyin değerini anlamamıza yardımcı olacaktır.