Zihnim hava durumu gibi. Bir gün yağışlı, bir gün güneşli, kimi zaman bulutlu, çoğu zaman da rüzgârlı. Poyraz esse bir türlü, lodos olsa başka türlü…
Ufak tefek değişikliklerle COVID-19 öncesi yaşamını hâlâ sürdürebilen kimse var mı diye merak eder dururum. Mutlaka vardır. Tahminimce kırsal alanda yaşayanlar daha şanslı olanlar. Diğer küçük bir zümre ise şehir hayatının döngüsünde, değişime hemen ayak uyduran, ‘ben’ merkezli, dış etkenlerin tesiri altında kalmayan erkeklerden oluşuyor. Bu sonuca varmamın tek nedeni duygusallık faktörü. Ruh halimizin altüst olduğu bu dönemde, kadınlar alışılmışın dışında ayrıntılarla baş etmeyi öğrenirken, eşleri duygularını süzgeçten geçirip ‘auto-immune’ sistemlerini daha hızlı devreye sokabiliyor. Geçen akşam moderatörlüğünü Klara Arditi’nin gerçekleştirdiği Zoom’da konuk Prof. Norma Razon’un, ‘COVID-19’un, 0-6 yaş grubundaki etkileri ve ebeveynlerin tutumu’ ile ilgili anlattıkları, aile içi rollerin değişmesine rağmen, en büyük yükün annelere düştüğüydü. Bu bir doğa kanunu. Duygusallık, aynı anda hem iş insanı, hem anne, hem eş olan kadınları daha çok yıpratıyor.
***
Pandemi süresince, bağımlılık derecesine gelen sosyal medyayı takipten bir an önce sıyrılmak istiyorum. Cep telefonuna yağan haberlere, sık aralıklarla bakmazsam ‘neleri kaçırıyorum’ düşüncesi zaman kaybından başka bir işe yaramadı. WhatsApp vs’de dijital detoksa geçmek hayırlı olacak. COVID, aşı, yemek tarifleri gibi konulardan haftada bir bile uzak dursak, daha normal davranmamızı sağlayacak.
İkinci sayısı yayınlanan, hafta sonu gazetesi ‘Oksijen’in, Financial Times’dan uyarladığı bir yazı, konuyla ilgili hislerime tercüman oldu. “(…) Sosyal medyanın, hastalıklı bir yaklaşımı beslediği yönünde genel bir kabul var. (…) Yayınlar önceleri modern iletişimin kusursuz örnekleriyken şimdilerde toksik bir statükonun dışavurumuna dönüştü. (…) Bilim insanları ve davranışçı psikologlar, uzun süredir sosyal medyadan uzaklaşmamız için uyarıyorlar (…)”
***
Pilates, kardiyo gibi fiziksel kondisyonlar, çoktandır sağlık ve mutluluk için yerini Hint gurularına, mantraların gizemine bıraktı. Bilvesile bildiğim/ bilmediğim birçok konuda aydınlandım.
Bu süreçte ‘doğru’ diye bir kavram yok. Sizin için huzur neredeyse onu takip edin. COVID’den korunayım derken, hem fiziksel hem ruhsal sağlığı yaklaşık aynı dengede tutmaya özen gösterin.
***
Fala inanma, falsız da kalma. Aşıya inan/inanma, aşısız da kalma…
Geldi, gelecek derken, Sinovac’la birlikte’’65 yaş üstü’ ezberden kalktı. Sağlık sektöründe çalışanlarla başlayan aşılamaların ardından sıra doksan yaş üstüne geldi. O an ikilem yaşanmaya başlandı. Yan etkilerinin henüz kesinleşmediği ilacı, kimi yaşlılar kendi rızaları ile yaptırmazken, kimileri de şifa olacağını düşünerek aşı oldu.
Yaş olgusu çok garip bir konu. On sekiz yaşımı doldurduğumda dünyam değişecek sanmıştım, değişmedi. Otuz beş yaşındayken elli, elli yaşıma geldiğimde yetmiş yaşına kadar yaşamanın yeterli olduğunu düşünürdüm. Oysa hedefe yaklaşıldığında durum farklılaşıyor.
Yaşı doksanın üstünde olan birçok tanıdığım var. Dünyada olup bitenleri takip için televizyonda biri yabancı, diğeri yerli iki kanaldan haberleri izliyorlar. Sohbet sırasında bilgece nasihat verip, ısrarcı olmuyorlar. Ve ben onları hiç de yaşlı gibi görmüyorum. Aşı olsalar da olmasalar da…
***
Nişantaşı bir beyefendiyi daha kaybetti. Av. Yuda Reyna’yı hep gülümseyerek hatır sorarken hatırlayacağım. Mekânı cennet olsun.