“Tanrı öldü” diyerek esasen insanın kendi içinde bağımlısı olduğu tüm otoriteleri yıkan Nietzsche’nin amacıydı bireyin kendi bayrağını dalgalandırması…
Dünyanın zeminini, kabuğunu değiştiren 19. yüzyıl sınırlarını arşınlayarak en azından nihilizmi aşar Nietzsche. Kendi kaderini anlayan, yaratan varoluşçuların iradesine sahiptir.
Üst insan tanımı ile bana göre zincirlerini kırıp gerçekten birey olabilmiş insan doğasını işaret eder. Bugünkü değerlerimizin ve yaşadığımız hayatın temelleri, çoğunuzun bildiği gibi 19. yüzyılda atıldı. Dostoyevski, Oscar Wilde, Tolstoy, Puşkin, Victor Hugo, Stendhal, Çehov, Charles Dickens, Mark Twain, Gogol, Edgar Poe, Gorki, Turgenyev, Balzac vs. çok önemli romanlar yazdı, fikirler üretti. Kimileri kahramanına bireyselliğin kutsallığını anlattı, kimileri mutlu olmak için kendini feda eden kahramanlarının sonunu ya hicvetti yahut trajediye döktü. Fakat çoğunun fark ettiği bir şey oldu.
“Birey olabilmek önemliydi.” Dolaylı ya da direk bireysellik bayrağı açtılar.
Fakat bu yolculuk nasıl yapılacaktı? Dramlar, acılar mı eşlik etmeliydi yoksa Nietzsche gibi ‘üst insan’ çizgisi çekip oraya ulaşmak mı gerekirdi?
Çağın iki önemli fikir adamlarından Goethe, ‘Faust’ oyunuyla şeytanla anlaşma yapan kahramanını, birey kalmak uğruna nerdeyse Mefisto ile akıl güreşine tutuşturdu.
Çünkü birey kalabilmenin içinde vardı “kendi ızdırabına katlanabilmek.”
Bunu zeki bir filozof olan Nietzsche “Amor Fati” diyerek açıkladı. Bu bile yeterince anlaşılmadı. En basit haliyle; içindeki boşluk, acı her ne varsa sahip çıkmak, kapsamaktı. Yaşam dört mevsim gibi bunu böyle bil ve hiç unutma demekti, hallere aldanma mevsimlere bak demekti. Yani aşağı yukarı böyleydi. Ama bahsettiği kesinlikle Platon’a atfedilen bir kadere tevekkül misali değil. Hatta kelimelerini daha sert kullandığı için kötümser ya da karamsar bulundu. Zaten aşırı bulunan zekâydı, hepsi farkındaydı.
Tüm bu aydınlar yazarlar, Jung’un tanımı olan gölgeyi o dönem keşfetti. Cennet ve cehennemin insanın ruhunda aynı anda var olduğu o dönemin ortak söylemi gibiydi. Bunu romanlarından biliyorum. Hepsi yazdı. Mesela Oscar Wilde’ın Dorian Gray’i güzel bir örnektir. Hikâyedeki tablonun ta kendisi Dorian’ın gölgesiydi ve sonunda onu öldürmeye çalışırken aslında kendisini öldürmüştü.
Hepsi, kendi yazgısını gerçekleştiren Prometheus’a hayrandı. Ateşi dünyaya getirdiğinde, aynı ateşte onu yaksalar bile kendini gerçekleştirendi Prometheus. Buna değerdi.
19. yüzyıl nihilistleri ''Hayatın anlamı yoktur. Ancak mutlu olmamak için bir sebep de yoktur'' derken, varoluşçuluk ise ''İnsan doğduğunda amaçsızdır, ancak kendi varoluş amacını ve benliğini inşa edip yaşamalıdır” dedi.
Bugünün dünyası 19. yüzyıl gibi değil. Bilgi her an elimizin altında. Fakat öte yandan bilgiye o kadar da uzak gibiyiz. Belli başlıkların peşinden koşan, Nietzsche’nin en sevmediği halde sürüyle hareket eden kitle kitle kitleleriz. Ayn Rand’ın anlattığı gibi kimi zaman birlik adına, kimi zaman itaat adına bireysellik hep can çekişiyor.
Haliyle bireyin sesi yok.
Tek başına kalmanın güçsüz sayıldığı dünyalar inşa edildi. İnsanı küçültmek için yapılacak en iyi yoldu “birlik ol güçlü ol” çağrıları ve benzerleri. Kendi gücünden uzaklaştırmanın en esaslı yolları oldu. Dünyaya bedel insanların hikâyeleri yerine bir grup insanın birleşince güçlerini nasıl ortaya koyduğu hikâyeleri yükseldi.
Ne yani kötü müydü başkalarının yanımızda olması ya da birlik olmak? Mesele sayılarda değildi, kalabalık da olsan, tek de kalsan ‘kendinlik’ halini bilmekti. Yoksa sosyalleşme, daima tek kal demek değildi. Ama evlendiğinde güçlü olacağın, bir yere eklendiğinde anlam bulacağın, illa da ailenle aidiyet kazanacağın inanışlarıydı bireyin engeli. Ve daha nicesi…
Birey olmanın, bireysel kalmanın ve dahi kendini gerçekleştirmenin bu dünyada cezası var, orası kesin. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Kiminin sonu iyi, kiminin sonu çok kötü bitmiş. Lakin arada kalan zaman her halükarda ızdırap taşlarıyla döşenmiş.
“Bir insanı mahvetmek istiyorsan onu düzeltmeye çalış” diyen Oscar Wilde’ın dediği gibi etrafımız özellikle bu aralar yıkık dökük insan inşaatlarıyla dolu. Kişisel gelişim kitapları ehliyetsiz müteahhitler gibi çalıştı, çalışıyor. Sadece onlar değil başka yollar da mevcut.
Fakat bugün bana misafir olan, insan ruhunu incelikle işleyen görkemli bir mimar gibiydi Nietzsche. Ve de saydığım yazarlar, ayrıca ismini atladığım birçokları.
Hepsine selam olsun…