Hafta sonları ailece yapılan kahvaltı sırasında annemin gazete manşetlerine göz atan babamın, usulce ikaz edildiğini hatırlarım. Sanırım daha ziyade çocuklara doğru örnek olamadığı içindi.
Şimdilerde ise bir benzerini ben yapıyorum. Kahvaltı sofrasında cep telefonumu açıp gelen mesajlara bakıyorum. On beş dakika sonra okusam, haberler bir yere kaçacak sanki… Eşim tepki vermese de doğru yapmadığımın farkındayım.
İlk iş o gün yapılacak ‘Zoom’ları not ediyorum. Evdeki iletişim dengesini bozan Zoomlar… Saatleri çakışıp, sizi seçim yapmak zorunda bırakan Zoomlar… İyi ki, kimilerinin tekrarı veriliyor da istediğiniz zaman izleyebiliyorsunuz.
***
Pandemi döneminde, ev kadını için gün, sabah ev işi ve fizik kondisyonu sağlamlaştırmak için yapılan yürüyüşlerle başlıyor. Ardından kitap okuma ve sessize alınan telefonları yanıtlama. Sonra Zoom’la eğitim atölyelerine katılım. Kendilerini aynı sınıfta bulan eski arkadaşlar, bu sayede ‘Zoomdaş’ da oluyorlar.
Mitoloji, Tunç Devri’nin Özellikleri gibi ciddi derslere giren kimileri, eş zamanda yapılan diğer bir Zoom’a mesaj atmaktan geri kalmıyor.
Çalışanları düşünerek akşam yedi ile dokuz arasında düzenlenenler ise, bana hiç uymuyor. Zira aile bireyleriyle konuşup sosyalleştiğimiz tek zaman dilimi, akşam yemekleri. Apartman toplantısı gibi ivedi Zoomlar olmadığı sürece düzeni bozmak istemiyorum. İstemiyorum zira 20.45’te başka bir Zoom’a katıldığımda, hane halkından itiraz gelmesini arzulamıyorum.
Velhasıl, gündelik hayatta zaten eş, dostu göremezken, Zoomların sıklığı, aynı evde yaşayanları bile sıkmaya başladı. Gerçekten, artık başka rüzgârlara yelken açmalı.
Aslında çözüm çok basit. Seçici olup, ‘Dün akşam niye yoktun?’ gibi soruları duymazlığa gelmek.
Seçici derken pazar gecesi 500. Yıl Vakfı Müzesinin sunduğu, ‘Bella’nın Günlüğü’ başlıklı belgesel film uzun süre akıllarda yer edecek. Bir dönem ‘İsrail Mektubu’ başlığıyla Şalom’da yazı yazan Erol Güney’in baldızı olan Bella Eskenazi’nin yaşamı, bugün için bile, ilerici bir düşüncenin ürünü. Hayat hikâyesini çok önceden bilmeme rağmen, belgeselde söylediği bir cümle beni derinden etkiledi; “Parasızdık ama fakir değildik.” Aileden gelen kültür altyapısı, babasının genç yaşta vefat edip, mal varlıklarını kaybetmelerine rağmen bildiği lisanlar sayesinde ders vererek düzenini sürdürdü.
Kanımca Bella ve ailesi yaşantılarındaki birçok olumsuzluğu Platon’un “Gücün haklı çıktığı yerde, adalet bekleme” zihniyetiyle daha kolay aşabildiler.
***
Geldik şubat ayına…
Sırada önce, ‘Sevgililer Günü’, ardından da Purim var. Biraz daha ileri gidersem, tül perdeler yıkanmaya başlayacak; 27 Mart Pesah…
On Dört Şubat yaklaşırken, ‘işler canlanır’ umuduyla, şehir, kırmızı kalplere bürünecek. Gençler Sevgililer Günü’nü nasıl kutlayacak? Bu konuyu düşünmek bile istemiyorum. Pratik zekâ, eğitim ve teknolojiyle, çok şükür, bizleri fersah fersah geçen yeni nesil ne yazık ki tanık olduğum kadarıyla temkinli davranma açısından bizden bir yüzyıl gerideler. Umarım 14 Şubat sonrası, ortalıkta mutasyona uğramış COVID’cikler uçuşmaz.
Avrupa’da, sağlık önlemleri açısından, kayak pistleri kapalı tutulurken, çocuklarımız sömestr tatilinden yararlanarak (!) sınırlarımız dâhilinde ‘şakır şakır’ kayıyorlar. Herhalde dağda, mesafe kuralı geçerli değil. Daha temkinli ebeveynler ise karın bol olduğu göle yakın yörelerde, mangalda sucuk/ekmek eşliğinde bol oksijen soluyorlar.
‘Sinovac mı Pfizer mi?’ yerine, ‘Bilinçlensek de bilinçlenmesek’ panelleri düzenlemek sanki daha hayırlı olacak.