Sizi bilmem de bu saçma hastalığa rağmen, ben mutluyum…Çünkü okulum var, uzaktan da olsa; çocuklarım var, ekranda da olsa…
Uzaktan, yakından; emin olun hemen hemen aynı düzen bu iş. Ders çalışan, nerede olursa olsun çalışıyor; çalışmayan, okulda da olsa çalışmıyor. Sadece yüz yüze, yan yana oturup konuşamamak, soru çözememek zorluyor bizi. Birkaç deniz yıldızını daha kurtarabilmek adına bu, çok ama çok önemli tabii…
Yapamazdım başka bir işte olsaydım hatta, başka bir yerde. Bu çocukları dünyaya getirmiş kadar onlara yakın hale gelmişim seneler içinde. Başka türlüsü bana olmazdı. Ama burada öyle güzel şeyler oluyor ki onlar, yani çocuklar varken; anlatamam!
Birinci dönemin bitmesine bir gün kala, okula sunmak üzere bir program hazırladık Edebiyat Bölümü olarak...Ve ben, kim olduğumu, ne yaptığımı bir daha hatırladım.
Dedik ki, daha önceden yaptığımız hazırlıklı konuşma çalışmalarında, dokuzuncu sınıflardan konuşma ve sunum konusunda en başarılı üçer öğrenciyi bir araya getirelim ve bir münazarada ilk kez üç grubu birden yarıştıralım. Bir konu maddesine üç farklı bakış açısından yaklaşsınlar. Çocuklara sorduk, onlar da gönüllü oldular; asla beni seçmeyin diyen olmadı.
Üç dokuzuncu sınıf var okulda, ikisine seneler sonra ben, birine de arkadaşım Mevce Hoca giriyor. Şöyle bir çalışma planı yaptık: Girmediğim sınıfı ben çalıştıracaktım, diğer şubelerden birini Mevce Hoca, diğerini de Gülbin Hoca çalıştıracaktı. Bu çalışmalar da okul sonrasında olacaktı. Çocuklar bunu da kabul ettiler, hem de hiç itiraz etmeden... Tanımadıkları, yüzlerini bile görmedikleri öğretmenlerle okuldan sonra, bazen gece çalışmalar yaptılar; üstelik de uzaktan, hem de birbirlerini bile bir kerecik olsun sınıf ortamında yüz yüze görmemişken…
Önce grup başkanlarını belirlediler sonra konuşmalarını hazırlayıp biz öğretmenlerine gönderdiler. Bizler de metinler üstünde gereken düzeltmeleri yaptık. Sadece çalıştırdığımız sınıf varmış gibi yaklaşarak onları dinledik, onlara fikirler, karşıt fikri çürütme, etkin konuşma stratejileri verdik.
Günü geldi, tüm okulun önünde “Eğitimde; aile, eğitim ve zeka daha önemlidir” konularını tartıştılar. Münazaraları bizim okul her zaman çok sever. Çocuklar bu işte olmaya her zaman gönüllüdürler ve aileler, bu karşılaşmaları her zaman okula gelerek izlerler. Haksızlık etmeyeyim ama bu sefer farklıydı her şey…Bütün okul oradaydı, Zoom’da… Okulun bütün idarecileri ve iki bölüm başkanı arkadaşım jüri üyeliğini yaptılar münazaranın…
Nefis bir tartışmaydı.
Kararlı, terbiyeli, nazik ama hırslı…
Mükemmeldi çocuklar!
O kadar tatlı, o kadar sakin, o kadar istekli ve o kadar azimli davrandılar ki…
Kıl payı farklarla ‘zekâ’ bakış açısı, günün kazananı oldu.
Halbuki eğitimde elbette zekâ da, okul da, aile de çok önemli… Birinden birinde biraz zorluk varsa, hayat tamamen aksıyor çocuk için. Bütün mesele de buydu zaten.
Eşit bakış açlılarından rahatlıkla bir birinci çıksaydı, diğerleri hazırlanmamış derdik. Bana göre kazanmaya en uzak bakış açısı kazandı. Hepsi ateş gibiydi.
Ve sonra…
Aynı günün akşamı, altın çocuklar toplantısı yaptım ve hepsini topladık. Söyledikleri şuydu:
“Ne olur bir daha yapalım bu münazarayı, hatta aynı konuda yapalım, söyleyecek çok şeyimiz vardı. Sıramız gelmedi, içimizde kaldı, biz kazanırdık yoksa!”
İnsan acaba başka ne ister hayattan?
İş gibi olmayan işinden?
Çocuklardan?
Söz verdim yenisini yapacağız ikinci dönem. Aynı çocuklarla…Bambaşka bir konuda karşılaşacaklar.
İzin istedim onlardan, bugünü iki hafta sonraki gazete yazımın konusu yapabilir miyim, sizi yazabilir miyim, diye.
Evet, dediler ve çok mutlu oldular.
Şimdi de sizden geç bir müsaade alıyorum: Siz bu satırları okurken bu gençler, yazımı çoktan okumuş olacaklar.
Bu kadarcık bir öncelikleri olsun.
Dilerim; hayatta bütün güzel öncelikler, çocuklarımızın olsun.