Bir yandan COVID-19 endişesini aşmaya çalışırken, öte yandan etrafımızdaki gelişmelerin yarattığı girdaba kapılmamak için direniyoruz. Yalnız vücut sağlığımızı değil, ruh sağlığımızı da yitirmemek adına verdiğimiz savaş kayda değer. Önümüzü görmeden, karanlıkta yol almaya çalışan radarsız gemi misali, ilerlemeye mahkûm oluşumuz, içinden geçmekte olduğumuz istisnai dönemin bize dayattığı bir durum mudur? Yoksa, önlem almadığımızdan, bugünleri öngörmediğimizden başımıza gelen bir felaket midir? Uzun ve sonuçsuz tartışmalara açık bir konudur bu, hiç şüphesiz.
Modern zamanların uygar insanına nitelik yükleyen ‘Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ kavramlarının toplumsal hayatta karşılık bulması için, Batı diye tanımladığımız uluslar, uzun zaman mücadele etmek zorunda kaldılar. Hem kendi içlerinde, hem de birbirleri ile olan kanlı savaşların bugüne yansıması, bu ülkelerde, vatandaşlık görevinin bilincinde, devlet mekanizmasına sahip çıkan, uyum içinde yaşamak için çaba gösteren, sevgi ve saygı dengesini gözeten nesillerin oluşması oldu…
Devlet aygıtının şeffaf, adil, kucaklayıcı niteliği, erkin devredilebilir ve sorgulanabilir olması, vatandaşına eşit derecede yakın ve şeffaf bir yönetimle taçlandığı takdirde, huzurlu, refahın hakça paylaşıldığı bir düzenin oluşmaması mümkün değil…
Bilim, sanat, spor gibi sosyal kazanımların toplumların hanesine artı yazılması, bunun yanı sıra sürdürülebilir başarının oluşması, güvenle harmanlanan özgürlük içinde mümkün olur. Gündelik politikalara yön veren seçilmişlerin, sorumluluklarının bilincinde, kolektif yaşama katkıda bulunmaları, düşüncelerini, planlarını, gelecek için tasarladıklarını, samimi bir şekilde paylaşmaları gerekir ki, muasır medeniyetler seviyesine gelmek mümkün olsun. Yoksa kucağına düşülen kaotik ortamdan çıkmak uzun ve zahmetli bir süreç olur, ne yazık ki…
Son günlerde kamuoyunu meşgul eden olaylar, içinden geçilmekte olan, zaten kırılgan yapıyı acımasızca sarsmış, yaratılan iklim irrasyonel düşüncenin vücut bulmasına zemin hazırlar olmuştur. Siyasetin olaylara katkısı ise, toplumu oralara buralara savurmakla sınırlı kalmıştır, ne yazık ki!
Yıllarca yokuşlarından çıkıp indiğim, dersliklerinde, laboratuvarlarında bilimselliği, disiplinli çalışmayı benimsediğim, hocalarından özgür düşüncenin, insana saygının ne olduğunu öğrendiğim okulum üzerinden, akademik yaşam, kişiliksizliğe indirgeniyor. Aslında, çok şey borçlu olduğumuz geleceği sabote ediyor, bindiğimiz dalı kesiyoruz. Hem de acımasızca!
Yazılışı ile okunuşu bir olan yığınla sözcüğe uzun zamandır değişik anlamlar yüklenir oldu. Oysa bireyin beklentilerinin, becerilerinin, fikirlerinin farklılık arz etmesi, söylemler üzerinden sürdürülen savaşı körükleyecek bir özellik değildir ve olmamalıdır. Uzlaşı kültürü ile ahenk içinde yaşamak bir olgunluk gerektiriyorsa, bunu pekiştirmek için çaba sarf etmek gerekmez mi? Kaldı ki böylesi bir kültür zaten kolektif yaşantımızda yok değildi. Gelin görün ki, şu anda yapılan, elit ilan edilen bunun alaşağı edilmesi… Çok üzüntü verici!
Gidilecek çok yol, yaşanacak çok güzellik var… Var olan zorluklara göz göre göre yenilerini eklemek, hayatı katlanılmaz yapmaktan başka ne gibi yerlere götürür bizi? Durup düşünmek lazım…