Bu hafta canım ülkem hakkında konuşabilecek çok ciddi konular varken, malum salgının bizleri sürüklediği karanlığı daha da karartmamak için biraz daha keyifli konulardan bahsetmek isterim. Sizlerle, sanıyorum ağırlıklı beyaz yakalıların ilgi gösterdiği ve yaşça büyük olanlarımızın biraz daha temkinli yaklaştığı, geçen hafta itibari ile benim de katıldığım ve samimi bulduğum yepyeni bir sosyal medya platformunu paylaşmak isterim. Clubhouse isimli uygulama iki dijital nomad, Paul Davison ve Rohan Seth tarafından geçtiğimiz mayıs ayında kuruldu. Önceleri içeri girmek zorken, yakın zamanda katılanlarla birlikte üye sayısı şu an 2 milyonu buldu. CLUBHOUSE, sesli bildirim olan podcast eylemini hibritliyor, sanal dünyada bir sosyal ağ kurmanıza, bir fuar veya konferans havasında hissetmenize vesile oluyor. Financial Times’dan John Gapper, uygulamayı “Barselona’da bir teknoloji konferansında koridorda ya da otel barında yepyeni insanlarla sohbetleşiyor gibi” sözleriyle özetliyor.
Bu uygulamanın önceki uygulamalara göre birkaç belirgin avantajını da belirtmek isterim. Birincisi; uygulama davetiye üzerinden ilerlediği için katılımcı açısından belli bir seviyeyi, kriteri korumuş oluyor. İkincisi de davet ettiğiniz kişi ya da siz, ortamdaki konuşmaları kaydedip bir yerde yayınlarsanız referans olduğunuz kişiyle birlikte Clubhouse’da engelleniyorsunuz. Sesli moderatörlü iletişimin avantajlarını da çift yönlü düşünebilirsiniz. Bir grup halinde sohbet edip konuşurken aynı anda başka bir iş yapıyor olabilirsiniz. Öte yandan, iletişime sesli bir temas girdiğinde konuşanın tonlamasından sıcaklığını, iyi niyetini yazıda olamayacağı kadar rahat anlayabiliyorsunuz. Şu anda içeride gündemden, günlük hayatın sıkıntılarına, çok değerli ilgi alanlarına kadar birçok içerikte konuşmalar düzenleniyor. Normal yaşamda bir CEO ile yakın iletişim kurma şansı belki daha zor olabilecek bir genç çalışan bu uygulama sayesinde üst kademenin beklentilerinden, iş hayatının püf noktalarına kadar birçok bilgiye ilk elden ulaşabiliyor.
Bu uygulamaya katıldıktan kısa bir süre sonra aklıma neden “Türk Yahudi Toplumu’nu tanıtma” içerikli ve merak edilen konulara özel bir “Şalom Clubhouse oturumu” da açmıyoruz diye düşündüm. Şüphesiz Zoom uygulamasının ciddi havasından uzak, samimi ve gerçekten ilgi duyanlara yönelik bir Clubhouse oturumu yıllardır belki yapmaya çalıştığımız tanıtım faaliyetlerinin bile önüne geçebilir. Tüm dostlarla yakında Clubhouse’da görüşmek dileğiyle…
İstanbul Apartmanlarını biliyor musunuz?
Şu sıralar mobil uygulamalar derken, yılbaşında yayın hayatına merhaba diyen Gözde Akpınar’ın kurucusu olduğu “Gain” platformu, sunduğu keyifli programları ile beklediği ilgiyi oluşturmaya başladı. Yaz aylarında çekimini gerçekleşen, benim de üç ayrı bölümde rol aldığım ‘İstanbul Apartmanları’ belgesel programı, belki defalarca önünden geçtiğimiz ancak hikayesine pek aşina olamadığımız onlarca apartmanın detaylarını ve insan hikayelerini bizlere sunuyor. Bizleri çok da şaşırtmayacak bir bilgi olarak şehre iz bırakmış tüm apartmanlarda neredeyse uzun bir dönem farklı Yahudi aileler ikamet etmişler. Bunlardan da en bilinenleri tabii ki Kamondo Rezidansı, Barnathan Han ve Cordova Apartmanları… Dilerim bu apartmanları öğrenirken, yaşadığımız ama yabancılaştığımız şehrimizle tekrardan bir bağ kurabiliriz.
Gain platformu ile yakın dönemde yayın hayatına merhaba diyen bir başka kanal ise uluslararası savaş fotoğrafçısı, gezgin, gazeteci, macera insanı, belgesel yapımcısı Coşkun Aral’ın ‘Habitat’ kanalı. Coşkun Aral değerli eşi Müge Aral’ın da desteğiyle amatör ruhla müthiş işler çıkarmaya devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Sanat Tarihçisi Feride Bozcu’nun sunduğu ‘Konuşan Tarih programının konuğu olarak ben de Kamondo Ailesi’ni Galata genelinde tanıtmaya çalıştım. Konuşan Tarih programını kaçırmayın!
Samimiyet önemli…
Geçtiğimiz günlerde kültür turlarımdan dostluk kurduğumuz ve mütedeyyin kesime yakın bir hanımefendiden ‘Yahudilik’ üzerine samimi bir itiraf aldım. Hem gülümsedim hem de ‘anlama’ konusunda bir adım daha atabildiğim için sevindim. Sohbet ederken konu dönüp dolaşıp Hanuka kutlamalarına geldiğinde, değerli misafirim “Mois Bey sormayın, maalesef bizim bazı arkadaşlarda bu sizin 7 ya da 9 kollu şamdan fark etmiyor, okul zamanlarından gelen alışılmış bir saplantı var… O şamdanı görünce sanki İlluminatiler, bütün komplo teorileri havada uçuşuyor, bir garip oluyorlar. Bir türlü bu önyargıları aşamadık” diyerek samimice durumu özetledi. Durdum ve düşündüm. İster istemez, malum medya kanallarında ve yayın organlarında sürekli pompalanan antisemitizm oldukça şamdan alerjisini anlamak çok zor olmadı… Birbirimizi daha iyi anlayıp, ortak idealleri paylaşabilmek için daha çok temas gerek. Önyargılarımızı kırabilmek bizim elimizde!