Zenginlik yanılsamasından barış yanılsamasına

“Barış her zaman savaştan iyidir” cümlesi doğru olsaydı, I. Dünya Savaşı bittiğinde ikincisine giden yol açılmış olmazdı.

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
17 Şubat 2021 Çarşamba

Görünenin ardındakini görmek

Montesquieu söylemiş olmalıydı; “Ticaret adetleri yumuşatır, halkları birbirlerine yakınlaştırır” diye ama neredeyse iki yüzyıl sonra Marx kıyasıya eleştirecektir bu tezi; “mübadelenin doğasında eşitsizlik vardır, sömürü ticaretin bizzat yapısında gizlidir” diye yazacaktır.

Ticaretin ister istemez bireysel çıkar arayışını meşrulaştırarak insanlar arasındaki barışa, gerçek dostluğa engel olacağı anlamına gelen bu düşünce, çok da görmezden gelinecek bir tez olmayacaktır. Hatta ilave edilip denilebilecektir ki; mübadele şiddet kışkırtıcısıdır.

***

Amaç gazete yazısının boyutları içinde felsefi-iktisadi bir analiz yapmak değil elbette. Ama medyanın hızının zorunlu kıldığı şekilde olayların görünen yüzü ile yetinerek, olan biteni onun sınırları içinde anlama çabasının dışına çıkmak olacak burada hedeflenen. Olguların ardındaki temel nedenleri kavrayarak dünyayı biraz daha derinliğine anlamak ahlaki davranışın da temelidir çünkü.   

Sonsuz zenginlik isteğinin ardında gizlenenler

Der ki Adam Smith, “İnsanlar sürekli bir yanılsama içindedirler, kendi kendilerini aldanmaya bırakmakta hiçbir sakınca görmezler. Özgür olduklarını sanırlar ama aslında dizginlenemez isteklerinin tutsağıdırlar. Kendi gerçek ihtiyaçlarından haberleri dahi yoktur. Birileri onlara bunlar senin ihtiyacındır demeye görsünler, buna inanmaya dünden hazırdırlar.” Hatta bu amaç için ölüp öldürmekten bile kaçınmazlar.

Tüm bu söylenenler toplumsal düzeye de taşınabilecektir. Toplumlar da bitmez bir ihtiyaç yanılsaması içinde yaşayıp zenginleşmenin dipsiz kuyularında sonsuz (çoğunlukla vahşi) bir mücadeleye girmekten kaçınmayacaklardır. Savaşlar da nihayet bu mücadelenin siyasallaşmış isminden başka bir şey olmayacaktır.

Bireysel açıdan olduğu gibi toplumsal düzeyde de sorun böyle konup mücadele en insafsız ve acımasız şeklini aldığında dahi, etik düzeyde herhangi bir itiraz söz konusu olamayacaktır.

Yanılsamanın içinde kaybolan, var olma hakkı ile şiddete başvurduğunu düşünmektedir çünkü. Bilinci olmayanın suçlu sayılamayacağı da Batı hukukunun temel ilkelerinden biri olacaktır.

Sorunun etikle ilişkisi böylece kesildiğinde meydan bireysel ilişkilerde psikologlara, toplumlar arası ilişkilerde de bilgin (!) stratejistlere veya şık bir deyimle uluslararası ilişkiler uzmanlarına kalacaktır.

Etik, insanlar ve uluslararası ilişkilerde önemini tümden kaybedecektir.

Zenginleşme amacı böylece insanların ve toplumların, masum ihtiyaçlarının tatmini amacını çoktan aşacak ve aslında karşı tarafın gözünde bir saygınlık, itibar kazanma arayışının aracı olacaktır. Güçlü olmak veya görünmek de bu saygınlık isteğinin nedenlerinden biri olacaktır.

Yanılsama açıktır; zenginlik, ihtiyaçların tatmini amacını çoktan aşmıştır ve insanların büyük kısmı bundan habersizdirler. İhtiraslarının doruğundaki siyasal liderler bunu bilerek veya bilmeyerek kullanacaklardır.

***

Bu analiz siyasal düzeye de taşınabilecektir. Görülecektir ki o zaman modern zamanların felsefesi bu yaklaşımla uyum içindedir. Burckhardt özetleyecektir, “Kazanç arayışı ve güç istenci modern tarihin iki temel dinamiğidir.”

Modern zamanların insanı güç ve zenginlik arayışlarında her zaman doyumsuz olacaklardır. Bugünün dünyasına ve mesela “kudretli siyasal liderlerine!” bakıldığında çok açık görülecektir bu söylenenler.

Teolojik dünyanın “insanın tanrının suretinde yaratıldığı” dolayısı ile mükemmel olması gerektiği tezi ile ironik bir uyum sağlanılmış olunacaktır sanki.

Somali’yi sırtlanları ile birlikte satın almak

Tanrı suretinde yaratılmış olan, Descartes’tan aldığı onay ile evrenin egemenliğine soyunabilecektir. Vahşi diye nitelediklerini aratacak bir vahşette yapmaya girişecektir bu işi hem de. Doğanın emperyali insan, aynı anda kendi benzerinin efendisi de olmak isteyecektir. Tanrısal bir misyon içinde kendini ve evreni birlikte yok etmekte sakınca görmeyecektir.

Zenginlik ve güç ihtirasının tutsaklığında, olmayan bilincidir onun yol göstericisi. Tüm bunlar nihayet masum yaşam hakkı içindir!

***

Truva’nın ateşler içinde kavrulurken yığınların gökyüzüne yükselen çığlıkları az gelecektir bugünün masum (!) amaçlı insanına. Oradaki Yunanlının (Antik Yunanlının) açgözlülüğü aratacaktır bugünün insanının doymazlığını. Oradaki haykırışlara bugün doğanınkiler eklenecektir. Üzerindeki fillerin, sırtlanların, panterlerin, inlemeleri karşısında bugünün muzaffer doymazı kahkahalarla gülecektir.  Açgözlü insan yığınlarının kenti talanı bugün tabiatın talanı ile tamamlanacaktır.

Neron düşecektir akla. Histerik kahkahalar yeni Neron’lar söz konusu olduğunda ürpertemeyecektir bile. “Somali’nin yarısını üzerindeki hayvanlarla satın alabilirim. Onlar verdiğim paraya sattıktan sonra bana kim engel olabilir” diyecektir artık çok muteber körfez ülkelerinin zengini.

İhtiyacı olacaktır bu da yeni zenginin, kim bilir?

Kutsal ticaret (?) yasalarına göre satın aldığı Somali’yi ve sırtlandan pantere kadar tüm yaratıkları, bacaklarını kırarak, kuyruklarını kopararak, işkence ve eziyet edip elektrik kabloları ile bağlayıp, zincire vurarak, durmaksızın zenginleşen ülkesine taşıyacaktır.

Somali, panterleri ile ona aittir artık. Mübadele açık ve yasaldır. Zenginleşen ülkenin (minik prensliğin) ayrıcalıklısı ihtiyacını tatmin etmiştir!

***

Tüm dünyanın ve artık ‘seçilmiş halkın’ da gözünde (barış söylentilerinin hemen ardından) muteber olan bir ülkede olacaktır bunlar. Uygar dünyanın da bir diyeceği olmayacaktır olup bitene. Zenginlik büyüleyicidir. Göz kamaştırıcıdır. Karşı konulamayandır. Seçilmiş ile geri kalanı eşitleyendir. Seçilmişten nefret edenler bu eşitlenme ile rahat edebilecektir artık!

Ardında ne olursa olsun, zenginlik onaylanacaktır ve ‘seçilmiş olanlar dahil’ buradan pay almaya koşacaklardır.

Ticaret her koşulda kutsaldır! Zenginleşmeyi sağlayandır, insan ihtiyaçlarına çözüm getirendir.

Barış illüzyonu

Levinas da Buber de iktisadi-teknolojik başarının çok ötesinde değerlendireceklerdir İsrail’in Ortadoğu’daki temel misyonunu. Evrensel adaletin toprakları olmalıydı burası.

Zenginleşme ihtirasının ve güç gösterisinin peşinde tükenenlerin mekânı olduğunda bu genç ülkenin meşruiyeti dahi tartışılır olmayacak mıydı?

Öncelikle diyecektir iki bilge de, komşuları tarafından kabul edilen bir ülke olduğu zaman bir devlet olarak meşru olacaktır İsrail; bölge halkına karşı gururlu bir yaklaşım onun yabancı olarak algılanması riskini arttıracaktır. Buber uyaracaktı, olası milliyetçi yönelimlere, sapkınlıklara dikkati çekecekti; Yahudilik ancak evrensel yanları keşfedildiğinde büyüyebilirdi, komşuları ile o zaman belki daha özgürce ilişki kurabilirdi. Üzerinde yaşadığı topraklarda unutmamak gerekir ki; nihayetinde tüm göçmenler gibi o da konuktur sadece.

***

Yanılsamaların dünyasında hakikat peşinde koşmak zor bir iş olacaktır. Strateji uzmanlarının hakikatle değil pragmatizmle ilişkisi vardır. Fakat o zaman asıl amaçtan uzaklaşılabilecektir. Tabiat, üzerindeki canlılarla beraber yok edilebilecektir. Ve bu yok edişten pay alabilme isteği sorgulanmayacaktır bile.

Ortadoğu’nun toprakları üzerinde adaletin koşullarının oluşturulması kuşkusuz zor bir iştir ama ancak böyle özgürleştirilebilecektir.

Unutmamak gerekir ki; Truva yanarken alevler içindeki yaratıklar arasında bir ayrım yapmadan yok etmiştir hepsini.

Zenginlik ve güç esrikliğinde adalet sağlanamayacaktır bugün.
***

Mübadele şiddet içerendir; hele baskı, terör ve toprak bir yanda, insan yaşamı ve özgürlüğü diğer yanda değiş tokuş edildiğinde.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün