Rahmaninof'la öğle yemeği

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
17 Şubat 2021 Çarşamba

Soğuk havalarda daha dinç ve üretken olmama rağmen yaz aylarında daha mutlu olduğum gerçek.

Bunun başlıca nedenlerinden biri, elzem olmadığı sürece, televizyon açmamamızdır. Haber kirliliği, her yıl dünyada sekiz milyon kişinin ölümüne yol açan, hava kirliliği kadar zararlı. Olaylardan kopuk yaşamıyorum elbette. Haber ağırlıklı iki WhatsApp grubunu takip etmem yeterli. Evden sokağın köşesine varana kadar, fısıltı gazeteleri, her tür gelişmeyi, ‘ara nağme’ olarak yayınlıyor zaten.

Kışın, özellikle de bu sene pandemi yüzünden yaşam tarzımız değişti. Kapıdan içeri girer girmez, ayakkabı, mont, çanta balkona çıkıyor. Eller yıkanıp, üst baş değişip, ivedi işler bittikten sonra ani bir refleks gibi televizyon kumandasına doğru yöneliyoruz. Şimdi gündem, aşı sırası, hangi yaş grubunda ve bloke olan ‘182’den nasıl randevu alınır? Uygulamalar her an değişip, kararlar, ‘son dakika’ başlığıyla, gece yarısı açıklanınca uyku düzeniniz zaten bozulmaya başlar.

Aynı evi paylaşan farklı yaş grubundan iki kişinin aynı anda aşılanması, eşlerden birinin sırası gelip diğerinin yaşı tutmadığı halde aşı olması haliyle karışıklık yaratıyor.

 Sevinen olur diye bir hatırlatma yapayım. 2019 verilerine göre Türkiye’de nüfusun yüzde 62,8’i, 65-74 yaş grubunda yoğunlaşıyor ‘İleri yaş’ olarak tanımlanan 85 yaş üzeri ise yüzde 9,1. Özetle, yaşlananların toplamı yüzde 71,8. Söz gelimi fikrim sorulsaydı, aşı önceliğini önce sağlık personeliyle öğretmenlere, ardından gençlere verirdim. Nedenine gelince, genç kesim kendini korumuyor, ama hastanelik olunca daha hızlı taburcu olup yatak kapasitesini azaltmıyor. Öte yanda, direnç mekanizması daha düşük olmasına karşın, yaşlı nüfus kendini daha iyi koruyor. Tabii ki konuşmak uygulamaktan kolay. Ayrıca COVID-19’un hızlı yayılmasındaki teorilerden biri, giderek çoğalan dünya nüfusunda, yaşlıların azalmasını sağlamak.

Sonuçta, gece haberlerinde açıklanan yaş dilimine dâhil olduğumu öğrendiğimde hemen 182’yi aramaya başladım. Sabahın üçüne kadar sürdürdüğüm çabalarım, aldığım iki yanıtla son buldu. “Operatörlerimizin tümü doludur, lütfen tekrar deneyiniz”; ikinci yanıt ise ahizede yankılanan ‘düt, düt, düüt’ sesi oldu. Çalar saati altı buçuğa kurdum. Kahvaltı etmeden güne başlamak, üstüne uykusuzluk da girince pek hayra alamet olmadı. Aç karnına ‘düt, düüt’ başlayınca, e-nabız’a girip verilen ilk randevuyu aldım. Benden sonra e-nabız da bloke olmuş.

***

İlk aşı için randevu alanlarla, ikinci aşı için sıra bekleyenlerin temennileri biraz farklı. Birinci grup, “Korkuyorum, inşallah yan etkisi olmaz” derken ikinci gruptakiler ise “Korkuyorum, inşallah aşı bitmez…” kaygısı yaşıyor. Pandemi döneminde, bencillik dozu arttı galiba.

***

Çevremdekiler sağlıkta olduğu sürece pandeminin götürüleri kadar getirilerini de yaşıyorum. Sanırım en çok zorlandığım ‘kısıtlanma’ duygusu ile yakında/uzakta olan aile bireyleriyle sofranın etrafında toplanamamak. Farklı şekillerde oyalanmayı çok iyi öğrendim. Henüz içeri giremedimse de, yaratıcılığın kapılarını araladım. Kimi zaman duygusallaşsam da,  öğrendim ki bazen, kızmadan, kırılmadan, noktayı koymak lazım.

Pazar günlerinin yoğunluğu, keyif almama rağmen zaman zaman yorucu oluyor. Örneğin, geçtiğimiz pazar saat 13.00’te TRT 2’de başlayacak Sergei Rahmaninof konserini izleyebilmek için, henüz hazmettiğimiz kahvaltının ardından, 12.30’da öğle yemeği yedik. Konser sonrası biriken işlerimi tamamlamaya çalıştım. Evdeki düzen bozulmasın diye, İrvin Mandel’in konuk olacağı Zoom’u izleyebilmek için, geleneksel çay saatini dört buçuğa aldım. Programın tadı damağımda kalmıştı ki, bir dersten öbürüne koşturur gibi, 18.00’de başlayacak olan Erol Güney belgeseline yetiştim. Yoruldum tabii. Aile içi Zoom’larla dört-beş telefon konuşmasını da yaptıktan sonra, eşimle o çok beğenilen filmlerden birini izlemeye koyuldum. Bir gözüm ekranda, bir gözüm bitirmek üzere olduğum kitapta… Ne yaptık, hiiç. Pazar günü evdeydik…

Sağlıkla kalın.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün