Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kararı

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
17 Şubat 2021 Çarşamba

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) 5 Şubat günü aldığı bir kararla, yetki alanının Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ü de kapsadığına hükmettiklerini açıkladı. Bu karar, uluslararası mahkemenin İsrail, Filistin Yönetimi (FÖY) ve Hamas’a yönelik savaş suçu iddialarını araştırmasının yolunu açıyor. Filistin tarafında sevinçle karşılanan bu haber, İsrail tarafından skandal olarak tanımlandı.

Biraz geriye gidersek, Birleşmiş Milletler Filistin Yönetimi’nin tam üyelik talebini reddetmiş ancak 2012 yılında 1967 sınırlarıyla ‘üye olmayan gözlemci devlet’ olarak tanınma talebini çoğunluk oyuyla kabul etmişti. O dönem FÖY Lideri Mahmud Abbas, İsrail ile doğrudan görüşmeler yerine BM aracılığıyla tek taraflı diplomatik adımlarla Filistin Devleti’nin kabul edilmesine yönelik bir politika izliyordu. Abbas bu son adımında başarılı olmuş, BM’de gözlemci olarak kabulüyle, Filistinlilere BM kurumlarına katılma hakkı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olma yolu açılmıştı. FÖY 2014 yılında UCM’nin kurucu sözleşmesi olan Roma Statüsünü imzalamış, 2015 yılında da İsrail’e muhtemel savaş suçlarıyla ilgili ön soruşturma açılmasını talep etmişti. 2019’da UCM Başsavcısı mahkemenin bu konudaki yetki alanını belirlenmesi istemiş, 5 Şubat’ta da işte bu yetki verilmişti.

UCM’nin tarihçesine baktığımızda ise, uluslararası daimi bir mahkemenin ihtiyacı II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıktı. Geçmişte, belli olaylarla ilgilenmek üzere savaş suçları mahkemeleri oluşturuluyordu. Buna örnek olarak Nazi subay ve destekçilerinin yargılandığı Nürenberg mahkemeleri gösterilebilir. Soğuk Savaş dönemindeki çift kutupluluk ve gerginlik ortamı, uluslararası bir mahkemenin kurulmasına izin vermemiş ancak Soğuk Savaş sonrasında yaşanan Bosna, Ruanda’daki katliamlar bu fikri yeniden canlandırmıştı.

UCM 2002 yılında Roma Statüsüne göre kuruldu. Amaç dünyadaki tüm savaş ve insanlık suçlarına bakan bağımsız, daimi bir uluslararası mahkeme kurmaktı. UCM yürürlüğe giriş tarihinden itibaren, soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları (biyolojik, kimyasal vs.) işleyerek uluslararası hukuku ihlal eden kişileri yargılamak üzere kuruldu. Buna göre UCM’de devletler değil sorumlu kişiler yargılanıyor. Hollanda’nın Lahey kentindeki UCM’nin günümüzde 123 üyesi bulunuyor. ABD, Türkiye ve İsrail ise bu mahkemeye taraf olmayan ülkeler arasında.

UCM İsrail ile ilgili olarak üç konuya öncelik veriyor; 2014’te Gazze’ye yönelik Koruyucu Hat Operasyonu, Batı Şeria’daki yerleşimler ve 2018-2019 yıllarındaki İsrail-Gazze sınırındaki eylemler.

Ancak konu göründüğünden daha karmaşık. İsrail, Roma Statüsünü imzalamış ancak parlamentoda onaylatmadığı için mahkemeye taraf değil. İsrail UCM’nin bir üyesi olmadığı için de mahkeme, İsrail toprakları dahilinde hiçbir vatandaşını yargılama hakkına sahip değil. Ancak, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’de egemenlik hakkı bulunmuyor. Bu hem uluslararası hem de İsrail hukukuna göre böyle. İsrail sadece tüm Kudüs üzerinde egemenliğini ilan etmiş, fakat bu durum uluslararası bir düzeyde tanınmamıştı. Bu açıdan bakıldığında UCM İsrailli sorumluları, bu bölgelerde işledikleri bir suç varsa, yargılayabilir.

Ancak, Oslo anlaşması uyarınca 1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’nin varlığını kabul eden mahkemenin, aynı anlaşmanın Batı Şeria’yı böldüğü üç bölgeyi de kabul etmesi gerekir. Buna göre bir Filistin Devleti kurulana kadar, A bölgesi Filistin Yönetimi’nin kontrolüne, B bölgesi FÖY idaresi ve İsrail güvenlik kontrolüne bırakılmıştı. Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 60’ına denk gelen ve yerleşimlerin ağırlıkla bulunduğu C bölgesinin tamamı ise İsrail kontrolüne bırakılmıştı. Bu durumda C bölgesi kimin toprağı sayılacak?

Yerleşimlerle ilgili bir diğer konu, bu durumun İsrail kanunlarında hukuka uygun olması. Ancak İsrail UCM’de bir işgalci olarak tanımlanıp işgal ettiği bölgeye sivilleri yerleştirdiği tezinden yola çıkılarak suçlu bulunabilir.

Tartışılan bir diğer önemli başlık ise, Filistin Yönetimi’nin bir devlet olmadığı, bir devleti oluşturan uluslararası standartlarda belirlenmiş özelliklere sahip olmadığı, bu nedenle sadece devletlerin taraf olabildiği Roma statüsünü imzalamaya yetkili olmadığı. UCM ise BM’nin gözlemci üye kararını temel aldığını belirtiyor. Sadece bu dava için alınan bir yetki olduğunu da söyleyerek bu kararın UCM’nin Filistin Devleti’nin tanıması anlamına gelmediğini vurguluyor. 

UCM’nin bu kararıyla ilgili bir diğer konu ise İsrail’in var olan hukuk sistemi ve mahkemeleri. Eğer bir ülke askeri ve siyasi liderleri hakkında detaylı bir soruşturma yürütüyor hatta dava açıyorsa UCM söz konusu ülke ile ilgili konuya müdahil olmuyor. Bunun son örneği Aralık 2020’de İngiltere ile yaşandı. İngiltere’nin 2003-2009 yılları arasında Irak’ta savaş suçu işlediğine kanaat getiren UCM, aynı sebeple kovuşturmaya yer olmadığına karar vermişti.

UCM’nin kararı diplomatik bir yenilgi ve baskı unsuru oldu İsrail için. Ancak sırf soruşturma bile uzun ve zahmetli bir süreç ve genelde bir yılı aşkın bir süre tutuyor. Kararı alan Başsavcı Fatou Bensouda’nın görev süresi 15 Haziran’da tamamlanıyor. Geçtiğimiz hafta yapılan bir oylamayla yerine İngiliz avukat Khan Karim seçildi. IŞİD’e yönelik soruşturmasıyla bilinen Khan, bu soruşturmanın da kaderi belirleyecek isim olacak. İsrail’in yanı sıra, ABD de gelişmeleri yakından takip ediyor. UCM’nin Amerikan askerlerinin Afganistan’daki eylemlerini soruşturma yetkisi olduğunu açıklaması üzerine Trump UCM yetkililerine yönelik yaptırım kararı almıştı.

Filistin tarafı kendilerinin de terör saldırıları nedeniyle yargılanabileceklerini bilmelerine rağmen İsrail’i uluslararası bir kurum aracılığıyla köşeye sıkıştırmanın keyfini yaşıyorlar. İsrail ise başta BM olmak üzere uluslararası kurumlara güven olmayacağı ve İsrail’e yönelik çifte standart uygulandığı düşüncesini destekleyen bir karar ile karşı karşıya kaldığını düşünüyor. Tepkisini de mahkemenin neden İran ve Suriye’nin işlediği savaş suçlarına gözünü kapadığını sorarak gösteriyor.

İsrail söz konusu suçlamalar için IDF’e yönelik daha derinlikli soruşturmalar açabilir, yerleşimlerle ilgili hukuksal bir dayanak yaratmak için çalışma yapabilir ve en önemlisi diplomatik bir kampanya başlatarak daha çok ülkenin desteğini kazanmaya çalışabilir. Benzer bir çalışmayı Filistin Yönetiminin de yapmasını beklemek mümkün. UCM’nin bu kararı sayesinde iki devletli çözüm ve İsrail-Filistin çatışması yeniden gündemlerimize girerken, bu gelişmenin bir çözümü getirmekten çok, uzaklaştıracağını düşünüyorum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün