Beni en çok heyecanlandıran, bu soğuk günlerde bile evlerimize sıcak yaz günlerini getiren, tenis hasretimizi sonlandıran turnuva, Avustralya Açık geçtiğimiz hafta başladı. Daha başlamadan korona kuralları ve sporcuların çoğuna uygulanan zorunlu karantinalarla zaten konuşulmaya başlanmıştı ama tenisçiler korta çıktıktan ve turnuva resmi olarak başladıktan sonra odaklar sadece oynanılan maçlara çevrildi.
Benim için uyku seviyesi ne kadar azalırsa, turnuvanın heyecanı da haliyle o kadar fazla oluyor. Saat farkı yüzünden çoğu kişinin önemli maçları kaçırdığı bir turnuva belki Aussie Open, fakat iki haftalığına uykumuzdan feragat etmenin çok da sorun olmayacağını düşünüyorum. En azından kendim için.
Maçları izlerken bir eksiklik fark etmiş olabilirsiniz. Kulağa değişik gelen bir ses, kortun arka tarafında bir boşluk… Bu çok normal. Maçlarda çizgi hakemleri yok. Seslerini duymaya alıştığımız, bazen oyuncularla iletişimlerine şahit olduğumuz çizgi hakemleri, yerini canlı şahin gözü sistemine bıraktı. Tenis maçlarında her sporcunun set başına üç itiraz hakkı oluyor. Bu itirazlara da şahin gözü sistemiyle bakılıyordu. Avustralya Açık’ta ise maçın hepsini şahin gözü sistemi izliyor ve normalde çizgi hakemlerinden duymaya alıştığımız ‘Out!’ sesi, hoparlörlerden geliyor.
Bu sistem, geçtiğimiz sene Amerika Açık’ta Show kortu olmayan kortlarda da uygulanmıştı ve bu sistemin temelli olarak kalmasını isteyen tenisçiler olmuştu. Çünkü hata payı çok az. Hata olmayınca maçlardaki itirazlar neredeyse sıfıra indi. Naomi Osaka bu sistem sayesinde itiraz etme stresini yaşamadığını ve böyle devam edilmek isteniyorsa onun için bir sorun olmadığını söylemişti. Şu ana kadar izlediğim maçlarda bir itiraza rastladığımı hatırlamıyorum. Göstermelik ya da zaman geçirmelik itirazlar oluyor sadece. Fakat geçmiş maçlarda izlemeye alıştığımız stresli bekleyişler ya da bir anda bütün momentumu değiştiren itirazlar olmadı.
Bu sisteme geçiş kararı, aslında pandemi yüzünden ortaya çıktı. Amaç, kortta olan insanları azaltmaktı. Sonuçta topların içeride ya da dışarıda olma durumunu takip eden bir sistem var. Bütün maçı da o sistem yönetiyor oldu. Kort üzerinde de sadece başhakem kalmış oldu.
Bu sistemin kalıcı olacağını düşünen çok kişi var. Kalıcı olmasını isteyen de çok tenisçi var. Tenis severler arasında da tartışmalar hâlâ sürüyor. Çizgi hakemlerine çok alıştık. Onları görmek, seslerini duymak tenis maçlarının büyük bir parçası. Zaten ben de ilk çizgi hakemlerinin olmadığını fark ettiğimde eksik hissettim. Geçmişinde de saha içinde top toplayıcı çocuk olarak çalışmış biri olarak çizgi hakemlerine çok alışmış, onlarla beraber kortta görev yapmış biriyim. Maçlara kesinlikle renk kattıklarını düşünüyorum. Dünya üzerinde de ülke ülke gezip bu mesleği icra eden çok kişi olduğunu biliyorum. Fakat bu elektronik sistem, hata payını çok düşürüyor. Oyunu yavaşlatmıyor ve bazı tenisçilerin dediği gibi onları itiraz stresinden kurtarıyor. Bu faktörler yüzünden de keskin bir şekilde “bence şöyle olmalı” diyemiyorum. Bu sistemin kalıcılığının tenisçilerle konuşularak, en doğru şekilde alınması gereken bir karar olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki bazı turnuvalarda çizgi hakemlerini görmeye devam edeceğiz, bazıları da temelli olarak bu sisteme geçecek. Zamanla hepsini yaşayıp beraber göreceğiz. Fakat şimdilik Avustralya Açık’ın keyfini çıkarmaya odaklanalım. Çok özlemişiz çünkü.