ABD’de, üniversitelerin, varoluşu ve duruşu ile bir janr’ı vardır. O üniversitenin yerleşmiş ilkesini devam ettirecek ve o doğrultuda çığır açacak bilim insanları akademiye kabul edilir. Öğrenciler de bunun bilinciyle üniversite tercihi yapar ve mezun olduklarında gururla eğitim kurumlarının adını zikrederler. Örneğin üniversitenin maddi desteğini aldığı kurumlar içinde muhafazakâr bir yapı varsa, öğrenci tercihini bunu bilerek yapar. Mütevelliler fon aktarımında şeffaftır. Üniversite özerktir, özgürdür ve kendi doğrultusunda yaratıcıdır. Her öğrenci her okula uymaz. Yeteneklerini ve zekâsını en iyi değerlendireceği kurumu bu şeffaflıkta seçer. Örneğin Cizvit rahiplerin misyoner amaçlarla kurduğu Georgetown Üniversitesi, öğrencilerine danışman olarak din adamı atar. Bir dayatma yoktur, ancak bir gelenek vardır. Her din için ibadet alanı tahsis edilmiştir. Bir diğer uçtan örnek verecek olursam Tufts Üniversitesi, farklılığı, otantikliği, cinsel özgürlüğü ve bireyselliği ön plana çıkarttığı için daha yaratıcı ayrıksı bireylerin birleşme kurumu olagelmiştir.
Türkiye’de üniversite seçiminde geniş bir tarz spektrumu olmasa da, kendi yıllarımdan hatırladığım kadarı ile üniversitemizi seçerken hem çevremizi, hem yaşam stilimizi hem de ait olmak istediğimiz düşün evrenini seçiyorduk. Aynı donanıma sahip iki öğrenciden biri hızlıca Boğaziçi evrenini seçerken diğeri gururla ODTÜ’yü tercih ediyordu. Emin olduğum şu: insanın hayatında iz bırakan derin okumalar üniversite yıllarına mahsustur. Sonradan yapılan öğrenmeler temelsizdir. Günü kurtarır ancak insanın hamuruna karışmaz.
Bu yüzden üniversitelerin özerk kalarak, kendi doğasına uyumlu insan profilleri üretmesi gerektiğini savunuyorum. Bu sayede tornadan çıkmış tek tip insan yerine özünde ve sözünde farklı, otantik bir zekâ bütününe yol alabiliriz. Karşıt fikirlerin beğensek de beğenmesek de varlığını sürdürmek, ilerde devran dönünce herkesin faydasına olan bir uygulamadır. Bu konuya duyarsız kalsak da, yarın ucu bize dokunan önemsediğimiz başka konuya gelir dayanır.
Gelelim Boğaziçi Üniversitesi (BU) özelindeki düşüncelerime: BU, ben henüz öğrenciyken, kendi öğrencisini dahi doktora başvurusu için sertçe eleyen, entelektüel seçkinciliğinden taviz vermeyen bir üniversiteydi. Hatta kadrolu öğretim görevlisi olmak için aradığı ön koşul, yurtdışı saygın üniversitelerden alınmış doktorluk unvanıydı. Bu kurumun rektörünün de aynı ince elekten geçtiğini tahmin etmek zor değil. Bu yüzden seçilmiş yerine atanmış rektöre karşı çıkılmasını geçerli fakat gecikmiş bir tepki olarak görüyorum. Hatırlarsanız Gülay Barbarosoğlu 2016’da oyların yüzde 85’ini aldığı halde görev Mehmed Özkan’a verilmişti.
BU, dünya sıralamalarına girmeyi başarmış akademik üstünlüğü kanıksanmış bir kurum. Şu anki atama her ne kadar meşru ise de, hüzünlü… Sıradanlığa çıkarılmış bir vize… Eğitimin tamamını aynı tornaya sokma çabası. Bir süre sonra bilim dergilerine giren makaleler azalmaya başlayacak. Öğretim kadroları da uyumlu akademisyenlerle dolmaya başlayacak. Liyakat yerini işlevselliğe bırakacak.
Umursamayabilirsiniz. Ancak, insan özünün ayrıştığı ve derinleştiği yerin üniversite olduğunu bilenler ve yurt dışı örnekleri takip edenler, ister istemez elimizden bir güzelliğin kaydığını fark edecektir…