SpinoZen (IV. bölüm)

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı 1 yorum
24 Şubat 2021 Çarşamba

Ustaların ölümünden sonra ‘Budacılık’ ve ‘Spinozacılık’

Buddha ve Spinoza, insanı duygu ve düşüncelerine tutsak olmaktan kurtararak, kusursuzluğa eriştirmeyi hedeflemişlerdi… Bu hedeflerini tutturamamış olacaklar ki, müritleri gözle görülür bir ermişlik sergilemiyorlar.

Budacılığın ‘uzak doğunun’, Spinozacıların da, ‘batılı aydının’ dünyaya bakışını kökten biçimde etkilediğini yadsımıyorum… Öğretilerinin ‘insanı kendinden özgürleştirme’ hususundaki etkinliklerini sorguluyorum sadece.

Spinoza’dan sonraki batı düşüncesi…

… Spinoza’nın hazırladığı ‘entelektüel iklimde’ gelişmiş, düşünürlerin tümü, kendilerini önemli bir açıdan ‘Spinozacı’ saymışlardı… Ne var ki, batılı aydınların odaklandığı Spinozacı fikirler, şunlarla sınırlı kalmıştı:

“Dünya da insan da, dışından değil, içinden yönetiliyordu… Ortaya çıkan her şey, içkin (immanent) bir yasanın zorlamasıyla oluştuğuna göre, bu belirleyici yasaları hesaba katmayan tüm değer yargıları, tüm kuramlar uyduruktu… Bunu bilmek ve yaşamına entegre etmek, insanın erginleşmesinin ön koşuluydu.”

Bütün bunlar doğruydu ama, bunlar olgunlaşmanın sadece ön koşulu, işin başlangıcıydı… Asıl şimdi işe koyulmak, Spinoza’nın vaat ettiği ‘kutlu yaşamı’ bizzat gerçekleştirmek gerekiyordu. Bu tür bir ‘Spinozacı Nirvana’ arayışı, batılı aydına ‘fazla egzotik’ gelmiş, ilgi duymamıştı. 

Buddha’dan sonraki uzak doğu düşüncesi de…

… Hindistan’dan çıkıp doğuya doğru yayılırken, karşılaştığı yerel kültürlerin etkisiyle, değişik biçimlerde yorumlanmaya başladı…

Seylan, Burma ve Tayland gibi inanmaya eğilimli güneydoğu Asya ülkelerinde, metinlere sıkı sıkıya bağlı, Ortodoks bir karaktere büründü ve Hinayana Budizm’i olarak bilinen bir inanç sistemine dönüştü.

Tibet, Çin, Kore ve Japonya gibi kuzeydoğu Asya ülkelerindeyse, o yörelere egemen olan Çin kültürünün etkisinde kaldı ve Mahayana Budizm’i olarak bilinen daha gerçekçi bir görünüm aldı.

Çin halkının biri pragmatik, diğeri mistik iki yönü vardı… Bu çifte karakteri, iki dünya görüşünün aynı anda yaşamasına imkan tanımıştı… Bunlardan ‘pragmatik’ olanı, Konfiçyüsçülük, ‘mistik’ olanı da, Taoculuktu. Dünyaya iki değişik açıdan bakmakta bir çelişki görmeyen Çinli bilgeler, öğrencilerine “hafta içinde Konfiçyüsçü, hafta sonunda Taocu” olmayı öneriyorlardı.

Çinlinin pratik zekası, Budacılığın günlük yaşamda iş görebilecek bir teknik içerdiğini görmekte gecikmedi. Sanskritçe dhyana olarak anılan (batıda meditasyon adını verdiğimiz) bu teknik, Çincenin telaffuz olanaklarıyla ‘Çen’e dönüştü ve Çinlinin zihninde Budizm’le özdeş hale geldi.

Çen öğretisini Japonya 1200 yılında benimsedi… Bu kez de, Japonların telaffuz olanaklarıyla, Zen’e dönüşerek, günümüze kadar geldi.

Budacılığın, yaşamı da ölümü de ciddiye alan Japonları cezbeden yönü, bitmek bilmeyen felsefi tartışmalara yol açan ‘kutsal’ metinler değil, meditasyon sonunda elde edilecek Satori, yani ‘aydınlanmaydı’.

Zen’in Hint Budizm’inden farkı, metinleri ‘kutsal’ saymaması, metafiziğe kafa yormaması, inanç ve dogmaya değil, sadece Satori’ye ilgi duymasıydı. Satori’nin mucidi Bodhidharma’nın sözleriyle Zen, şundan ibaretti:

Kutsal yazıların dışında, sözcük ve harflere dayanmayan,

Doğrudan insanın zihnini hedefleyerek…

Kişinin kendi doğasını anlamasını ve bu yolla,

Budalığa erişmesini amaçlayan özel bir ileti

***

Sözcüklerle iletilemeyeceğini düşündükleri için, Zen ustaları öğretiyi lafa dökmekten kaçınır… Taoculuktan miras kalan bir yaklaşımdır bu: “Biri Tao’yu sorar da, diğeri yanıt verirse, ikisi de Tao’yu bilmiyor demektir”… Gerçek ‘yol’, sözcüklerle anlatılamaz.

Zen öğrencisi, AikiDo, KenDo gibi bir ‘savaş sanatına’ veya ShoDo (hattatlık) gibi bir güzel sanata yönlendirilir… Ve orada, hocanın ‘duruşuyla’ öğrenciyi Zen yolunda eğiteceği ümit edilir.

40 yıl önce Zen’le tanıştım… 35 yıl önce Aikido çalışmaya başladım… Ve 25 yıldır Spinoza öğrencisiyim. Bu çalışmalarım dolayısıyla çok sayıda Zen müridi, Aikido ustası ve Spinoza uzmanı ile tanışma fırsatı buldum.

Hoca ve öğrencilerimin herhangi bir ‘iç özgürlüğe’ eriştikleri izlenimini edinmedim… Spinozacıların, yaşamı fiilen ele almaktansa, yaşam hakkında kelam etmeyi yeğlediklerini… Zen ustalarınınsa, sözü tamamen ihmal ettikleri için, akıllara seslenemediklerini gözlemledim.

“Söyleyenler bilmediği, bilenler söylemediği için” Spinoza düşüncesi kitapların içinde… Zen Budacılığının da, manastır duvarları arasında tutsak kaldı…

Öyle sanıyorum ki, bu iki ‘özgürlük öğretisi’ kendi tutsaklıklarından kurtarılmayı, SpinoZen keşfedilmeyi bekliyor. 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün