Nietzsche'nin perspektivizmi ve Struma Faciası

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum Sesli Dinle
3 Mart 2021 Çarşamba

1942’nin Şubat ayında Türk karasularında meydana gelen Struma gemisi faciasının gerçek sorumlusunun kimler olduğu hep tartışıla gelmiştir. Zira tam 760 Romen Yahudi’si (Köstence’den kalkan gemide 769 yolcu vardı. Bunların sekizi, Sarayburnu’na demirleyen, motoru bozuk gemiden çeşitli gerekçelerle çıkabilmiş ve İstanbul’a ayak basabilmiş, biri ise faciadan sağ kurtulmuştu) Türkiye dahil tüm taraf ülkelerin gözleri önünde ölüme gönderilmişti.

Evet, zaman II. Dünya Savaşı’nın en şiddetli dönemiydi.

Almanya Fransa’dan itibaren tüm Doğu Avrupa’yı işgal edecek, Edirne sınırımıza dayanacak, bu topraklarda yaşayan Yahudilerin neredeyse tamamını ölüm kamplarına götürmüş olacaktı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü büyük bir siyasi taktikle savaşın tarafları arasında denge kurmayı başaracak, genç Türkiye’yi büyük bir yıkıma götürebilecek savaştan kaçındırmaya çalışacaktı.

Bu arada, Nazilerden kaçmaya çalışacak olan Doğu Avrupa Yahudilerinden özellikle Romen Yahudileri, Köstence’den kalkan köhne gemilere büyük paralar karşılığında binip, Filistin’e gitmeye çalışacaklardı. Burada önemli olan Filistin’de yönetimde olan İngilizlerin, Arapların tepkisini en aza indirmek için bölgeye gelecek Yahudi nüfusuna kota koyması olacaktı. Bu nedenle Romen ve Bulgar limanlarından kalkıp, İstanbul Boğazından transit geçen gemilerde bulunan Yahudilerin Filistin vizelerine sahip olması elzemdi.

İngiltere, vizesi olmayan Yahudileri taşıyan gemilere izin vermemesi yönünde Türkiye’ye baskı uygulamaya başlayacak, ancak Türkiye bu baskıyı, Salvador faciasına kadar ‘seyir özgürlüğü ilke’sini zedeleyeceği gerekçesiyle geri çevirmeye çalışacaktı. Ancak Aralık 1940’da Bulgaristan’ın Varna Limanından kalkan ve vizesiz Yahudileri Filistin’e götürmek isteyen köhne Salvador gemisi fırtınadan dolayı Silivri açıklarında kayalıklara çarpıp batacak, 352 yolcudan 230’u ölecek, 122’si kurtulup Silivri’de karaya çıkmayı başaracaktı.

Salvador faciası Türkiye karasularında yaşandığı için İngiltere, vizesiz yolcu taşıyan gemilere Boğazlar’dan geçmelerine izin veren Türkiye’yi kazadan sorumlu tutacak, nihayetinde benzer faciaların bir daha yaşanması olasılığına karşı Türk hükümeti göçmen politikasını değiştirecek ve kaçak gemilerin Boğaz’dan geçmesini yasaklayacaktı.

Tam bir sene sonra Struma gemisi, yine vizesiz Romen Yahudileri ile, İstanbul’da vize verileceği yalanıyla yola çıkacak ama İstanbul Boğazına yaklaştığında motorunun bozulması gemideki Yahudilerin hayatlarına mal olacaktı.

İngiltere kesin bir ifade ile gemidekilere vize verilmeyeceğini söylerken yolcuların İstanbul karasularına ayak basmamaları için de Türkiye’ye baskı uygulayacak, geminin Köstence’ye geri dönmesini isteyecekti. Ancak Nazilerin elindeki Romanya bunu kabul etmeyince, Almanlardan ve İngilizlerden çekinen Türkiye, denge politikasına devam etmek adına Struma’yı kaderine teslim edecekti. ABD İstanbul Elçiliğinin raporuna göre 23 Şubat 1942’de gemiye çıkan Türk güvenlik görevlilerinin geminin halatlarını kesmesi sonucu motorsuz Struma, Karadeniz’e sürüklenecek ve bir gün sonra bölgeden geçen bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillenerek batırılacaktı. Bir umutla Köstence’den Filistin’e gitmeye çalışan 760 Romen Yahudi’si Karadeniz’in soğuk sularına teslim olacaktı.

Facia dünyada çok ses getirecek, İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde bölgede faaliyet gösteren Yahudi örgütlerin büyük tepkisini çekecek ve İngiltere facianın baş sorumlusu olarak gösterilecekti. Bu örgütlerden biri olan Lehi’nin iki üyesi, İngiliz Mandası Başkanı Lord Moyne’u, suikast düzenleyerek öldüreceklerdi.

 

Bu arada dönemin Başbakanı Refik Saydam sorumluluktan kaçarcasına talihsiz bir açıklama yapacak, “Biz bu hususta elimizden gelen her şeyi yaptık. Maddî, manevî en ufak mesuliyetimiz yoktur. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara meclâ olamaz. Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul’da alıkoyamadık” diyecekti...

Facia, bölgede dengeleri yeniden değiştirecek ve İngiltere Filistin’e gitmek isteyen Romen ve Bulgar Yahudilerine artık gerekli vizenin verileceğini açıklayacak ve savaşın bitimine kadar binlerce Yahudi Boğazlar yoluyla Filistin’e ulaşmayı başaracaktı.

1939 ile Struma faciasının olduğu 1942 Şubat’ına kadar vizeli ve vizesiz tam 7126 Doğu Avrupa Yahudi’siTürkiye’den transit olarak Filistin’e ulaşacak, Salvador ve Struma facialarında ise 1000’e yakın Yahudi ölecek, karaya çıkan 156 Yahudi de zamanla Filistin’e gitmek üzere Türkiye’de kalacaktı. 1939 ila savaşın bitimi olan 1945 yılları arasında toplam 20 ila 25 bin Yahudi Boğazları geçerek Filistin’e ulaşmış olacaktı1.

***

Struma faciasından ‘kim veya kimler sorumluydu’ya doğruya yakın cevap vermek için tarihi, dönemin şartlarıyla birlikte tartmakta ve anakronizmden, diğer bir deyişle, onu bugünün şartları ve bugünün zihinsel kodlarına göre değerlendirmekten kaçınarak okumakta fayda var. Evet, Struma faciasında Almanya, Romanya, arada sıkışan Türkiye ve İngiltere’nin payları mevcut. Hangisinin doğrudan sorumluluğu olduğuna karar vermek tarihi nasıl okuduğumuza bağlı.

Friedrich Nietzsche, perspektivizm teorisinde hakikatin tek ve mutlak olmadığını, bunu insanın uydurduğunu, zira hakikatin bireyin hangi açıda veya perspektifte durduğuna bağlı olarak değişebileceğini, sadece bazılarının diğerlerinden daha üstün olabileceğini savlar. Ona göre, sağlıklı bir zihin esnektir ve bir konuya birçok farklı yaklaşım vardır. ‘Hakikat bir değil, çoktur’ der. Yaşam, ancak perspektifler çokluğuyla anlaşılabilir ve değerlendirilebilir.

Nietzsche’nin bu düşünme pratiğinden hareket edersek, sorumuza herkesin bir cevabı olabileceğini iddia etmek mümkün.

Tarihin, rövanşist duygularla okunamayacak kadar hassas bir konumu mevcut.

Lakin devlet olarak sorumluluktan kaçmak da bir o kadar bu hassasiyete zarar verecek bir davranış olmalı.

Orta yerde 760 ölü var zira.

 

1 ‘II. Dünya Savaşı Sırasında Balkanların İşgalinin Türkiye’ye Etkisi: Yahudi Mülteciler Meselesi’, Erdem Çanak, ‘Turkish Studies’, cilt 10/9 - 2015

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün